Yazar: 16:58 B. Nihan Eren Dosyası, Kitap İncelemesi, Öykü Kitabı

Nefeshane Kitap İncelemesi

Nefes

Nefes, doğumdan ölüme uzanan bir süreklilik. Yaşamı nefes almaya borçluyuz. Duygularımızı nefesle tanımlıyor veya tarif ediyoruz. Nefesimiz sıkışıyor, sıklaşıyor.  Nefesimizi tutuyoruz. Bazı şeyler bize nefes oluyor, bazı hallerde nefesimiz kesiliyor. Her an nefes alsak da o içgüdüsel eylemin varlığını boğulduğumuzda veya tersine tertemiz havayı derince içimize çektiğimizde hatırlayacağız. 

Ne olursa olsun yaşamın devam etme hali o.

Hayatın devamlılığı

B. Nihan Eren’in Nefeshane’sindeki öykülerin ölümle başlayıp doğumla sona ermesi rastlantısal değil.  Yaşamın doğal dizgesinin tersine bir kurguyla umudu imliyor: Hayatın devamlılığı.

Ayrılıklar, kayıplar, ölümler acı ve sarsıcıdır; kimisi pek daha çok… Felaket ve acılara maruz kalan, bir ölümün ardından geride kalanlar için kimi zaman onun nasıl devam edeceğini aklımızdan geçiririz. Hayatın önüne geçilemeyen akışı, yaşamın sürekliliği bu soruyu cevaplar. 

Nefeshane’deki tüm öyküler çaba, baş etme gücü ve yaşamanın mesuliyetleri üzerinden nefes almanın yollarını betimliyor. Karanlık bir atmosfer hissetsek de yazar yaşamdan yana. Karakterlerin farklı sınıf ve sosyokültürel yapılardan gelmesi yaşama tutunmaya dair her yolun farklı taşlarla bezeli olmasını sağlıyor metinlerde. Karakterler mezardan başlayarak birbirinden farklı mekân ve atmosferler aracılığıyla okura sesleniyor. Onları birbirine teyelleyen bağ ise İstanbul. 

Şehir

Öykülerin geçtiği İstanbul gerçekçi bir panoramada okura yansıtılıyor.  Fırsatın, düş kırıklıklarının, zenginliğin, yoksulluğun, kudretin, yoksunluğun iç içe geçtiği bir kargaşa bu. Kimi İstanbul ile çekişirken kimi ona hayran. Ona meydan okuyan da var, içinde kaybolan da.

Karakterlerin İstanbul ile ilişkileri zor yollardan geçiyor. Yazarın, İstanbul’u yalnızca bir kent, mekân olarak değil aynı zamanda hâkimiyet simgesi olarak da ele aldığını hesaba katabiliriz. Kimsenin ona erişmeye veya onu dönüştürmeye gücü yetmiyor. Kabuğu sert, duyarsız ve aykırı. Köken, aile, cinsel kimlik, meslek veya sınıflar üzerinden biçimlenen aidiyetler bu şehrin surları içinde nefessiz bırakıyor. Tüm tıkanmalar bu şehirle özdeş. Onun rahim kanalından geçip içinde tomurcuklanıyor. Kendimizi gerçekleştirmeye çabalarken çevrenin etkilerinden, yargı ve kurallarından müstakil kalamıyoruz. Nefes kanallarını tıkayan her bir unsur bu sebeple İstanbul üzerinden simgeleşiyor.

“Sen yalnız kendine meyyal, biricikliğine meftun, başına buyruktun. Bize kördün. Yalanmış, ziyanmış geldiğimiz yerler; bekledik, istedik, yırtmak için çırpındık, sonunda baktık uykularımız boşu boşuna paramparça. Tırmaladık, uğraştık, oldu, olacak, kurtulduk derken, yolun sonunu bir bodrumda bulduk, çıkarız derken olmadı, tıkandık, beter sabahlara uyanmaktan kendimizi alamadık. Sana kaldık. Bir yol ağzında çatallar, bir çukurda ümitler, duvarında yeşiller, işte o biziz. İçindeyiz be dünya güzeli. Sendeyiz. 

Bizi gör.”

“Ben bir başkasıdır”

Bir karakterin dilinden aktarılan manzarayı bazen bir sonraki öyküde karşısındaki karakterden dinliyoruz. Bunu, insanların birbirlerini nasıl gördüklerini veya göremediklerini anlatma tercihi olarak varsayabiliriz. Doğruluğun göreliliği.

Kaplumbağa Terbiyecisi öyküsündeki Vasıf’ı babasının tahakkümünde büyümüş, eşcinsel bir koca olarak okuyoruz. Hep ileriye bakması için boynundan sıkıca tutan, güçlü, otoriter, varsıl bir hâkimiyet altında nefessiz. Babası (şah damarını sıkan el) öldükten sonra onu nefessiz bırakan hayat ile köprüleri atması; babasının çiftliğini satıp karısı Leyla’dan (o sert elin payının olduğu evlilik) ayrılması Vasıf’ın doğrusu iken, Leyla için bir bozgun. Onu güçlendiren, mağrur ama başkalarına karşı mesafeli kılan bir sükûtu hayal yani.

“Leyla, dünyanın hepi topu bir tahakküm meselesi olduğunu kavradığında zaten çocuk sayılırdı. Vasıf’la evlendiğinde de öyle. Bütün bu edimleri, güdük aşkına sahip çıkışı da dâhil olmak üzere, onun için, hayatın bütün pürtüklü eşiklerini bir asaletle geçmesini sağladı. Ama o kadar.”

Ölüm bilinci

Yazarın bir mülakatında “ölüm bilinci” kavramı üzerinde durduğunu görüyoruz. Ölümün kendisindeki karşılığı sorusuna cevaben, insanlığın medeniyet kurma motivasyonunun ölüm korkusu değil, ölüm bilincinden kaynaklandığını söylüyor. Ölecek olduğunu bilmenin insanlığı anlamsızlığa değil anlamını yaratmaya sevk ettiğini savunan bir bilinç tanımı ortaya koyuyor. Bu bilinci, ölümü bilip yaşamayı sevmek olarak tanımlarken, sunduğu perspektiften Nefeshane’yi şu şekilde aktarıyor:

“Elbette yaşamayı, ölmeyi, istediği gibi bir yaşamı sürdürmeyi, doğurmayı, ruh ve beden bütünlüğü içinde kendini eksiksiz ve tam hissetmeyi, kendi ve çevresiyle uyum içinde olmayı veya olamama talihsizliğini anlatıyor.”

Boyut

Nefeshane’nin güçlü tarafı, yaşam döngüsüne dair felsefesi ve toplumsal bağlar üzerine kurduğu diyalektik. Yazarın merak ve içgüdüleriyle yola çıktığını, kendisi için de geliştirici & dönüştürücü bir süreç olarak hissedebiliyoruz Nefeshane’yi. 

Karakterlerin kendilerine çizdiği hat, aldığı kararlar veya baş etme biçimleri hikâyelerde farklı koridorlar açıyor, diğer karakteri dönüştürüyor veya saydamlaştırıyor. Okurken gözlemlediğimiz bu tepkimelerin yazma sürecinde filizlenip geliştiğine dair güçlü emareler var. Yazarın da okuru gibi bir yolculuğa çıktığının, karakterlerini farklı boyutlarıyla ele alarak yeni anlatılarla yolunun kesiştiğinin ipuçlarını veriyor bize metin. 

Günümüz öykücülüğünde salt dile yaslanan metinlerle yan yana koyduğumuzda öykülerin güçlü nüvelerle biçimlendiğini fark etmek zor değil. Nefeshane’nin nitelikli bir mayası var; yazarken etki arttırıcı harici işlemler uygulamaya gerek duyulmayacak bir olanak yarattığı düşünülebilir. Dahası, yazara zemini sağlam bir alan açıyor. Yazar bu alanda karakterlerini güvenle büyütebilir. Her öyküde olduğunu söylemesek de kendi yarattığı bu imkândan ziyadesiyle faydalanmış bir metin Nefeshane.

“Seni bir yerden aldılar. Bir yere bıraktılar. Sana ol diye zaman verdiler. Çünkü geleceği sana buralar verecek. Öyle dediler. Olmak. Olmak bir geleceğin şanlı belirsizliği gibi, olmak bir anlamın hep aranan beyhudeliği gibi, olmak bir kıvam arttırıcı gibi. Olmak. 

Ama henüz hiçbirini bilmiyorsun.”

Editör: Mete Karagöl

Başar Yılmaz
Latest posts by Başar Yılmaz (see all)
Visited 17 times, 1 visit(s) today
Close