Yazar: 20:18 Biyografi

Ah’lar Ağacı’nın Buruk Meyvesi

“Çocukken evdekilere hisli mektuplar yazıp kapı altlarından atardım. Sonra büyüyünce bu tip soytarılıklar yapmak komik kaçmaya başladı. Ben de o zaman şiir yazmaya başladım. Bu yüzden şiir sanırım bende hep bir çocukluk alışkanlığı olarak kaldı. Bir tür muziplik olarak kaldı. Kibritle oynayan bir çocuğun muzipliğini hissettim hep şiir yazarken. Ve genelde de yangın çıktı. Birileri hep kaçmamı söyledi, yanan yeri bırakıp kaçmamı söyledi. Ama ben hep o yanan yeri grapon kağıtlarıyla süslemeye çalıştım.”

Didem Madak

Böyle özetlemiştir çocukluğundan beri dizginleyemediği yazma hevesini Didem Madak bir röportajında. Ve aynı röportajında kameralara dönüp “Benim için şiir tehlikeyi güzelleştirme sanatıdır,” demiştir. İnişli yokuşlu, çoğu zaman sıkıntılı ve tehlikeli yaşamını şiirleriyle güzelleştiren, edebiyatımızın anne kokan şairi Didem Madak, kısa yaşamına üç şiir kitabı sığdırmıştır. Sırasıyla Grapon Kağıtları, Ah’lar Ağacı ve Pulbiber Mahallesi isimleriyle basılan eserleri kısa ömrüne sığdırabildikleriydi. Kendi deyimiyle şiirlerini kanguru gibi karnında taşıyan, öyle derinden sahiplenen bir şairdi o.

Şair olmasının başlangıcı, annesizliğin acı deneyimine dayanıyordu aslında. 8 Nisan 1970’de İzmir’de dünyaya gelen şair, henüz on üç yaşındayken annesi Füsun’u kanserden kaybeder. Annesizliğin şair yaptığı bir kadındır artık o.

“Annem ki beyaz bir kadındır.
Ölüsünü şiirle yıkadım.”

diyerek bir ölümü, ölümsüzleştirmiştir satır aralarında. Ve sayısız şiirde annesinden bahsederek yasını hep taze tutmuştur. Dizelerinin arasına serpiştirilmiş rengarenk reçel kavanozlarında, bir ölünün terliğindeki izlerde, bir fotoğrafta, bahçedeki vişne ağacında, kullanılmayan dikiş makinesinde rastlarsınız Füsun hanımın varlığına. Ve bir annenin yokluğu küçük bir kız çocuğunu nasıl da koca bir kadına dönüştürmüş, şahit olursunuz.

Annesinin ölümünün hemen ardından babasının başka biriyle evlenmesi acısını daha çok katlamıştır. Bu evliliği bir türlü kabullenemeyen Didem Madak şiirlerinin arasına bu sitemi de serpiştirmeyi ihmal etmemiştir.         

“Babam
Çıkarılmış bir adam bütün fotoğraflardan
Kader neydi sanki o zaman,
Masada açık unutulmuş
Turuncu kulaklı bir makastan başka.
Bir ağaca bakıyorum şimdi
Başladığı yerde bitiyor dünya
Alışıyor dil şimdi
Azı dişin bıraktığı boşluğa.”

Küçük yaşta annesiz kalmasına ve babasının evliliğinin yarattığı derin travmaya rağmen ileride şiirlerinde “uzun siyah saçlı kız” diye bahsedeceği kardeşi Işıl’a kol kanat germeyi ihmal etmemiştir. Kardeşi oyun arkadaşıyken dert ortağına dönüşmüştür o karanlık dönemlerde. Bir gün teyzesi, Işıl ile yaptıkları bir sohbete kulak misafiri olur. Didem, annesinin geride bir hatıra bile bırakmayışından şikayetçidir. Bunu duyan teyzesi içinde Varlık Dergisi koleksiyonu ve el yazması bir şiir defterinin olduğu hediyeleri verir Didem’e. Bu kuşkusuz ki onun şiire uzattığı ilk eldir. Ve o eli sıkı sıkıya tutan şair, hayatının en karanlık dönemlerinden hep kelimeler sayesinde düze çıkacaktır.

Didem Madak’ın şiirleri hep hayatın içinden filizlenmiştir. Liseden sonra kazandığı Hukuk Fakültesini yarım bırakıp sırf evden uzaklaşmak için yaptığı evlilik, acı ve sıkıntılı deneyimler yaşatsa da şairin kalemini beslemiş, onlarca şiirin doğmasına neden olmuştur.

“Kadın olmak” şiirlerinde önemli bir yer tutmuştur her daim. Erkek egemen bir coğrafyanın içinde sıkışmışlığını, kadın olmanın zorluğunu, başkaldırılarını, toplumsal çatışmalarını, duvarlarını, sınırlarını her dizesinde buram buram hissedersiniz. Ve onu farklı kılan, bu acı deneyimleri yeri geldiğinde arabesk bir üslupla yeri geldiğinde mizahi bir üslupla okuruna sunabilmesidir. Rengarenk bir anlatıma sahiptir Madak, şiirlerinde bahsi geçen bodrum katı karanlığına rağmen. Acı ile mizahı öyle ustalıkla yedirir ki birbirine, dizeleri şerbete bulanmış bir zehir tadı verir okura.

Boşanmasının ardından Hukuk Fakültesine dönen Didem Madak geçimini sağlayabilmek için çalışmaya ve bir bodrum katında yaşamaya başlamıştır. Bodrum katı deyip geçmeyin, hayatına dokunan her şey, onun bir şiirinde vücut bulmuştur muhakkak. En dokunaklı şiirleri bu buhranlı ortamda yeşermiştir. Bodrum katı da dizelerinde ete, kemiğe böyle bürünmüştür.

“Yıllardır kendini bulutlarda saklayan illegal bir yağmurum.
Bir yağsam pahalıya malolacağım.
Ben bir bodrum kat kızıyım bayım
Yalnızlıktan başka imparator tanımaz bodrumum”

Bodrum katında geçirdiği yıllardan sonra, “Allah’la samimi oldum üç yıl boyunca,” dediği üç yıllık bir soyutlanma dönemine girmiştir şair. Bu dönemde arkadaşlarına sırtını dönmüş, kadınlığından soyutlanmış, örtünmüş ve tasavvufla ilgilenmiştir. Kız kardeşi Işıl’a, örtünerek kadın kimliğinden sıyrılmanın onu rahatlattığını söylemiştir Madak. Bu kayboluşta kendini bulan Didem Madak, her zaman olduğu gibi satır aralarına bırakmıştır sancılarını.

“Ben acılarımın başını
Evcimen telaşlarla okşadım bayım.
Bir pardösüm bile oldu içinde kaybolduğum.
İnsan kaybolmayı ister mi? Ben işte istedim bayım.”

Bütün arkadaşlarından hatta şiirlerinde “Maviş Anne” olarak adı geçen Müjde Bilir’den bile bu dönem kaçan şair, aftan yararlandığı Hukuk Fakültesine de bu süreçte geri dönmüştür.

Şiir yazmak onun için hiçbir zaman okunma kaygısı ile ya da ödüllendirilmek için yapılan bir eylem olmamıştır. Bu yüzden kardeşi Işıl’ın bahsettiği, “İnkılap Kitapevi 2000 Şiir Ödülü” yarışmasını başta önemsememiştir. Bunun üzerine Işıl kendi inisiyatifini kullanarak ablasının bütün şiirlerini yarışmaya göndermiştir. Ve Grapon Kağıtları ödüle layık görüldüğünde, Didem Madak bir süre bastırdığı kadın kimliğine yeniden dönüşü ifade edercesine başındaki örtüyü çıkarıp gitmiştir ödül törenine. Ve bu törenden sonra Madak daha çok yazmaya ve daha çok üretmeye başlamıştır.

Bir süre sonra kendisi gibi şair ve avukat olan Timur Çelik ile ikinci kez dünya evine girmiş, bu evlilikten bir kız çocuğu dünyaya gelmiştir. Bu kız çocuğunun adı tabii ki beklenildiği gibi Füsun olacaktır.

“Canım kızım, cehaletimden şair oldum.
Annesizlikten.
Sen sakın şair olma!” 

diye seslenmiştir kızına, sanki olacakları önceden hissetmiş gibi. Yazmaya, kızına ve hayata doyamadan annesinin kaderinin aynısını sırtlanan Madak yakalandığı kanser hastalığına kırk bir yaşında yenik düşmüş ve aramızdan ayrılmıştır.     

Ardında onlarca şiir ve sayısız “Ah” bırakan şairin vasiyeti ise manidardır. Yaşamı boyunca kendi kabuğunda, kendi sınırlarında dolaşan, hayata hep meydan okuyan şairin bizden tek bir isteği vardır.

“Vasiyetimdir, dalgınlığınıza gelmek istiyorum ve kaybolmak o dalgınlıkta.”

Öyle ki ölümü düşündüğünde bile içindeki isyan bayrağını indirmemiş ve şöyle haykırmıştır.

“Vasiyetimdir;
En güçlülerinden seçilsin
Beni taşıyacak olanlar
Ahtım olsun
Yükleri ağırlaşsın diye iyice
Tabutumun içinde tepineceğim”

Onun her “Ah “ deyişinde binlerce ah miktarı eksilir, binlerce ah miktarı çoğalırım ben. Öldüğü gün doğmuş olmanın hüznü hep saklı durur içimde. Şiirin defolu kelebeğine, anne ve çiçek kokulu o güzel şaire sonsuz sevgi ve saygımla…                 

Visited 14 times, 1 visit(s) today
Close