Yazar: 19:00 Deneme

Anlam Sanrısı

Her okuma biçimi bir “anlatı dogması”dır. Bu nedenle edebiyat yanlışlanabilir alanlardan uzak durur. Tarih ve felsefeyi kuşatacak kadar akışkan bir yapıya sahip olan edebiyat; kendini, ürettiği metne bağlı kılmaktan başka bir amaç gütmez. Çünkü bir metin kendini kendiyle anlatmak için vardır. Edebiyat, tabiatı gereği lengüistik ve semantik unsurlar içerir. Edebi bir metinde anlam yapıları semiyolojik ve retorik terimlerle değil, tarihsel terimlerle tasvir edilir. Tarihsel terimlerle düşünülen her şeyin içinde de mutlaka din ve ideoloji vardır. Okuyucu da bunlara bağlı olarak genellikle metni, metin dışında olan şeylerle anlama çabasına girer. Burada iradedışı hatırlamalar -ideoloji, inançlar, arzular ve korkular- devreye girer, zihin dolaylı tecrübelerle anlam sanrıları yaratmaya başlar.

Anlam sanrısı nedir? Referan ile referansın örtüşmemesiyle ortaya çıkan anlamlar. Yani metnin kendi ile metne yeniden bir anlam katan diğer metin veya metinlerin ilintisiz halleri.

O halde ideal ve kusursuz bir okuma nasıl olmalıdır? Metin ile metinden edinilen anlam arasında uzak bir ihtimal ve kopukluk varsa ilk sorulacak sorular şunlar olmalıdır: “Bu edebi metin, kendini nasıl tasvir ediyor? Temsil ve ifade ettiği şey hakkında metin yine kendi içinde okuyucusuna cevap verebiliyor mu?” Bu soruların cevabı “evet” ise metinde belirtilen anlam ve okuyucunun edindiği anlam örtüşmüş demektir.

Edebiyatla müşkül olanlar lengüistik ve semantik unsurlardan ısrarla uzak durur. Edebiyatın daha rahat yönleri olan psikoloji ya da historiyografiyle uğraşmaktan keyif almaları bu “evet”in önünü daima tıkar. Okunmakta olan metinde, sadece gösterge olarak neyi işaret ettiğinin dışında bir şeyler aramak aşırı yorum olan bir sanrı biçimidir. Bu aşırı yorumun nedenlerini şöyle sıralayabiliriz:

Dikkat Yanlılığı

Entelektüel dikkat; zihinsel içerikleri olan bir metin ve sanat nesnesi üzerine odaklanma biçimi veya zihinsel yaşantılarla ortaya çıkan spesifik bir uyarılmışlık halidir. Bu tür dikkatin hangi uyaranlara yöneleceğini belirleyen iki neden bulunur. Bunlardan ilki, bireylerin beklentileri doğrultusunda olan ve kontrol edilebilen endojen nedendir. Endojen, yabancı olmayan fikirlerdir veya bu fikirlerden üretilmiş işlemler ve fikir örüntüleridir. Bunlar açık bir şekilde içsel (bireyden kaynaklı) nedenlerdir. Endojen neden, anlam sanrısının da nedenidir. Çünkü zihin, doğası gereği sürekli olarak belirli ve sabit bir anlamın peşinde koşar. Bu sabit anlamın ne olduğu konusunda niyetlerimiz ve sahip olduğumuz öğretiler bize önceden hazır şablonlar sunar. Bir konu hakkında daha çok “anlama” sahip olmamızın önemli bir sebebi de zihin haritamızda o şablonun geniş yer kaplamasıdır. “Aşırı anlam” veya “aşırı yorum” üreten en iyi edebiyat okuyucularında bile görülen bu aşırı tutumun nedeni endojenik dikkat yanlılığıdır. Bunun tipik örneklerine çokça rastlarız. Sevgi konulu bir eser okuyan bu türde bir okuyucu; kitapta bahsi geçen konuyu, inancı gereği Tanah’tan, İncil’den veya Kuran‘dan ayetlerle yorumlayacaktır. Bu tür bir yorumlama; okuyucunun, kitabın vermek istediği fikirden uzaklaşmasına neden olacaktır. Oysa her eser, kendi içinde, ele aldığı konusu dahilinde bir hakikatten bahseder. Okuyucunun eserdeki hakikat ile kendinde daha önceden var olan hakikat/leri karşılaştırma yapması bir tür fikir tehdidi sanrısıdır. Bir Yahudinin İncil’i okurken yaşadığı referans sanrıları ile bir Müslümanın Das Kapital’i okurken yaşadığı tehdit aynı tür dikkat yanlılığının bir sonucudur.

Dikkat yanlılığının diğer bir nedeni de esere yönelmiş motivasyonun çevreye kaydırılmasına neden olan egzojen(dış kaynaklı) nedendir. Bu, kısmen kontrol edilebilen nedenlerdendir. Okuma esnasında ortamının fiziksel yeterlilikleri ve benzeri gibi.

Sınırlı işlem kapasitemize göre okuduğumuz eserin hangi uyaranlara işleneceğini belirlemek için bir seçimin olması gerekir. Bu seleksiyon için “dikkat” devreye girer. Ancak diğer “iç” uyaranların hepsi elenmez, gözlenmez veya geri planda tutulmaz. Üretilen her yorum, kendimizin dışında bizi kendine çeken şeylerin ürünüdür. Diğer bir ifadeyle, inanç ve ideoloji odaklı her eser dikkat yanlılığı sorununun temelini oluşturur. Dikkat yanlılığı, tanrı veya doğa gibi transandantal bir sistemin kopyalarının dışına çıkamayan bireylerin motivasyon türüdür.

Atıf Yanlılığı

Atıf yanlılığı okuyucunun kendinde var olan yetersizlik şüphesini başka bir nesneye veya özneye yöneltmesidir. Bu yanlılığın temelini anlama dayalı hâkimiyet yetersizliği oluşturur. Mecaz ve deyimleri kavrama, kelimelerin işaret ettikleri anlamların ve bu anlamların mecazlaştırma gücünün farkında olma, diğer mecazlarla bağlam kurabilme ihtimallerini bilme, metinde geçen terimlerin örülü yapılarının arka planını görme ve bu terimlerin zihnimizdeki kavramlarla ne kadar örtüştüğünü yakalama yetersizliklerini yaşayan her okuyucu, eserin yazarını veya mütercimini ya da ikisini de suçlayarak kendini temize çıkaracaktır.

Bu tür yanlılık içerisinde olan birçok okurda görülen tipik bir davranış vardır. Okuyucu anladığı metnin bazı parçalarının anlaşılır yazıldığını ifade ederken, anlamadığı parçalarda ise sorunun nedeni olarak yazarın kendisini işaret eder. Veya bu tip okuyucular eserin şerhini arama derdine düşerler. Oysa her şerh, şerh edilen kitabın değil şârihin fikirlerini işaret eder.

Sonuca Atlama Yanlılığı

Metne bağlı yorumlama içeren eserlerin (daha çok niyete dayalı) paragraflarını ya da sayfalarını atlayarak yapılan okumalarda sonuca atlama yanlılığı görülür.

Sonuca atlama yanlılığıyla okuyucu az sayfayla yorum/anlam üretmektedir. Az verili denklemle kesin bir sonuca ulaşma eylemi sadece karar vermedeki dürtüselliktir. Daha az bir kanıt ve kesin bir sonuç bekleme yanılgısıyla hareket eden kişinin üreteceği anlam bir sanrıdan ibarettir. Ve bu sanrı çoğu zaman Roland Barthes’in dediği noktaya ulaşır: “…yorumun doğuşu, yazarın ölümü pahasına gerçekleşmek zorundadır.”

Eser, içindeki metinden farklı ve kapsayıcıdır. Eser yazara, metin de okura aittir. Okur, metinden kendine bir anlam üretmek için kelimelerin ve terimlerin örgütlenmelerine bakar. Eser hangi alana ait olursa olsun her metin işaretler organizasyonudur. Bu organizasyon her ne kadar yazara ait olursa olsun metindeki bütün çıkarsamalar okura ait olacaktır. Okur bir avantaja daha sahiptir o da yazarın oyun sahasında özgürce gezinmektir. Yani okur, yazarın eseriyle ilgili ilk ve son düşünme biçimlerine tanık olmaktadır. Fakat yazarın bu ilk ve son düşünme biçimlerini kaçırma durumu, kendini sonuca atlama yanlılığında gösterir.

Aslında bu sonuca atlama yanlılığı psikiyatrik bir sorundur. Bir bellek kusuruna bağlı gerçekleştiği düşünülür. Bu bozukluk, bellek işlevine bağlı bir veri toplama ve veri işleme hatasıdır. Aslında elde tutulur veriler veya kanıtlar olmadan bir anlam ve yorum çıkarsama kusurudur. Foucault’nun da dediği gibi “Sözcükler yok, çok yorum var.”

Bağlam Kurma Eksikliği

“Eser mi yoksa yazar mı okunmalı?” tartışmasına çokça rastlarız. Yukarıda da bahsedildiği gibi eser metni, yazar da eseri kapsar hatta eserin söylemek istediği ile yazarın söylemek istediği birbirinden farklı şeylerdir. Bazı eserler canlı bir zihin gibi kendi gideceği yönde ısrarlıdır. Bu tip eserler, katmanlı dil kullanırlar. Mantıku’t-TayrMahzenü’l-EsrârBaharistan,Mesnevi, Gülistân ve Bostân gibi eserler her okumada okurun birikimine göre yeni bir şeyler anlatırlar.

Edebiyat ile psikanalizi bir araya getirme çabalarındaki okumalara da bakıldığında yazar ölmüştür fakat hükmünü devam ettiren bazı kitaplar, yazarıyla derin ve anlamlı bağlamlar kurmaya devam eder. Psikanaliz; yazar, okur ve kurmaca üçgeninin en tepesindeki yazarı yok sayma eğilimini devam ettirmesine rağmen, yazar her eserinde kendi mutasyonlarını üreterek yaşamaya ve bağlam yaratmaya devam eder.Psikanalizin edebiyatı çözümlerken metin-yazar-okur ilişkisini net bir şekilde birbirinden ayırması, metin üzerinden bağlam yaratmayı zorlaştırmaktadır. Yazarı aradan çıkarıp metin ile okuyucu arasında bağlam kurma çabası ve metnin bağımsız bir arzu nesnesi olarak görülmesi bu zorluğu derinleştirmektedir. Okuyucu; metni yazarından, okuma eylemi içindeyken de kendi geçmişini metinden ayrı tutamaz. Yazılan her eser belli bir amaçla okurun karşısına çıkar. Eser, sadece okuyucunun dikkatini çekmek için değil; zamanda suç ortaklığını, yargılamayı, korkmayı, sevmeyi, nefret etmeyi ve kaçınılmaz bir biçimde yorumlama ile yapılandırmayı da okuyucusunun zihninde oluşturmayı hedefler. Okuma eylemi bir anlamda tıpkı psikanalizde olduğu gibi aktarımsal bir durumdur. Okuyucu; bu aktarım düzleminde kendisi, yazar ve metin arasında bağlam kurduğu sürece eseri daha rahat anlayacak ve içselleştirecektir.

Kaynakça

Barthes, R. Göstergebilimsel Serüven. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2016.

Foucault, Michel, Oğuz İnel. Foucault ve şeyler: kurmaca bir söyleşi. İstanbul: Metis Yayınları, 2022.

Editör: Buse Karabulut

Visited 8 times, 1 visit(s) today
Close