Tanrı’m, sol ayağımın serçe parmağı üşüyor. Birazdan o parmağın bana ait olmadığını, kanımdan beslenmediğini, bu düşüncelerle yetinmeyip serçe parmağımın bir kelebek olduğunu düşüneceğim. Ben genellikle düşüncelerimi önce yadırgar ardından mutlak bir inançla doğrularım. Çelişkilerim, var olduğum sürece bana sadık kalmaya yeminliler. Evet, o bir parmak değil, yaşama tutunamayıp bütünüyle de yaşamdan kopmayan cılız bir kelebek.
Parmağımı kuvvetlice ovuşturdum. Sıcak vücudum, küçük bir soğuğa karşı büyük bir mücadele başlatmıştı. Ne zaman sona ereceği belirsiz soğuk bir savaş. Buna iç çatışmam da dahil oldu. Ah! Sünepe, yaşadığını bilsem dünyayı sana dar edeceğim. Yemin ederim seni mahkemelerde süründüreceğim. Yasaların önünde savunmasız bir bebeğin serçe parmağının nasıl kırılmayacağını öğrenecek; dönüşü imkânsız hataların cezasını, özgürlüğünle ödeyeceksin. Ben ise haklı çıkmanın vermiş olduğu gururla bir yandan sırıtacak diğer yandan elimle parmağımı ovuşturacağım. Ortada savunmasız bir parmak ve ödenmesi gereken bir bedel var. Evet, hemşire sen bu bedeli ödemekle yükümlüsün, dedim. Kendi kendime ve yüksek sesle söyledim. Kedim Sofya, sözlerimi üzerine alınmış olmalı ki koşarak gidip annemin yanına sindi. Muhatabım oymuş gibi gözlerini bana dikti. Kısa bir sessizlik oldu. Bizim evde sessizlik genellikle uzun sürmez. Kimsenin yargılanmasına gönlü razı olmayan annemin “Ölünün arkasından kötü şeyler konuşulmaz.” sözü bu hayallerimi yıktı. Bu yıkım öyle sandığınız gibi deprem etkisi yaratmadı tabii. Tuğlaları yavaş yavaş yerinden oynatarak içten bir çöküşe sebep oldu.
Savunma mekanizmam, ilahi adaletin tecelli edeceğini hatırlatıp durdu. Ayak parmaklarım belli bir düzen içindeyken, kenardan taşmış bir et parçası hakkını arayacaktı. Yıllarca kapalı ayakkabı giydim. Siyah, korumasız ve yanıltıcı. Hayalimdeki beyaz sandaletler korsan gemiler gibi yanımdan yüzerek uzaklaştılar. Ben ise bakmakla yetindim. Kusurumun açığa çıkacağından, alaya alınmaktan korktum. İnsanın korkularla baş etmesi büyük mesele.
Şu sıralar elektrik kesintileri sıklaştı. Hava sıcaklığı üç derece. Üşümenin insanı dinçleştirdiğini söylüyorlar. Hayır, bu doğru değil. Aylardır elimde yarım bir öykü, ben nereye o da benimle oraya. Bugün bitirmeye kararlıyım. Şartlar ne olursa olsun. Peşime takılmasından bıktım. Zihnim, onca gereksiz insan, gereksiz mesele ve tek taraflı kazanılan davalarla boğuşmaktan yorgun. Boş bir kafanın dolu bir kafadan daima daha özgür olduğunu düşünürüm. Önce düşünür ardından doğrularım. İnsan öz düşüncelerinden sıkılır mı? Elbette. Evet evet, bugün bu öykü bitmeli, kurtulmalıyım kafamın içindeki seslerden.
Ev soğuk, mutfak karanlık, annemin dizlerinde battaniye, parmağım üşüyor ve bitirilmesi gereken bir öyküm var. Dün haberlerde, sürücülere kış lastiklerini takın uyarısı yapılmıştı. Camdan dışarıya baktım. Minik kar taneleri nereye konacaklarını bilmeden uçuşuyordu. Sıcaklık eksi bilmem kaç? Şairler pencerelerin önünde çoktan yerlerini almış olmalılar, dedim. Sofya kuyruğunu salladı, annem ise başını. Sözlerim anlamsız gelmişti belli ki. Şiirden anlamayan anneme şairden, kardan bahsediyordum. Benimki de iş dedim. Bu defa içimden söyledim. Kimse duymadı. Her şeyi herkes duymalı diye bir kural yok. Mutfağa geçtim. Çay demleyeceğim, bu hepimize iyi gelecek.
Telefonum mutfak masasının üzerindeydi. Esas görevimi unutarak yüz seksen altıyı aradım. Karşımda sesine güvenen ezberci kız, “Aradığınız operatör şu anda cevap veremiyor, sizi müşteri temsilcisine bağlıyorum.” dedi. Kurumlar, mekanik sesler, hastaneler ve bu kurumlarda çalışan bazı kişiler bana hiçbir zaman güven vermedi. Dınnnnn! Daha önce duymadığım bir müzik çalmaya başladı. Soğuk ve itici sesin ardından müziğin ruhumda bırakacağı etkiye yoğunlaştım. Gelecek kaygısı yaşıyordum bir bakıma. Anlık hazlar bana göre şeyler değildi. Müzik ve ruh ilişkisini sorgularken ses araya girdi. Bana söz hakkı tanımadan, yönetimi de elden bırakmadan bekleyenler arasındaki sıramı hatırlattı. Altıncı sıradaymışım, birazdan aradığım kişiye ulaşacakmışım. Beklediğim için teşekkür ediyor. Benimle birlikte bekleyen beş kişinin arama nedenlerini düşündüm.
Hepimizin sorunu aynı mıydı? Üşüyor muyduk? Serçe parmakları sakat mıydı? İkinci sırada bekleyen kişi de, güzel yıllarını annesiyle ve kedisiyle geçirmek zorunda kalan, bağımsızlığını ilan edememiş, bütün hıncını yazdığı hikâyeye dökmüş bir kadın mıydı? Kimin hikâyesi daha yarımdı? Yoksa topluca bitmiş bir hikâyeyi uzatmaya mı zorluyorduk.
Bunları düşünürken az önceki ses, tekrar araya girerek düşüncelerimi böldü. “Bekleyenler arasındaki sıranız bir. Birazdan müşteri temsilcisine bağlanacaksınız.” dedi. Ses kaydının kesilmesiyle nihayet bir muhatabım olmuştu. Dijital çağda nesnelerin de hafızası vardı, söylenen her şeyi kayıt altına alıyordu. Tanrı’m, zaman neden durağan, ruhumdaki boşluk neden büyüyor?
Merhaba ben Buket, görüşmelerimiz kalite standartları gereği kayıt altına alınacaktır. Size nasıl yardımcı olabilirim, dedi. Buket, konuşmalarımı kayıt altına alarak herkesin eline zamanı geldiğinde kullanacağı bir malzeme veriyordu. Oysa ben yasalardan, kayıttan, resmiyetten korkarım. Serçe parmağım sakat diye yazın sıcağında kapalı, dar ve siyah ayakkabılar giyerim. Kimlik numaramı mümkün olduğunca kimseyle paylaşmam. Alan kodu ile başlayan telefonları açmam. Bazı insanlara ve bazı sağlık çalışanlarına güvenmem. Annem güvendi de ne oldu? Serçe parmağımda kelebek etkisi bıraktı.
Merhaba Buket Hanım, dedim; kayda almasanız konuşmalarımızı. İlk defa mı resmi bir kurumu aradınız, dedi. Evet, dedim. İçimdeki ses, renkli yalanların masum olduğunu hatırlattı. Oysa kaç defa hemşireyi şikâyet etmek için devlet dairelerini aramıştım. Kayıtlarımızda bu isimde biri yok, dediler. Öyleyse kimdi parmağımın katili, kimdi onu hayatımdan koparan? Buket Hanım bu isteğimin mümkün olmayacağını söyledi. Elektrik arızası için biri, başka bir sorununuz için lütfen ikiyi tuşlayınız. Bire bastım. Tekrarı severim. Buket, arama nedeninizi birkaç cümleyle söyleyiniz, dedi. Sözleri yerli yerindeydi ve kolay anlaşılıyordu.
Saat on birden beri elektriğimiz kesik. Ev soğudu. Kar yağmaya başladı. Sol ayağımın serçe parmağı üşüyor. Parantez açtım. Yıllar önce hastanede yaşadığım talihsizliği, şekilsiz ve cansız bir parmakla yaşamak zorunda kaldığımı ve bu olayın fiziksel ve psikolojik etkilerini ve bitirilmesi gereken bir öyküm olduğunu söyledim. Ve bütün bunları parmağımın üşümesine bağladım. Bir de bitirmem gereken bir öyküm var, dedim. Buket, sizi anlıyorum, dedi. Anlaşılmış olmanın hafifliğiyle rahatladım. Oda ılıktı. Kar aralıklı yağıyordu. Parmağımdaki ölü kelebek canlandı. Sofya’nın gergin kuyruğu gevşedi. Annem battaniyeyi katladı, kenara koydu. Bitmeyen öykümün sonu geldi sandım fakat bunların hiçbiri olmadı. Buket, sokağımızda bir arıza meydana geldiğini, tahmini tadilat süresinin bir saat olabileceğini söyleyerek iyi günler diledi. Fakat bu dileği gerçekleşmedi.
Gece saat on bir. On iki saattir elektrik kesintisi giderilmedi. Bir kez daha kandırıldım. Bir kez daha kayıt altına alındım. Sofya uyudu, annem de. Kafamda yarım öyküyle yatağa girdim. Yorgan soğuktu. Parmağıma annemin tülbendini sardım, uyumuşum. Hava güneşli, parmağım kelebek olup uçuyor. Dört parmakla kalıyorum. Ayağımda siyah ayakkabılar. Hararetli bir şeyler söylüyorum. Hemşire işaret parmağını ağzına götürmüş sus diyor. Buket kayda alıyor. Arıza giderildi, öykünü yazabilirsin, diyor. Gıcık oluyorum Buket’e.
Ter içinde uyanıyorum, oda karanlık. Sofya horluyor, annem de.
Şarjım bitmiş ve ben öykümü kayda almamışım.
Editör: Hatice Akalın
- Kelebekler ve Şeyler - 17 Haziran 2023
- Kefaret - 24 Nisan 2023