Bir Gün Bir Kitap Okudum
Artık çok bilindiği ve yinelendiği üzere Yeni Hayat, “Bir gün bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti,” diye başlar. Bütün hayatımızı değiştirebilecek güçte bir kitap olup olamayacağı tartışılabilir ancak kitapların bir araya gelerek insanların yaşamlarını değiştirebileceği tartışma götürmez. Kitaplar el ele, sırt sırta, omuz omuza verdiğinde çok güçlüdür. Jeanette Winterson’un yaşam öyküsünü anlattığı Normal Olmak Varken Neden Mutlu Olasın? adlı kitap da bunu yineliyor. Ben de tam bu noktadan hareket edeceğim. Bu yazıda kitapların bir insanın hayatını nasıl kurtardığını anlatacağım. Kitapların böyle bir gücü olduğuna ben hep inandım!
Öyküler Tehlikelidir
Jeanette Winterson, (Bundan sonra onu yalnızca Janette diye anacağım. Onunla kurmaya hazırlandığım içten ilişki de bunu gerektirecek.) kitap girmesinin yasak olduğu bir evde büyür. “Kitap” ve “yasak” sözcüklerinin yan yana düşmesi sık rastlanır bir durum olduğu için belki de bunu yadırgamayacaksınız. Bense kitabın yasak olduğu o eve girmekten yanayım. Jeanette’in bize kapıya açacağını umuyorum.
Bu evde karşımıza her akşam yarım saat İncil okuyan bir anne çıkar. Evde zaten biri İncil, ikincisi İncil yorumu olmak üzere yalnızca altı kitap vardır. Bu kitaplardan biri, Thomas Mallory’den Artur’un Ölümü’dür. Anneannenin erkek kardeşinden (kültürlü, bohem bir dayıdan) kalan bu resimli kitap, olağanüstü bir güzelliktedir. Jeanette, kitabı okur. Kitap içine “kimyasal bir bileşimin eksik molekülü” gibi yerleşiverir.
Anne Bayan Winterson, tarih hakkında kurgusal olmayan kitaplara izin verse de kurgusal romanları sorunlu kabul ettiği için kızının onları okumasını yasaklar. Anne, öyküleri tehlikeli bulmakta haklı mıdır? Yanıtını Jeanette’ten duyalım:
“Evet, annem haklıydı. Öyküler tehlikelidir. Bir kitap sizi bir başka yere uçuran sihirli bir halıdır. Her kitap bir kapıdır. Açarsınız. İleriye doğru bir adım atarsınız. Geri döner misiniz peki?”
Geri dönmeyi istemeyecek çocuklar sorunlar yaratacaktır.
Bayan Winterson ise cinayet romanları okumayı sever. Kızını her hafta cinayet romanı alması için halk kütüphanesine gönderir. Anne, farkında olmadan kızını yasakladığı kitaplarla bu biçimde buluşturduğunu bilmez. Tıka basa kitap dolu bu taş binada İngiliz edebiyatının bütün klasikleri vardır. Büyük yazarlar uzakta değil, Jeanette’in elinin altında, kütüphanededir.
Jeanette henüz neyi, hangi sırayla okuması gerektiğini bilmemektedir. O da alfabetik sırayla başlar. Böylece tanışacağı ilk yazar Austen olur. Ne kadar kapsamlı okuyabilirse o kadar özgürleşeceğini fark etmekte gecikmez.
Annenin Jeanette’ten almasını istediği kitaplardan biri de T. S. Eliot’un Katedraldeki Cinayet adlı romanı olur. Anne, Papa’yı karalayan her şeyden hoşlandığı için bu kitabın da berbat keşişlere ilişkin bir kıssadan hisse öyküsü olduğunu sanmaktadır. Polisiyeler genellikle uzun olurken bu kitabın kısa olması Jeanette’i kitabı karıştırmaya iter. Kitabın beyit tarzında yazılmış olduğunu görür. T. S. Eliot’un adını bile duymamıştır. Kütüphaneciden ömrünün çoğunu İngiltere’de geçiren Amerikalı bir şair olduğunu öğrenir. Jeanette, şiir okumaz çünkü hedefi İngiliz nesir edebiyatını A’dan Z’ye tamamlamaktır. Ancak bu kitap farklıdır. Onu okur ve ağlamaya başlar.Hapşırmaya bile izni olmayan bir kütüphanede, azarlayan bakışların ve kütüphanecinin paylaması sonucunda kitabı alıp dışarı çıkar, basamaklara çöküp kuzeyin malum ayazında sonuna kadar okur. “Aşina olmadığı güzelim bir oyun” olarak gözüne görünen bu okuma, o günkü dertlerini katlanır kılmıştır. İçini kemiren tüm sorunlar karşısında yardım edecek kimsesi yoktur ama T. S. Eliot ona yardım eder.
“Çetin bir yaşam, çetin bir dile ihtiyaç duyar. Şiir de aynen budur. Edebiyatın sunduğu şey budur: Neyin ne olduğunu söyleyebilecek kadar güçlü bir dil.”
Edebiyat, bir saklanma yeri değil, bulma yeridir.
Burada durup Jeanette’in ‘‘o günkü detlerine ve içini kemiren sorunlarına’’ eğilmek zorundayız. Çünkü Jeanette’in kitaplarda bulduklarını doğru bir yere oturtabilmek için bu gereklidir. Kitap tutkunları bilir ki kitaplar herkes için değildir.
Katlanılır kılınan dertlerden ilki, Jeanette’in hatasının olmadığı “başarısız bir aile”dir. İkinci dert de yine başarısız olmuş bir ailedir ancak bu kez bu başarısızlık, onun hatasıdır. Çünkü “bütün evlatlıklar gibi o da kendisini suçlamakta”dır.
Cennete, Ölmüşlerimize, Doğaya Yapılmış Bir Kabahat: Jeanette
Jeanette’i doğuran annesi, dokuma tezgâhlarında çalışan henüz 17 yaşında bir işçidir. Yakışıklı bir madenciden hamile kalmıştır. Kızını dünyadaki altıncı haftası ile altıncı ayının arasında evlatlık verir. Böylece Jeanette’in onu doğuran kadınla arasındaki her şey biter. Tarih 21 Ocak 1960’tır.
Onu evlât edinen babası (İşçi John William Winterson) 40 yaşındadır. 12 yaşındayken okulu bırakmış, okumayı doğru dürüst hiç öğrenememiştir. Yol onarım ustasıdır, ek iş olarak da elektrik santralinde kömür kürer. Hiç durmadan on saat çalışır, fırsatını bulursa mesaiye de kalır. Her cuma maaşını karısına teslim eder, karısı da ona üç paket naneli şeker almasına yetecek kadar para verir. Karısı ve o, İsa’yı bulduktan sonra katı İncil yanlısı, tutucu Protestanlara dönüştükleri için içkiyi bırakmışlardır. Genç adam, sigaradan ise ancak yerine nane şekeri koyarak vazgeçebilmiştir.
Onu evlât edinen annesi (Muhasebeci Constance Winterson) 37 yaşındadır. Jeanette, geldikten sonra evden dışarı çıkmaz. Bu onun için kötü olur. Doğası zaten içe dönüktür, dört duvar arasına hapsedilme duygusu onu bunaltır, evde kavgadan geçilmez. Asıl bunalımı ise kendi annesi öldükten sonra başlar. Jeanette beş yaşındadır. Hayatı sevmeyen, onu hiçbir şeyin güzelleştirmeyeceğine inanan, mutsuz, kimseden hoşlanmayan yalnız bir kadın oluverir. Toz bezlerinin durduğu çekmecede bir de tabancası vardır. Kurşunlarını deterjan tenekesinde saklar. Alyansını sokaktaki bir hendeğe atmıştır ve 20 yıldır evli olduğu kocasıyla her türden cinsel ilişkiyi reddetmektedir. Kocasıyla aynı yatakta yatmamak için uyumaz, sabahlara kadar kek pişirir. Çocuk sahibi olamamıştır. Tanrı’nın ona bir çocuk bulacağından emindir. Hiç dostu yoktur ve bir dost istediği için evlat edinir ancak “şeytan” onları yanlış beşiğe götürmüştür. Jeanette, “cennete, ölmüşlerimize, doğaya yapılmış bir kabahat”tir. Oyun mutfağını yaktığı için anaokulundan uzaklaştırılacak, öbür çocukları dövecektir. Despot ve saldırgandır. Bu böyle sürer. Okul yıllarında hiçbir zaman popüler ya da sevilen bir çocuk olmaz.
“Fazla dikenli, öfkeli, ciddi, fazla tuhaftım.”
Aldığı cezalar, (kapı üzerine kilitlenip dışarıda bırakılmak, kömürlüğe kapatılmak, dayak yemek…) davranışlarını düzeltmez. Anne babasına duyduğu saygıyı yitirdiği gibi onlardan nefret etmeye de başlar. Bu arada kapı önünde ya da kömürlükte karanlığı ve soğuğu unutmak için kendi kendine öyküler uydurur. Annesi ise ruhuna şeytan girdiğine dair yeni kanıtlar bulmak için sürekli onu gözlemektedir.
Bir Yaşam Biçimi: Gizli Gizli Okumak
Yaşadığı evin kapısını açacak bir anahtara hiç sahip olamayan Jeanette, kapısını açıp içeri girebileceği bir yuvaya kitaplar aracılığıylasahip olur. Üstelik eline bir kitap aldığında ısındığını da fark eder. Annesi, onu cezalandırmak için pek çok kez kapı eşiğine atmış; soğukta, ayazda bırakmıştır. Soğuğu iyi bilir. Gizlice kitap okumaktan başka yolu yoktur.Kendisini saklamak istediğinde kitaplara yöneleceğini bilemez.
Pazar yerinde paketlemede çalışır. Kazandığı parayı kitaba harcar. Onları gizlice eve sokar, döşeğinin altında saklar. Çok değerli oldukları için tek tek naylona sardığı 72 adet kitap… Yatağının altında kitaplardan oluşan bir katman vardır artık. Odasının dışında da kitaplarıyla baş başa kalabileceği yerler arar. Tuvalet evin dışındadır. Kabızlık çektiğini iddia ederek kitapları gizlice oraya götürür, okur. Gizli gizli okumak, onun için artık bir yaşam biçimidir.
Annesi bir gece odasına dalar. Yatağın altından çekip aldığı ilk kitap “müstehcen kitaplar” yazan Lawrence’a aittir: Âşık Kadınlar. Döşeğin altını talan eder. Yataktan yere yuvarlanan Jeanette, kitaplarını kapıp saklamaya çalışsa da onlar annesi tarafından bir bir arka bahçeye fırlatılır. Köpekleri kitapların çevresinde koşturmakta, babası ise pijamalarıyla çaresizce dikilmektedir. Anne bununla da yetinmez, bahçeye fırlattığı kitapları ateşe verir. Jeanette, dondurucu bir ocak gecesinde çok değerli kitaplarının alev alev yanışını izler. Gece karanlık ve soğuktur, kitaplar o karanlık geceyi aydınlatmakta ve ısıtmaktadır. Jeanette’in aklından kitapların ona her zaman ışığı ve sıcaklığı getirdiği geçer. Jeanette yaralanmıştır, çok önemli bir parçası yok edilmiştir. Kitaplarının hepsi gitmiştir ancak onlar yalnızca birer nesnedir. İçlerinde barındırdıkları şeyler, öyle kolayca yok edilemez. Onlar çoktan gelip onun içine yerleşmişlerdir. Onlarla birlikte başını alıp gidebileceğini düşünür. Bulunduğu yer, bulunmak istediği yer değildir.
Yanmış kitaplarından arta kalan kâğıt öbeğinin başında yapabileceği bir şey daha olduğunu fark eder: Bundan sonra kendi kitaplarını yazacak, çıkış yolunu yazarak bulacaktır. Öylece yok olup gitmeyecektir. Adaletsiz, haksız, denetim dışı bir dünyada öyküler telafi edicidir. Kurguya ve öykülerin gücüne inanır. Sözcüklere gereksinimi vardır.
“Şiir bir kurtarma halatıysa, kitaplar da birer saldı. En tehlikeli, en istikrarsız günlerimde bir kitap sayesinde dengemi buldum ve kitaplar birer sal misali beni kurtardı. Beni sırılsıklam, darmadağın eden gelgitlerinin üstünden aşırdı.”
Jeanette Winterson, evinden çekip gideceği gün geldiğinde 16 yaşındadır. Kitapların ona sağladığı dili, en önemli varlığı olarak görür.
“Güçlükleri söze dökmek için bir üslup. (…) Yüreği aşka ve güzelliğe açık tutmanın bir yolu.”
Eski bir arabada yatıp kalkmaya başladığı o günlerde el fenerinin ışığında Nabokov okuyarak uykuya dalar. Sonrasında genç kız, kendisine, kendi ayakları üzerinde durmayı öğretecektir.
Mutluluğu Hep Aradım!
Jeanette’in öyküsüne birden fazla üst başlık koyabilirsiniz. Ben kitapların düşünsel, düşsel, duygusal dünyasında, yarattığı değişimlerle içine girmeye zorlanan, kendisine dayatılan dünyayı reddeden genç bir kızın öyküsünü seçtim. Korktuğu doğruydu, mutsuzluğu, içinin hiddet ve çaresizlikle dolup taştığı, daima yalnız olduğu… Ancak yüreğindeki hayata sevdalı Jeanette ile kitaplar el ele verince edebiyat onun yaşamını değiştirdi. Sonra bu yaşamın içerisine 25 yaşında yayımlanan ilk romanı (Tek Meyve Portakal Değildir) ile en iyi ilk roman dalında ödüllendirilmesiyle başlayan, hem yetişkinler hem de çocuklar için yazacağı kitaplara kadar uzanan başarılı bir yazarlığı yaşamına sığdırdı. Farklı ödüllerin yanı sıra edebiyata hizmetleri dolayısıyla “Britanya Kraliyet Onur Nişanı”nı da aldı. (Bugün doğduğu kentte, Manchester Üniversitesinde Yaratıcı Yazarlık Profesörü olarak görev yaptığı da yaşam öyküsüne eklenmiş durumda. Belki de onu tanımlayan en iyi sözcük budur: Yaratıcı!)
Artık, “Normal olmak varken neden mutlu olasın?” diyen annesinin belleğine kazının bu sözüne karşı onun da söyleyecek bir sözü vardır: “Mutluluğu hep aradım, hâlâ da arıyorum.”
Sesi gür ve güçlüdür.
SEVDA MÜJGAN YÜKSEL
Editör: Elif Türkoğlu
- “Normal Olmak Varken Neden Mutlu Olasın” Kitap İncelemesi - 24 Temmuz 2022
- “Benim Adım Feridun” Öykü İncelemesi - 7 Haziran 2022