Yazar: 11:21 Öykü

Döngü

Ölmek belki de güzel bir şeydir. Fakat toprağın altından korkuyor insan. Ya o kadar korkunç değilse? Öyleyse şu dünyanın kahrını boşuna çekiyoruz.

Yıllardır penceremden her bakışımda ölümü hatırlarım nedense. Oysaki dışarıdaki canlılık hayatı anımsatmalı insana öyle değil mi? Şu belediyenin işine de akıl sır ermiyor. Birkaç yılda bir asfalt yeniliyor. Neden böyle kıyıda köşede kalmış bir yola bu kadar özen gösteriliyor hiç anlamış değilim. Neyse işte bu yoldan sayması kolay olan taşıtları seyretmek bir yandan beni dinlendiriyor diğer yandan ise sıkıyor. Keşke kalabalık bir caddeye bakabilseydim. Ama nedense böyle bir yeri tercih etmişim yıllar önce. Aslında ilk zamanlar çok da sıkıcı bir yer değildi burası. Yağmursuz ve sıcak havalarda, dev binaların yamacına kurulan alışveriş merkezlerinde, hele ki kitapçılarda dolaşmak çok eğlenceliydi. Kitapçılar dediğime bakmayın siz, sadece bir tane var. Fakat bu bana yetiyor. Ah şu hastalık keşke çıkagelmeseydi. Belki de düzensizliğimize bir parça düzen katmaya geldi ya da farkında olmadığım şeyleri fark ettirmeye. Ne olursa olsun giden özgürlüğümüz. Belki de geriye dönmeyecek olan özgürlüğümüz. Özgürlük dedim de ben aslında kendimi çok da özgür biri görmüyordum. Kim tekerlekli sandalyedeki birine özgür diyebilir ki? Bence bunda gayet haklıyım. Haklı mıyım, yoksa değil miyim? Böyle ikilemlere takıldığımda her şey bir soru işaretine dönüşüyor. Mesela şu tepemdeki avize, koltuk ya da saksı. Saksı dedim de çiçeğim sulandı mı acaba? Neyse birazdan gelir yanıma söylerim o zaman. Zaman geçmek bilmiyor. Ah bir kıpırdansam akıp gidecek ama nerede. Bir Oblomovluk çöktü üzerime ki sormayın veya sorun. Sorun ki bir hareket gelsin hayatıma. Sulayın beni sözlerinizle. Sulayın ki kurumayayım. Çiçeğim kurudu mu acaba halen yeşil görünüyor yaprakları? Oblomov, dedim de artık o kitabı da okumalıyım. Gerçi sesli kitaplar daha çok hoşuma gidiyor. İnsan bir yerden sonra, mecbur olduğu şeyleri sevmeye başlıyor. Niye düşündüm ki ben şimdi bunu?  

İşte bir otomobil göründü yokuşta. Ufak tefek bir şey, kadınların hoşlandığı tipten. Neden durdu ki penceremin önünde. Arıza mı yaptı acaba? Belki de şoför kullanmaktan sıkılmıştır. Tıpkı benim yaşamaktan sıkıldığım gibi. Ne diyorum ben yahu? Gerçekten sıkıldım mı hayattan? Ölmek mi istiyorum gerçekten? Peki, öyleyse neden diğer insanlar gibi evime saklandım? Hem dışarıda tam da bana göre bir salgın varken. Yoksa sıkıldığım hayat değil mi? Yine çıktı karşıma şu ölüm. Gölge gibi takip ediyor beni. İşte sana tam bir klişe. Klişelere bayılırım zaten. Gece olsa da yatağıma girsem. Niye gündüz yatılmaz mı? Gündüz yat gece yat zaten hep yat yat. Şöyle kocaman bir gemiyle mavi tura mı çıksam? Kanarya Adaları, yok yok Seyşeller, Neyşeller. Şey işte. Şu an kendimle konuşuyorum, biliyorum. Ama en iyi kendimle anlaşıyorum, ne yapayım. Boynum tutuldu karşıya bakmaktan, ne hali varsa görsün otomobildeki. Ne hali var acaba, en iyisi biraz daha bakmalı.  

Ah şu kadın da bir rahat vermedi. Kaç sefer diyorum beni dalgınlığımdan ayırma diye. Gerçi şimdi bir yere dalmadım ki sadece bir gerilim filmi izler gibi yolcunun sonunu merakla bekliyorum.  Bak yine sesleniyor mutfaktan. Ah anne ah. Bıraktın beni şu kadınla bir başıma. Ne vardı göçüp gidecek. Hayır, bağırıp durma be kadın. İçmeyeceğim senin kaç sefer yeniden kaynattığını bilmediğim çayından. Hem çayın hiç annemin yaptığı çaylara benzemiyor. Şu araba da bir kalkamadı yerinden. Adama bak sigara küllerini camdan silkiyor. Sanki babasının sokağı. Bizimki yine bandanasını geçirmiş başına koşuyor. Yahu bari yasak günlerinde acı bacaklarına. Yok, illa koşacak. Torunların olacak neredeyse sen halen kas peşindesin. Ben de Bizimkiler dizisindeki yöneticiye benzedim iyice. Adamın adı neydi? Aman neyse ne! Çay kaşığının sesini iyice artırdı bizim temizlikçi. Boşuna uğraşma duymayacağım seni ve gürültülerini. Yine de haksızlık etmeyeyim ona. Ama bazen, neyse… Ne diyordu şair, “Düştüm bir ormana yol belli değil”. Herkes bir yolun yolcusuysa eğer kimseye çelme takmaya hakkımız yok. Yine başladım didaktiğe. Huylu huyundan vazgeçmezmiş ne de olsa. 

Yazık o kadar koşu boşuna gitti ciğerlerine dolan dumanla. Sen de ters ters bakacağına az uzaktan gitseydin ya. Gerçi gitmiyor ki galiba hararet yaptı otomobil gibi. Hararet dedim de çayı içsem mi acaba? Sıcak ve şekerli bir şey inerse boğazımdan aşağıya neşem yerine gelir belki. Çaydanlık yeniden ıslık çalmaya başladı anlaşılan yine kaynadı su. Beynimin kıvrımlarına dökse de kaynar suyu rahatlasam. Biraz da annemi hatırlattığı için tutuyorum yanımda. Ne diyorlardı hatırlanmak güzeldir bence unutmamak daha güzel.  

Adeta durmuş bir zamana bakıyor gibiyim. Ne koşucu kımıldıyor yerinden ne de otomobil. Çivilenmiş gibiler. Ne oluyor yahu. Of, başım çatlıyor. Çaysızlıktan hep. Aklımdan çıkaramıyorum şu çayı. Yoksa ben de mi çay edebiyatına tutuldum? İtiraf et iyi şakaydı. Kime edeyim? Kime istersen ona. Kendime. Kendimden başka kim var ki burada? Düşünsene mutfağa gidiyorum ve diyorum ki çay edebiyatı. Anlar mı ki? Niye anlamasın kitaplarımı kim okuyor bana okuya okuya bir şeyler kapmıştır. Sesi de fena değildir hani. Yumuşak ve derin. Hele ki soğuk kış günlerinde insanın içi ısınır kelimeler dökülürken dilinden. Aslında benim sorunum onunla değil. Kiminle peki?   

Ulan şunlar bir gitse de biz de işimize baksak. Neden bekliyorum ki onları? İşime gideyim. İş mi? Benim bir işim var mı ki? Yok mu? Var mı? Yok. O zaman beklemekten başka çarede yok. Neyi? Bilmem.

Ne çabuk kayboldu bunlar. Oysaki gözümü kırpmadan seyrediyordum. Neyse birazdan yeni bir seyirlik çıkar bana. Bak sesi duyuldu bile. Allah Allah bu deminki otomobil değil mi? Tur mu atıyorsun arkadaş, nedir? Arkadaşım mı ki? Dur şimdi karıştırma. Camını hiç kapatmamış belli nikotin bağımlısı. Yine mi aynı yerde kaldı ne? Yok, bunda var bir iş .Çay kaşığı sesi de bir kesilmedi gitti. Bizimki tüm kaşıkları tek bardağa sokmaya çalışıyor galiba. Yeni ıslık da duyulduğuna göre “Çay hazır” nidası gelir artık. 

Tamam, insan ile makinenin yarışı başlamış bizim yokuşta. Baksana koşucu yetişti arabaya. Bu kaçıncı adım be mübarek. Antik Yunan’dan beri koşuyorsun galiba. Neden Antik Yunan? Hani var ya meşale… Ne meşalesi? Boş ver. Yine dumana boğuldu bak. Penceremi açıp avazım çıktığı kadar bağırmak istiyorum. “Buradan geçme. Tüm çaban boşa gidiyor.” Benim de mi çabam boşa gitti? Yaptığım her şey anlaşılamama duvarına çarpıp dağılmış gibi. Belki de kendime olmadık yükler ediniyorum. Tek bildiğim şey abartmakta usta olduğum. Eski çok eski bir arkadaşım bana çocuk gibisin demişti -bir küfrü duyup da yüzüm kızardığında. Yüzüm fıtrat gereği kızarmıştı oysa. Utanmak, unuttuğumuz en acı şeylerden. Ben mi fazla hatırlıyorum yoksa? 

Ayağını sürüye sürüye yaklaşıyor bana. Elinde kesin bir tepsi var. Boynumu döndürebilseydim odaya girişini seyrederdim zira şu otomobil olayı iyice sıktı. “Evet beyim,” diyor yine o naif sesiyle, “çayınız hazır.” 

Kazağımın yakasına tutuşturduğu bez beni tüm kirlerden ve kötülüklerden koruyacakmış gibi hissettiriyor. Kendime itiraf etmem gereken bir şeyler var gibi. Galiba bu kadının yanımda olması beni ben yapan şeylerden biri. Mavi gözlerini yüzüme yaklaştırıp bir şeyler söylemesi yetiyor. Anlamlı veya anlamsız, sıradan ya da önemli, ne olursa. Gözümle dizlerimin az ötesindeki saksıyı işaret ediyorum. Dudaklarına hafif bir tebessüm kondurarak “Evet suladım,” diyor. O geldiğinde ne sıkıntım kalıyor ne öfkem ne de yalnızlığım. Her seferinde onu ilk defa tanıyormuşum gibi geliyor bana. Gittiğindeyse yine aynı karanlık hale bürünüyorum. Neden ona bu kadar bağlandım ki? Fiziksel durumum o yokken de aynıydı. Galiba ruhumu güzelleştiren bir şey var onda. Aşk gibi bir şey. Ama âşık da değilim ya da şehvani bir duygum da yok. 

Yalnız bu sefer hazırladığı şeylerin tadı bir başka. Hele şu kek, enfes olmuş, keşke beğendiğimi söyleyebilsem. Neyse ki göz kapaklarım halen çalışıyor. Oh nihayet pencereye perde çekildi. Ne çabuk akşam oldu. Çabuk mu? Zaman geçmiyordu hani. Kendimi bir zamana hapsolmuş bitmek bilmeyen bir döngü içinde hissettiğim her anda çıkıp geldiğin ve beni kurtardığın için teşekkür ediyorum demeye çalışıyorum gözlerimle. Anlıyor mu? Evet, anlıyor.

S. Sinan Özer
Latest posts by S. Sinan Özer (see all)
Visited 18 times, 1 visit(s) today
Close