Yazar: 22:00 Film İncelemesi, İnceleme, Sinema

Avrupa’da Çekilmiş Irkçılık Karşıtı Üç Film Analizi

Sinema, derdini anlatma biçimi olduğu için sinema tarihinde birbirinden etkilenmiş birçok yönetmen vardır. Hiç şüphe yok ki, en çok etkilendikleri konuların başında anti militarizm, ırkçılık, şovenizm konularındaki eleştirileri geliyor. Sinemanın Dünya’yı değiştirebileceğine inanan yönetmenlerin yapmış olduğu keskin filmler, bizlere geçmişin acımasızlığı, savaşın ne denli insanlık dışı bir uygulama olduğunu aynı zamanda da savaşın kimler için, kimlerin karı olduğunu gösteriyor, göstermekle kalmayıp aynı zamanda da değiştirebilecek yolu da anlatıyor. Bu nedenle ben de, siz değerli okurlarımız için anti-militarist, ırkçılık karşıtı üç değerli bağımsız filmi sizler için seçtim. Bu üç filmin seçmemin ön büyük özellikleri bir film Almanya’nın nazizim sonrası döneminde toplumu, diğeri İngiltere’de ise göçmenlere yapılan ırkçılığı, Fransız filminde ise savaş esiri olarak yakalanıp mahkum edilen bir adamın özgürlüğe olan tutkusunu anlatıyor.

THIS IS ENGLAND  (Saun Meadows 2006)

Bu film özellikle bayrakları bayrak yapan şeyin bayrak imalatçılarının olduğunu gösteriyor. Film babasını bir savaşta kaybeden 12 yaşında Shaun’un hikayesini anlatıyor.  Babasını kaybeden çocuğun içine kapanık depresif durumunu bir şekilde sokakta kendilerine dazlak diyen grupla tanışmasını ve sonrasını ele alıyor. İngiltere’de kendilerine milliyetçi diyen lakin  göçmen insanlara karşı ırkçı saldırıları, şiddet ve yağmacı eğilimleri anlatıyor. Film başında  dazlaklar dediğimiz çetenin aslında şiddet eğilimini dışa vurmadan farklı tarzlarda hallederken gruba hapishaneden çıkan eski bir arkadaşlarının gelmesiyle bu durum değişecektir. Saplantılı bir İngiliz şovenizmine sahip olan bu kişinin ırkçı grubuna dahil etmek istemektedir, dazlaklar çetesinin üyeleri kabul etmez. Lakin ayrılan birkaç kişi çıkacaktır. Bu kişilerin analizini yapınca da şunu görüyoruz.  Aşağılanan, ezik karakterler ve şiddete  meyilli olmasıdır. Lakin Saun’un durumu farklıdır, babasını askerde ölmesinden dolayı içindeki şiddet isteği ve arzu duyularının babasının yokluğundan kaynaklanmaktadır. Kısacası film kapsamlı militarizm eleştirisinden daha çok militarizm duygusuna sahip insanların ortak özelliklerini ve daha çok toplumun dışına itilmiş insanları anlatıyor. Son sahne ise gerçekten ilk cümlem olan bayrakları bayrak yapan şeyin imalatçılar olduğunu gösteriyor. Ayrıca filmin şarkıları da harika.

ALİ: FEAR EAST THE SOUL (Rainer Werner Fassbinder 1974)

Film 1974 yılında Almanya’da geçen bir hikayeyi konu alıyor. Filme girmeden önce şunu belirtmek isterim, faşizm savaşından çıkmış Almanya’nın göçmen insanlara tutumunu özetliyor. Film Fas’tan, Almanya’ya çalışmaya gelmiş olan Ali’nin ve Alman Emmi’yle evlilik hikayesini anlatıyor. Toplumda inanılmaz derecede alçaltıcı durum olan bu evlilik Emmi’nin Ali’den oldukça büyük olması dolasıyla baskılar dayanılmaz bir durum alıyor. Filmde yönetmenin de ırkçı bir rol vermesi de eleştirisinin ne denli ciddi olduğunu gösteriyor.  Meselenin 1974 yılında geçmesi yani savaşın sona ermesinden çok değil 30 yıl geçmesine rağmen göçmenlere bakışlarının ne denli şoven ve ırkçı olduğunu izliyoruz. Ali ve Emmi evlendikten sonra bakkallarının alışverişi yasaklamaları, çocuklarının annesine küsmesini, iş yerinde arkadaşlarının Emmi’yle konuşmamasını ve daha birçok konuyu ele alıyor. En göz alıcı sahne ise Adolf Hitler’in iktidarda olduğu dönemde yemek yediği restauranta gidip yemek yemeleri ve garsonun davranışları en can alıcı sahnelerden birisiydi. Filmi aslında iki kısma ayırırsak filmin ikinci kısmında Ali ve Emmi’yle konuşmayan insanların çıkarları doğrultusunda tekrar ilişki kurmalarını da ne denli çıkar ve ikiyüzlü duygulara sahip olduklarını anlatıyor. Ve buradan sonra Emmi’nin, Ali’ye karşı davranışları değişip Ali’ye karşı değişimlerine tanık olacağız. Filmin müziklerinde ise Ortadoğu esintileriyle karşılaşacağız.

A MAN ESCAPED (Robert Bresson 1956)

Film 56 yapımı Robert Bresson’un kült filmidir. Filmde Fransız bir direnişçinin Naziler tarafından yakalanıp hapishaneye atılıp idam kararının açıklanmasıyla direnişçinin özgürlük hayalini anlatıyor. Filmin etkisini en çok arttıran yanının filmin aslında mahkumun hapishaneden nasıl kaçtığını kendisinin anlatmasıyla sağlıyor.  Sinematografik yapısının sonucunda kült bir film ortaya çıkmıştır. Özellikle bir hücre içerisinde geçen hikayenin anlatımı son derece etkili olmasının sebebinden birisi de değişebileceğini iliklere kadar hissetmesidir. Filmde anlatılmak istenen şeyin yaşama olan arzunun varlığıdır.  Koca bir hapishanede sadece bir kişinin kaçma isteğinin diğerlerinin de kaçmayıp idamlarını beklemeleri aslında yaşam ve ölüm arasındaki cesareti gösteriyor. Fransız direnişçi planını kurarken kaçmaya çalışırken ölse bile idam edilmekten daha onurlu olacağını söylüyor.  Özgürlüğe aç, cesaret dolu lakin korkan bir insanın daha sonradan hücresine gelen bir çocukla gerçekleşecek hikayesinde güven duygularını barındırıyor.  Anlatıcı dili ve minimalist yaklaşımın sinemada ilk örnekleri olan bu film 60 küsur yıldır tazeliğini koruyor.

Son Söz; 

Yazının başında sinemanın bir derdini anlatma biçimi olduğunu söyledik ve  bunu söylerken değiştirici unsur olduğundan  bahsettik. Bu üç ‘’modern’’ Avrupa ülkesinden filmleri seçmem bir rastlantı değildi.  Konuları anlatırken hikayelerinin basit ama etkili aynı zamanda çok düşük bütçelerle çekilmesinden dolayı olduğunu bilmeniz gerekir. Umarım ırkçı, şoven duyguların olmadığı Dünya’nın var olabileceği günlere. Hepinize iyi seyirler.

Visited 23 times, 1 visit(s) today
Close