Cumaovası aktarmalı 775 numaralı Özdere körüklü otobüsünün körüklerinin bittiği yer ile kapının arasındaki genişçe tek kişilik tek yolcu koltuğuyum. Şoförünkiyle toplam kırk iki koltuğuz. Körüklü otobüs en arka koltuğuna oturularak yapılan seyahatlerde insanda kemik bırakmayan vazgeçilmez toplu taşıma zamazingosudur. Bu yüzden literatürdeki adı eklemli otobüs olmasına rağmen “körüklü” adıyla anılır. Ama ablanın favori oturma yeri o değil, benim. Zaten diğer yerde nasıl rahat ediyorlar havsalam almıyor. Abla da “Ömür billah oturacağım koltuktan kalkmayacağım,” demiyor da “Yolculuk boyu topu topu bir saat on beş dakika civarı oturacağım,” diyor. Bu da koltuk sevdasının böylesi. Her körüklü otobüste oturma yerim sırt dayama yerim genişliğinde değil, bazen koltuk daha dar oluyor. Abla bir seferinde boş diye sevinerek onu ben sanıp oturdu ama kolu bacağı sıkıştı cama metale. Rahat edemedi kalktı. Bazı körüklülerde de yan yana ikili, üçlü oluyor koltuklar. Onları da tecrübe etti. Yanında oturan yolcular kalkana kadar suratından düşen bin parçaydı. Hatta ikili oturma grubunda yanında oturan kız karşıda bir koltuk boşalınca “Ben oraya geçeyim de siz rahat rahat oturun,” deyip kalktı. Doğru teşhis. Abla bende rahat ediyor. Eşyalarını bir sağ yanıma, bir sol yanıma koyuyor, geçiyor ortama ooohh!.. Şemsiyesini de asıyor körüğün kenarındaki metal direğe. Başlıyor söylemeye içinden “İzmir’in dağlarında çiçekler açar, İzmir’in dağlarında çiçekler açar…” Ama başlarda bilemiyordu. Alışkın değildi ki garibim çantası kucağında, torbacığı yanında. Dün otobüste dönerken bayağı canı sıkıldı.
On dakika bile beklemedim durakta. Sıranın sonundaydım. Ama umutsuz da değildim. Çok kalabalık değildi bekleyenler. Şansım yaver giderse iki torbam, bir çantamla -ve inşallah geniş tekli oturma yeri de vardı- yerleşecektim. Zaten zor biniyordum, her zamankinden de güç çıktım basamağı. Bir de dört kapılı körüklü model alçak zemin teknolojisi sayesinde yolculara kolay ve konforlu bir biniş imkânı sağlıyormuş. Yana yatma fonksiyonuyla durak seviyesinde alçalarak yolcuların iniş ve binişini kolaylaştırıyormuş. Nasıl oluyorsa? İnmem de pek bir zahmetli. Neyse çok çabuk ilerlemeye çalıştım. Orta kıyım bir adam oturmuş oraya. Daha doğrusu kaplamış orayı. Bir daha baktım. Belki o dar koltuktur diye, yok, benimkisi. Karşı çaprazında, cam kenarında, geldiğimiz yöne bakan koltuğun önünde duruyorum. Müthiş üzgünüm. Bir iki yutkundum. “Şey,” dedim adama. “Nerede ineceksiniz?” “Ahmetbeyli’de.” “Yaa…” dedim. Artık içimden mi, sesli mi bilmiyorum. Korkunç bir hayal kırıklığı. İçimden “Rica etsem sizin yerinize geçsem,” demek geliyor. Öbürünü zor dedim. Cesaret edemiyorum işte. Ah bir diyebilsem. “Ben otobüse binerken oraya oturmayı hayal etmiştim. Eşyalarım var. Onları yere koymak istemiyorum. Koltuğun yanlarına koyacağım desem,” Ama ah işte artık medeni cesaret midir her neyse o kadarı yok bende. Ne yapayım. Oturdum adamın karşı çaprazındaki cam kenarındaki koltuğa. Adam da tuhaf biri. “Nerede ineceğimi niye soruyorsunuz?” demiyor. Sonradan da garip bir adam olduğunu anlıyorum zaten. Otobüsten o kadar geç ineceği için içim içimi yiyor, nefret dolu bakışlar gönderiyorum adama. Arada göz göze geliyoruz, hiç rahatsız olmuyor. Elindeki telefonu karıştırıp duruyor. Esmer, dağınık saçlı, gözlüklü, elli beş altmış yaşlarında. Görüntüsü gibi ayaklarının önüne bıraktığı, eşyalarla dolu siyah çöp poşeti, beyaz poşetleri de eski püskü. Şanslıyım yanıma kimse oturmuyor ama yine de ağır çantam kucağımda, iki poşetimi yanımdaki koltuğa koyuyorum. Rahat bir yolculuk değil. Dönüp dönüp arkama bakıyorum. Ayakta olan, durakta inen olur, yer boşalır, otururum diye dikkat kesilir, ben duraklarda binenlerden yanıma oturan olacak mı diye. Poşetlerin sapları hep sol avcumda, her an kalkabilirim. Bir ara bırakayım poşetlerin saplarını diyorum, mübarekler yeni yürümeye başlamış çocuk sanki sendeliyorlar, dengelerini kaybedip devrilecek gibi oluyorlar. Hemen yakalıyorum. Yol boyu bir ben bir de en arkadaki delikanlı yalnız seyahat ediyoruz. O da benim gibi yanındaki koltuğa eşyalarını koymuş. Ama o cam kenarındaki koltuğa koymuş eşyalarını benim gibi koridor tarafındakine değil. Muhtemelen o da benim gibi yalnız yolculuk etmek istedi. Düzeltiyorum. Aslında ben yanıma birinin oturmasına karşı değilim sadece eşyalarımı yere koymak istemediğimden hepsini kucaklamam da zor olacağından yanıma kimse oturmasın istiyorum. Belki arkadaki delikanlının eşyasını yere koymakla ilgili bir çekincesi yok, yalnız olmak istiyor. Ancak yine de şu tek kişilik koltuk benim için kaymaklı ayva tatlısı.
Ahmetbeyli’ye yaklaştıkça bir heyecan sarıyor beni. Yol bitmek bilmedi bugün. Her bir durağı saydım. Adam arada kafasını telefonundan kaldırıp camın dışına bakıyor ama bana az geliyor. Nihayet Çile Çıkış Durağından ayrılıyoruz. Eee hadi baksana dışarı artık telefonunu kaldırıp toparlansana. Ama nerdeee… Ne varsa telefonda? Ahmetbeyli Mezarlığı’ndan geçiyoruz. Başı yine önde. Pesss!.. Gerçi bir ara kaldırdı kafasını, bir çabuk bakındı, sonra yine gömüldü telefonuna. Kalkıyor yerinden. Tüh oturdu. Yoksa vaz mı geçti? Ahmetbeyli’de inmeyecek mi? Yoksa bilmiyor mu Ahmetbeyli neresi? Yol ayrımındayız. Nihayet ayakta. Hâlâ bir kararsız. Tuhaf bir adam bu canım. Oooh! Çok şükür basıyor düğmeye eğiliyor torbalarına, zaten yarı doğrulmuştum, koltuktan fırlıyorum hemen, atıyorum kendimi koltuğuma. İçimde başlıyor çalmaya “İzmir’in dağlarında çiçekler açar…”
Editör: Gülhan Tuba Çelik
- Şu Çekçek Meselesi - 1 Temmuz 2024
- Koltuk Sevdası - 27 Mart 2024
- Lütfen Karıncaları Yutmayın - 27 Şubat 2024