Muhabbet kuşumuz öldü
Didem Madak
Arkasında uçuşan tüyleriyle mavi bir sonbahar bırakarak
Biliyorsun ölüm, mavi boş bir kafestir kimi zaman
Acıyı hangi dile tercüme etsek şimdi yalan olur Pollyanna
Kustum. Battı balkon fayansları. Böyle bir kokuyla şimdiye kadar karşılaşmamıştım. Açık havada bu kadar kesifse, evin içinde nasıl olurdu kim bilir? İyi ki toprağın altına gömüyorlar ölüleri. Dolabın üzerinde yatıyor öylece cesedi, kımıltısız. Kurtçuklar cansız bedenini kaplamış, yol yapmışlar duvara kadar.
Kumrular ölünce iki günde kurtçuklar basıyormuş cesetlerini demek. Acaba insanın bedenini kaç günde basarlar? “Dünya bu kadar işte” demek için muazzam bir an, şu an. Ah! Ah şu insanların ölümü dahi klişelere sığdırma çabası yok mu? Ne kadar alışılmış sahtelikte bir cümle ve kullananları bir o kadar, en az şu sahte cümlenin basmakalıp kafasında. Sinirleniyorum duyduğumda. Şimdi, şuracıkta toplumun bildiği biri ölmüş olsaydı, herkes, istinasız sosyal medya hesaplarında post çıkıp, tweet atıp bu cümleye doyuracaklardı bizleri. Kendimi alamıyorum; bir kumrunun cesedini görseler ya da can çekiştiğini ne yaparlardı? diye düşünmekten. Şüphesiz o cümleyi kullanmazlardı. Hatta konuşmazlardı bile. Can çekişirken de yanından çekip giderlerdi. Şüphesiz.
Bense yapamadım. Kalbin hassas diyorlar fakat “hak” mücadelesidir bu. Her canlının “güzel bir ölümü hak etmesi” nin mücadelesi. Tabi kumruların ölümü, pek bir değersiz “dünya bu kadarcılar” için. Onu ilk gördüğümde apartmana girmiş, holünde yalpalıyordu. Bir umut, aldım yalpalamaktan bitap düşmüş titrek bedenini avuçlarımın içine. Henüz evin kapısını yeni açmış anneme, gözüm yaşlı bağırdım “Ölüyor, anne. Bir kap su koy. Burada bırakamam, burada ölemez.” Avucumda kumrum, koşarak balkona yöneldim. İçinde kışlık el yapımı salçaların, bulgurların ve çeşit çeşit organik yiyeceklerin bulunduğu dolabın üzerine bıraktım onu. Su kabını, ıslatılmış ince bulgurunu yanına bıraktım, bir umut… Ölmüş, fark etmemişim. Küçük bedenini can havliyle savurmuş olmalı, göremedim. Düzeldi, uçup gitti sandım. Nasıl seviniyordum şu ana kadar bir bilseniz. İki gündür cıvıl cıvıldım. “Belki susuz kaldı, içince canlandı.” dedim “Belki yorgundu, bir sokak kedisine av olmamak için çok kanat çırpmıştı. Dinlendi, can geldi.” dedim. Halbuki adım gibi biliyordum öleceğini. Sırf kuytu köşede ölmesin, temiz bir yerde ölsün diye getirmiştim dolabın üstüne. Dolapla duvarın arasına düşmüş can verince. Kasları gevşedi tabi, yığılıp kalmış olacak. Aklıma gelmedi boşluğa bakmak. Ne zamanki o kokuyu aldım, balkona çıktım, o zaman fark ettim.
Dolap, yıllarca, şehirde yuvalanacak yer bulamayan kuşların uğrak yeri olmuştu. Kimi kış mevsiminde gelirdi kimi yumurtlayacağı zaman. Dolabın ikinci kez ölüme şahit olmasıydı bu. Benimde öyle. Her iki ölümde de benim parmaklarımın izi var, yaşama, yaşatmaya bu kadar sıkı sıkıya bağlanıp kök salmışken üstelik. İlki seneler evvel, bir bahar balkon temizliğinde, dolabın üstündeki tozu almak istememle olmuştu. Bir kumru yuva yapıp, yumurtlamış meğer. Taburenin üzerine çıkıp, yumurtayı gördüğüm anla elimi uzatıp parmağımın ucunu değdirmem ve yaşama olan hürmetimizden “Aaaa yumurta! Yumurtlamış buraya.” demem bir oldu. Meğer kumrular kabul etmezmiş başka bir eli. Geldi, yumurtasından vazgeçip gitti. Öğrenince “Elim kırılsaydı.” demiştim, çok kızmıştım kendime. İkincisi de malumunuz artık.
Şimdi ne yapmalıyım? Elimin değdiği, bitmiş bir işi rötuşlamalıyım. İlk önce kurtçuklardan temizlerim bedenini. Ne de olsa artık alıştım o kesif kokusuna, yapabilirim bunu. Sonra onu bir yere gömerim. Mezarı olmalı. Kimsenin ziyaret etmeyeceğini bildiğim halde istiyorum bunu. Yeri yurdu belli olsun. Yaşamının bir kısmında, kendine, yerinin belli olacağı bir yurt aramıştır muhakkak. Kaldı ki ben onu, ölecek bir yer ararken bulmamış mıydım? Ebedi bir istirahatgâhı olmalı artık.
“Dünya bu kadar işte.” değil.
Dünya, bir canlı için “Güzel bir ölümü hak ediyor” cümlesi kadar işte. Dünya, bu…
- Zevcem - 19 Aralık 2021
- Kumru Ölmüşken Yeri Gelmişken - 18 Ağustos 2021