Hayatından nasıl da memnunsun Balık. Dört yandan saydam camla kaplı sıkışık kişisel evreninde senden keyiflisi yok. Seslere de duyarsızsın. Üstü kahverengi yosun kaplı yan devrilmiş küpün içinden geçiyor, bir saniye sonra kenarına asılı yeşilliklerin arasında kayboluyorsun. Sağa, sola, yukarıya, aşağıya; bütün gün aynı rutin. O küçücük dünya sana nasıl yetiyor, sırrını anlat bana Balık.
İsim de koymadık, sosyal statü desen yok. Koca taşlı yüzüklerin, banka hesapların, taksitlerin, hayallerin, unvanın bile yok. Yemini vermeyi unutursak kafa tutmuyorsun. Bütün bu olanları içine atıp nasıl mutlu olabiliyorsun Balık?
Sabahtan beri içtiğim on üçüncü sigara bu. İlkinde öksürmüştüm dört duvarın içinde. Şimdi bildiğin burnumdan çıkarıyorum dumanını meretin. O kadar yani, gören tiryakisiyim sanır. Senin gibiyim Balık, ben de çabuk uyum sağlarım olana bitene. İyi huyluyumdur. Ha, yok mu kötü huyun, diyeceksin. Olmaz olur mu, aynı hızla da sıkılırım mesela. O yüzden önce sevimli gelir, katlanılabilir gelir, huyunu seveyim dersin, sonra üst üste gelince artılarla eksiler, işin matematiği bozulur, büyüsü gider cicim aylarının. Karakterin bozuk senin, etiketini yersin.
Bir süre sonra akvaryumun suyu bulanır yani, senin dilince. Huysuzun tekisin der, ceketini alır çıkar mesela birkaç ay önce ağzının içine bakan, dibinden ayrılmayan sekiz aylık kocan. Tam on bir katlı, Balkanların en büyük mobilya mağazasında gördüğünde bayıldığınız, 60 metrekare küçücük evinizin bir odasını anlamsızca kaplayan dev Chester koltuk takımında oturur kalırsın gün boyunca. Senin küpten de yok ki içinden geçip geçip durayım. Ah üzülme, bende de var bir şeyler canım; porselen fincanlar var severek aldığım, kalbim gibi, o kadar kırılganlar ki kullanmaya kıyamıyorum. Bıçaklar var mesela, öyle kaliteli ki neye değseler kesiyorlar tıpkı yüksek sesle, hiddetle söylenen cümleler gibi. Senin yeşilliklere değmesinler aman, düzenin bir bozulur, huzurun bir kaçar, sudan çıkmış gibi şaşakalırsın.
Sende olmayanlara gelirsek. Misal, perden yok, gün ışığı geçirmeyen perdeler var bizde, olan ışığını alır götürür de karanlığın içinde el yordamıyla yönünü bulma çabasında olduğunu ancak küçük ayak parmağını kanepenin köşesine vurduğunda yaşadığın acıyla anlarsın. Yüzleşmeler, birbirine ayna tutmalar da yok o cam fanusta değil mi? Gölge nedir bilmezsin sen, oh… Bizdeki ayna zaten bir başka tartışma sırasında çatlamış, sırrı da dökülmeye başlamıştır çoktan ama öyle tembihliyizdir ki ser verip sır vermeyiz kimselere Balık.
Giysi derdin de yok ne güzel, bizim dolaplarsa tıka basa dolu. Dışarıya söyleyemediklerimizi kalıplara sokup kolunu paçasını bazen kısaltıp bazen uzatıp üst üste katladık biz. Sığamıyoruz hiçbir yere. Dolabın içinde ne tertip kaldı ne düzen ama kapağını çektik mi görünmez oluyor içteki o yığınlar. Bir başka sevdiğimiz huy devreye giriyor hemen, görmezden geliyoruz cümleten.
Psikologlar, yaşam koçları, nefes terapistleri, yogiler, lokman hekimler, otacı nineler, huylu huysuz, arlı arsız herkeslere danıştım ben. Hepsi tek bir kişiyi işaret ettiler. Yine ben. Dert ben. Çare ben. Hep ben. Solo maceralara gerek yok dedi ünlü id-ego-süper ego triom. İşte budur bendeki durum. Söyle, o minnacık alanında, dönen bu koca devrana nasıl katlanıyorsun? Ya sen, sen hiç mi yüzeye çıkmak istemiyorsun Balık?
On dördüncü sigaramı yakıyorum. Al sana dumandan bir halka. Bak gördün mü, yeni huylar da ediniyorum. Eşim hava cıva, dedi, feleğin çemberine salladı bir güzel. Ben de huylu huyundan vazgeçmez, diyerek bunun bir kısır döngüye dönüştüğünden dem vurdum. On beşinciye izin vermedi benimki. “Ne bu, yeni, anlamsız huylar?” diye homurdana homurdana yatak odasının yolunu tuttu kocam. “Hadi yatalım artık.” Sigara paketini tuttuğu gibi çöpe attı. Olayın görgü tanığısın ama her zamanki gibi yine suspussun. Ne zaman sesini çıkarmayı düşünüyorsun Balık? Yine de “Tamam,” kelimesi çıktı dudaklarımdan, iyi huyluyumdur. Senin saydam dünyana dışarıdan dokunarak evde bulunup da ortamından mutlu olan tek canlı olduğuna şaşarak yatak odamıza giden koridora geçtim sonra. “Işığı açma,” dedim hemen önümde giden kocama. O umutlandı, iştahlı bir “Tamam,” çıktı bıyıklarının arasından, kim bilir neyin sevdasında. Bense küçük parmağını çarpmasını diledim içimden huysuzca. “Yarın,” dedim yüksek sesle “balığa daha büyük bir akvaryum alalım.”
“Ne alaka?” dedikten sonra parmağını bir yerlere çarpmış olmalı, can acısıyla attığı çığlık yeri göğü inletti. O sesi sen de akvaryumunda duydun mu Balık?
Editör: Gülhan Tuba Çelik
- Ak(var)yum - 5 Mart 2024