Şşşş. 

Dinleyin! Duyuyor musunuz? 

Duymuyor musunuz? Şu an yağan yağmurun arkasındaki cılız sesi gerçekten duymuyor musunuz? Bakın bakın, durun, sanki birilerine sesleniyor. 

Hayri boş gözlerle boş çay bardağını masaya bırakıp, bana döndü. Gözlerime gözlerini kilitledi ve anlamaya çalıştı. Bu sözlerin az evvel anlattığı konuyla bir ilgisi mi vardı veya biri konuştu da kendisi mi duymadı? Aklından geçen bu sorulara anlık bir yanıt aramak için etrafına bakındı ve“ben bir şey duyamadım ama?” dedi. Sonra benim gibi dikkat kesildi. 

Evet, gerçekten biri konuşuyor. Ama yakınımızda yöremizde değil, alışık bir ses tonuyla da değil. Bitkin, yorgun ve cılız. Daha önce böyle bir ses tonunu duyduğumu duyularım hatırlamıyor. Sanki etrafa yayılmış bir ses tonu, odak noktası yok sesin çıktığı kaynak belli değil. Kafamın içi mi konuşuyor acaba? Veya organlarım dile mi geldiler? Az evvel yediklerim yüzünden sitem edip sindirim sistemimin çöktüğünü mü haber ediyorlar bana. 

Süleyman dalga geçer gibi baktı ikimize. “Ya gardaşlarım, garnım guruldadı onu mu diyisiniz.” Ve büyük bir kahkaha. Biraz bekleyiş ve ikimizin de gülmediğini gördükten sonra ciddileşme tavrı. “Ben bi ses duyamiyrim. Öyle gelmiştir siye.” dediği gibi çay bardağından iddialı bir çay höpürdetti. Emindi bir ses duymadığına ve duymadığımıza. 

Ne Süleyman ne Hayri bu zamana kadar vakit geçirdiğim tek dostlarımdı. Yediğimiz, içtiğimiz, anılarımız, kaderlerimiz ve belalarımız ayrı gitmezdi. Hayri’nin düz yolda ayağı takılırsa biraz sonra Süleyman’ın gözüne çalı batardı. Bu olanlardan sonra sıranın bana geldiğini anlayan ben ne kadar dikkat etsem de, bir yere çarpardım. Bizim göbek bağlarımız ayrı kesilmiş ama sanki sonradan bağlanmış gibiydi. 

Bu sesi benim duyupta onların duymamalarına imkan vermediğimden biraz daha bekledim. Biri konuşuyor yahu, bildiğin bana seslenir gibi? 

Deniz kenarında bir çaycıdaydık. Az evvel sahilde yürüyüş yapan insanlar, beklenmedik bu yağmura tutulmaları sebebiyle çaycının şemsiyesinin altına toplanmışlardı. Ve fısır fısır kendi aralarında “bu yağmurda nereden çıktı şimdi yahu? İyi de hava durumunda yağmur gözükmüyordu?” sorularıyla, şaşkınlıklarını gözleriyle ve sözleriyle aktarıyorlardı. Kalabalık hasebiyle, kapının önüne varmam biraz uzun sürdü. Yağmurda dışarı çıkma ihtimali olmayan insanlar ise bana yol verme zahmetinde bulunmadılar, çünkü dışarı çıkmak istediğimi anlamadılar.

-Müsaade eder misiniz, bir saniye, lütfen. Pardon, geçebilir miyim?

+Buyrun buyurun, dışarı mı çıkıyorsunuz? Dışarısı felaket yağmurlu efendim, sırılsıklam olursunuz Allah muhafaza. 

-Gerçekten duymuyor musunuz?

+Duymaz olur muyuz, şakır şakır yağıyor mübarek!

-Yağmur sesinden bahsetmiyorum efendim. Yağmurla beraber konuşan ince sesi duymuyor musunuz? dedim. Ve yine alışkın oldukları boş gözlerle bana bakmaya başladılar. Sanırım henüz ıslanmadan üşüttüğümü sanıyorlardı. Kafayı!

Son bir gayretle kendimi dışarı attım. Şimdi ses biraz daha berraktı. Sanki kalabalığın içinden göremediği birine bağıran bir insanın daha sonra onu fark edip, konuşmasına devam etmesi gibiydi. Sanki bu ses benim onu fark etmemi yıllardır bekliyormuş gibi, biraz daha anlaşılır bir tonla ancak yorgun, hayli kırgın konuşmaya devam etti. 

“Bu gün akşama kadar yağacağım. Islanmayan gözleriniz ıslansın diye!”

-Kimsin? Kim bu konuşan sokak ortasında? 

“Sokak ortası mı? Yol kenarı mı? Gökyüzü mü? Bu sesin sahibi nerede mi? Burada. Yanında, içinde, üstünde, altında. Her bir yağmur damlasında. Belki bir umut vicdanında.”

-Sen konuşan ses, ne anlatıyorsun? Kime anlatıyorsun? Ve neden hepimiz değil de ben duyabiliyorum seni? diye sordum art arda. Bu esnada yağmur aynı hızda yağmaya devam ediyor ve insanlar ne zaman bitecek bu yağmur diyerek telaşlanmaya başlıyorlardı. 

Bu gün hava durumunda görünmüyor yağmur diye şaşıracağınız kadar, ayakkabılarınız, yaptığınız programlar bozuldu diye üzülmediniz ona.”

-Kime? Kime üzülmedik?

Kime üzüldünüz ki? Kendinizden başka kime ağladınız, kime yandınız kimin için çareler aradınız veya birleştiniz ki? Dün gece bir kız çocuğu parçalandı, bir başka insanın elleriyle. Bu sabah bir kadın atıldı pencereden, toprak kan içinde. Bir saat sonra bir çocuk kaçırıldı ve orada son nefesini verdi, izbe bir köşede. Aynı saatte bir başka yerde bir kadın vuruldu başından, pencereleri açıp başkasına baktı diye. Ve belki henüz duymadınız, ki duysanız ne yapacaksınız, bir ev ateşe verildi, yirmi insan içeride. Yağmazsa bu yağmur, kim temizleyecek kanı ve kim yok edecek insan küllerini?”

Ne diyeceğimi biliyorum ne yapacağımı… Yağmurun altında ıslanmaktan başka bir şey gelmiyor elimden. Ah keşke yağmur eritse beni, eritse ve karıştırsa onların kanına, külüne ve yok olsam bu kirli dünyadan en azından masumlarla beraber, aynı otobüste yolculuk yapsam, sonsuzluğa. 

-Peki neden ben? Neden sadece ben duyuyorum bu sesi onca insana rağmen, sanki vicdanım varmış gibi…

“Vicdanlı olduğundan duysaydın keşke ve senin içinde yağacak, ağlayacak olmasaydım. Benim sesimi yalnızca, onların arasına karışmaya ramak kalanlar duyabilir.”

Ve bir kurşun sesi. Bir tane daha.

Deniz kenarına yığılan bir ceset. 

Yaka paça koşan Hayri ve Süleyman.

Az evvel bir magandanın kör kurşunuyla son bulmuş bir beden daha.  “Yağ yağmur, hiç durma, deniz ol, sel ol, tek bir kanı yerde bırakma.”

Seyran Gümüşoğlu
Latest posts by Seyran Gümüşoğlu (see all)
Visited 7 times, 1 visit(s) today
Close