Ayça Erkol’un Everest yayınlarından çıkan dördüncü öykü kitabı Yüze Kadar Say okurlarıyla buluştu. Erkol’u yakından takip eden okuru olarak bu kitabı merakla bekledim. Beklediğime değdi. Diğerlerinden farklı lezzette olan kitabını enine boyuna konuşalım istiyorum. Buyurun sohbetimize…
Ayça Hanım, kitabınızın okuru bol olması dileği ile başlamak isterim. Bol imzalı günleriniz olsun. Diğer öykü kitaplarınızdan daha farklı bir dil ve kurgu ile okurun karşısına çıktı Yüze Kadar Say. Anlatıcının zaman zaman okurla konuşması, öykünün arasına kattığınız rüya katmanları, mitolojik ve gerçek rüya olaylarının kurgulanması gibi derinlikli bir öykü sundunuz bize. Sıradan bir gazete haberine bu denli derinlikli kurgu yaratılınca daha anlamlı oluyor. Bu öyküye bu derinliği katmak için nasıl hazırlandınız?
Öncelikle güzel dilekleriniz için çok teşekkür ederim. Haberin özünde bir rüya olunca, rüyalar doğal olarak kurgunun merkezinde yer aldı. Einstein’den İskender’e rüyaların hem tarihe nam salmış kişiler üzerinde hem de biz alelade insan üzerinde ne denli etkili olduğu malum. Konuya ister bilimsel, ister ezoterik yaklaşın rüya görmek çok enteresan bir olgu. Öykü için biraz daha araştırma yapınca görülen bir çok rüyanın nelere ilham verdiğine ulaştım ve ilk anda deli saçması gibi gelen haber bir anda farklı bir kimliğe büründü. Fetih yapılmasına neden olan, şarkı yazdıran ya da bilime katkı sağlayan rüyalar bizim habere konu olan rüyayla birleşti ve hem ana metinde hem de alt metinlerde bir anda başrole oturdu.
Yüze Kadar Say, bir roman kurgusu gibi ilerliyor. Romana evrilmesini ya da roman yazmayı düşünür müsünüz?
Kurgu kafamda netleşince kısa öykü kalıbının dışına taşacağını anlamıştım, aslını isterseniz romanlık bir malzeme de çıkardı ancak bunun için özellikle bir çaba harcamak istemedim. Anlatmak istediğimi, anlatmam gerektiği kadar anlattım ve ortaya bu uzun öykü çıktı. Daha fazla itmenin, çekmenin bir anlamı olmayacaktı ve metni boşu boşuna sarkıtmış olacaktım.
Kitaba adını veren Yüze Kadar Say adlı öykünüzde unutulmaz karakterler var. Neden sonuç ilişkisi açıklama endişesi olmadan olaylar anlatılırken okura verilmiş. Bu anlamda kullandığınız dil de katkı sağlamış kurguya. Unutulmaz kahramanlarınızdan Mustafa beni çok etkiledi. Vahşet anında bile masanın örtüsünün kirlenmesine üzülen çocuk yanı var. O örtü annesinin babasından yiyeceği azardan mı, babasının gözünden düşmekten mi kaynaklanıyor, bunu okura bırakmışsınız. Çok başarılı. “Ne tuhaf, her şey olup biterken Mustafa en çok kar beyazı masa örtüsünü batırdığı için hayıflanmıştı, …”[1] Bu anlamda kara kutumuz çocukluğumuz ve olaylarla şekillenen kişiliğimiz var. Mustafa özelinde soruyorum, karakterlerinizin kaleminizden çıkıp kendi başına hareket ettiği oluyor mu? Mustafa böyle bir karakter mi?
Evet, Mustafa kesinlikle böyle bir karakter, size de bu şekilde geçmiş olması sevindirici. Kendisi kesinlikle sayfalar ilerledikçe netlik kazanan bir karakter oldu. En başta silik bir siluetti ve kazıya zaman baskısını ve başarısızlık korkusunu vermesi gereken bir taşıyıcı karakterdi. Ancak tam da bu nedenden inandırıcı olması ve silik kalmaması gerekiyordu. Özellikle böyle karakterlerde keskin bir neden sonuç ilişkisi çok itici olabiliyor, adeta okura hakaret niteliği taşıyabiliyor. En basit örneği üçüncü sınıf Amerikan polis dizilerinde görülür ya, kahramanımız babası azılı suçlular tarafından öldürüldüğü için polis olmuştur ve bu defalarca gözümüze sokulur! Bunu yapmaktan özellikle kaçındım.
Karakterinizden biri de Neriman. Hemen her ailede iki kardeşin birbirine zıt, bazen rakip, bazen haset olma durumları vardır. Bu öykünüzde bu çok naif işlemişsiniz. Neriman’ın hiçbir şeyden haberi yokken Nermin için için biriktiriyor. Neriman’ın derdi rahmetli olmuş annesi ile bağ kurmakken Nermin’inki kardeşiyle kocasının arasındaki ilişki. Öykü yazarı için en ilginç ve yazması en zor kısımdır psikoloji. Siz bu alanda çok başarılısınız. Her iki kardeşi de bu anlamda yazmak sizde nasıl bir enerji yarattı? Yazarken eksik kaldığınızı ya da aşırıya gittiğinizi düşündüğünüz oldu mu?
Kardeşler arasındaki ilişki bir öykücü için kesinlikle çok zengin bir malzeme. Ne yazık ki kardeşim olmadığı için tamamen gözlem gücüme dayandırmak zorunda kaldığım bir alan, o nedenle umarım aşırıya kaçmamışımdır ya da eksik kalmamışımdır.
Ve kediler… “Oysa kedi amaç hayvanıdır, boşa geçen tek anı, planlanmamış tek bir hareketi yoktur.”[2] Kitaba adını veren öykünüzde vazgeçilmezimiz bir de kedi var. Her kedi gibi bilge. Sizin de uzaktan hayranı olduğum iki kediniz var. (ben onları karıştırıyorum) Kediler sadece kedi değildir aslında. Yazdığınız gibi kediler planlı mı davranır? Kedilerin yaşamınızda özellikle “edebiyat alanında” kapladığı yer ya da anlamı nedir?
Kediler üzerine saatlerce konuşabilirim! Hele karşımda sizin gibi bu anlamda eş bir ruh varsa. Kedilerin tam olarak neden ve nasıl davrandıkları halihazırda sırrını koruyor. Bağımsız karakterleri, kadim kültürlerle olan bağları, fizyolojik özellikleri, gececil ve avcı olmaları onları gizemli kılıyor. Tam da bu nedenle, ben kedisever olmasaydım da Yüze Kadar Say’a bir kedi yakışırdı. Ev ve Kedi de Nermin, Mustafa, Neriman kadar bir karakter bu öyküde.
Kedilerin hayatımdaki yerleri çok büyük, onları ailemin bir ferdi olarak görüyorum. İki farklı türün adeta konuşmadan bir anlaşma yaparak bir arada yaşayabilmeleri fikri beni büyülüyor; sen bana yaş mama ver ve ben da karşılığında karnına masaj yapayım. Kedi, yazan biri için de eşi bulunmaz bir dost. Kendine yetebilen, oyuncu ama mesafeli, sessiz ve gözlemci. Hangi âlemleri görebildiği hep merak konusu olmuş o muhteşem gözleriyle ruhumuzun tam içine bakıyorlar, tıpkı baktığı her yerde bir hikâye görmeye çalışan yazarlar gibi. Belki de bu yüzden yazarlar ve kediler arasında eşsiz bir dostluk var.
Gündüz kuşağı programları gazetelerin üçüncü sayfası kadar ilginç olaylarla dolu. Bir dönem iradem dışında ben de izlemek zorunda kaldım. Orada bilinçli bir algı yönetimi var ve dil, kurgu bu şekilde ilerliyor. Gelen vakalar öyle enteresan ki bunu bir edebiyatçı kaleme alsa gerçekten “yok artık, bu kadar da olmaz” dedirtecek cinsten. Derine, gerçeğe indikçe inanması güç hale gelen olayı yazmak daha zor olacak. Bu anlamda ülkemiz gerçekten zengin. Bu olaylardan yayıncısı, yönetmeni, spikeri, ekip arkadaşları herkes besleniyor. Başka bir alternatifi olmayanlar her gün merakla programı bekliyor. Durum gittikçe vahimleşiyor. Siz aydın bir edebiyatçı ve kariyer sahibi Cumhuriyet kadını olarak, malzeme ne kadar fazla olursa olsun, toplumun bu alanı için yorumunuz nedir? Değiştirilebilir mi?
Kesinlikle bu bir sektör ama bildiğiniz gibi çıkış noktası Türkiye değil aslında, dünyanın her yerinde ne yazık ki belli bir şablonda bu tip olayları köpürtürseniz izleyicisi bol oluyor, bu da gayet anlaşılır bir şey. Elbette değişir, bana göre cevabı da sizin sorunuzun içinde var; alternatifin olması. İnsanlar ne yazık ki birçok şeyin aynı anda yozlaşması ile alternatifsiz bırakıldı. Klişe olacak ama eğitim ve ekonomik güçle o kadar bağlantılı ki bunlar. İnsanların sadece amigdalasına konuşan şeyleri gece gündüz yayınlar ve alternatifleri ortadan kaldırırsanız tabii ki geçer akçe bu olur.
Kitabınızın ikinci öyküsü “(Nedensiz) Bir İntihar Girişimi, Ve Bu Böyle Olsun, Barış, Tezcan” hepsi ülkemizin gündeminden haber olmuş olaylardan kurgulanarak yazıldı. Hepsinde travmatik bir alan var ve temeli gerçeğe dayanıyor. Bu anlamda toplumun büyük bir bölümünün travmatik ve öfkeli olduğunu söylemek mümkün mü? Haberlere konu olan ufak bir kesim mi sizce?
Bunu sosyolog ve psikologların cevaplaması doğru olacaktır elbette ama kendi merceğimden baktığımda ufak bir kesim olmadığını düşünüyorum. Herkes kesinlikle çok öfkeli ve bunun için haklı nedenlerimiz de var. Dozunda öfke kötü bir şey değildir. Yıkmak yerine dönüştürmek için kullandığımız sürece, bir yere kadar kabul edilebilir. Öykülerde öfkenin daha yıkıcı ve travmatik tarafını ele aldım. Beni her şeye rağmen umutlandıran şey ise tüm bu öfkenin yanında hâlâ umut, sevgi ve gülüp geçme yeteneğimizin de olması. Tam da bunları vurgulamak, bu karşıt güçleri dengelemek için hemen hemen tüm öykülerde ironik bir ton ve fantastiğe kayan anlatıma da yer verdim.
Bu haberleri topladığınız dosya ülkemizin gündemine bakınca kabarmaya devam edecek, siz yeni çalışmalarınızda buradan mı devam edeceksiniz?
Dediğiniz gibi bu dosya bitmez, üstüne eklene eklene arşa yükselir!
Tamamen aynı temada devam etmek kendimi tekrar etmek ve kolaya kaçmak olacaktır, o nedenle hayır, birebir buradan devam etmem ancak elbette ülkemde olanlar, haberlerde karşıma çıkanlar beni beslemeye devam edecektir.
Cevaplarınız için, zaman ayırdığınız için Mahal Edebiyat adına teşekkür ediyorum.
Ben teşekkür ederim.
[1]Ayça Erkol, Yüze Kadar Say, Everest Yayınları, İstanbul, 2023, s. 42.
[2] Ayça Erkol, a. g. e., s. 22.
Editör: Melike Kara
- Şenay Şentürk Söyleşisi - 5 Kasım 2024
- Çiğdem Koç Söyleşisi - 15 Eylül 2024
- Hatice Günday Şahman Söyleşisi - 13 Temmuz 2024