Karanlık bir odada gözlerini açtı. Vücudunu oynatmak istedi ama hareket edemiyordu. Elleri arkadan bağlıydı, ellerini bağlayan ip bir demire bağlanmıştı. Başını sadece doksan derecelik açı ile çevirebiliyordu. Yere oturmuş, sırtını direğe yaslamıştı, oda çok karanlıktı, hiçbir şey göremiyordu. Korku yavaş yavaş bedenine hâkim olmaya başlamıştı, çırpındı, bağırdı ama ip çok kuvvetliydi bir santim bile yerinden oynatamadı. Gücünün yettiğince “Ben neredeyim”? diye bağırdı. Ses odada yankılanarak geri döndü. Tekrar bağırdı, ses tekrar yankılandı. Bağırmak iyi gelmişti, sakinliğini geri kazanmaya başladı. Sakin olmalıydı o soğukkanlılığı ile tanınan bir fizikçiydi. Her şeyin mantıklı bir açıklaması olduğuna inanır, maneviyata, kalbe inanmaz, tüm kararlarını mantığı ile alırdı. Sakinleşmek için nefes alıp vermeye başladı. Etrafına dikkatle bakmaya, sesleri ve kokuları anlamaya çalıştı. Karanlıktan başka bir şey görünmüyordu, çok uzaktan çocuk sesleri geliyordu. Tanıdık bir koku dikkatini çekti annesinin ev yapımı ekmeklerinin kokusu. Bu kokuyu duymayalı yıllar olmuştu. Okuldan geldiğinde evin böyle koktuğunu hatırladı, taze ekmeğin kokusu tüm evi sarardı. Anılarının içinde kaybolmuşken odanın kapısı açıldı. Merdivenlerden inen ayak seslerini dinledi. Bodrum gibi bir yerde olabileceğini düşündü. Neler oluyordu böyle? Kaçırılmış mıydı? Neden bağlıydı?  

Ayak sesleri giderek yaklaştı, onu kaçıran kişi önünde durduğunda konuşmasını bekledi ama konuşmadı. Göremiyordu ama ona baktığını, onu yargıladığını hissediyordu. Beni hem kaçırıp hem de yargılayamazsın diye bağırmak istedi ama sesi çıkmadı. Çok güçlü bir enerji hissediyordu, o içeri girdikten sonra odaya farklı bir enerji yayılmaya başlamıştı. Tekrar konuşmak istedi ama kelimeler boğazında düğümleniyor, sese dönüşmüyordu. Onu kaçırdığını düşündüğü kişiye baktı. Karşısında konuşmadan, hareket etmeden duruyordu. Konuşmasa da düşüncelerini duyabiliyordu. Gözlerine baktığında geçmişini, içinde yaşadığı anını ve geleceğini gördü. Gördükleri karşısında dehşete düşmüştü, korku soğuk bir el gibi boğazını sıkmaya başladı, nefes alamıyordu. Yaşadıklarının gerçek olamayacağını düşündü. Karşısındaki kadın “uyan” diye bağırdı. 

Gözlerini açtığında yatağında ter içinde yattığını fark etti. Gün boyu gördüğü rüyayı düşündü. Onun gibi mantığı ile hareket eden bir kadın rüya gibi şeylere güler geçer, çoğu zaman hatırlamazdı. Bu rüya farklıydı, hala onu kaçıran kadının sesini duyuyordu. Nasıl olduğunu bilmiyordu ama onun kadın olduğunu anlamıştı. Aslında hiç konuşmamıştı ama telepati yoluyla onunla iletişime geçmişti. Tüm hayatını biliyordu, hayatı boyunca onu tanıdığını hissetmişti. Odaya yayılan kokuyu da hala unutamıyordu. Yıllardır çocukluğunu hatırlatan şeyleri düşünmemişti. Evleri çok güzeldi, 2 katlı müstakil evin yemyeşil bir bahçesi vardı. Annesi bahçeye özenle bakardı, onun da ilgilenmesini ister, birlikte çiçekler eker, onları sular, onlarla konuşurlardı. Her gün okuldan sonra eve geldiğinde annesinin yaptığı ev yapımı ekmeklerin kokusunu duyardı. Tüm bu güzel hatıralar annesinin hastalanması ve kısa sürede ölmesi ile bitmişti. Geride acı ve mutsuzluk kalmıştı. Babası sürekli işini bahane edip bir yerlere gitmişti, şu anda da yurt dışındaydı. Uzun süredir bunları düşünmüyordu, bilinç altına atmış, huzurla yaşıyordu. Gördüğü rüya her şeyi gün yüzüne çıkarmıştı.  

Günler geçtikçe eski haline dönmeye başlamıştı. Rüyasını ve onda yarattığı etkileri tamamen unuttuğunda aynı rüyayı ikinci kez gördü. Bu sefer daha öncekinden daha güçlü duygular hissetti. Rüyanın etkisinden çıkmaya başladığı her an aynı rüyayı görmeye ve daha fazla etkilenmeye devam etti. Artık günlük işlerini yapamaz hale gelmiş, hayatı alt üst olmuştu. Evden dışarı çıkmıyordu, sürekli uyumak istiyor ama uyumaktan da çok korkuyordu. Aynı rüyayı tekrar görme korkusu yüzünden az uyumaya başlamıştı. Uykularının azalması, sürekli korku içinde yaşaması ve evden çıkmaması onu iyice depresyona sürüklemişti. Sürekli gittiği psikiyatrını aramıştı ama doktoru şehir dışında olduğu için telefonla iletişim kurmuşlar. Doktoru işine olan ilgisini canlı tutmasını ya da bir ilgi alanı bulmasını söylemişti. Ama şu an işini hiç önemsemiyordu, ilgisini çeken hiçbir şey yoktu, bir inancı da yoktu. Uzun süredir ateistti. Bir yaratıcıya, dine inanmıyordu. Hep çok güçlü olduğunu ve kendine yettiğini düşünmüştü. Ama artık hiçbir şeyden emin değildi. Yaşamanın çok anlamsız olduğunu, ölümünün kimseyi üzmeyeceğini düşündü. Babası sadece özel günlerde arardı, akrabaları ile de görüşmeyi kesmişti. Geçmişi düşündükçe kendini daha çaresiz ve umutsuz hissetmeye başlamıştı. Tüm bu belirsizlik Elif için hayatı çekilmez kılmıştı. Karışık düşünceler içinde gözüne çarpan kabloyu eline aldı. Hayatını sonlandırmak, yaşadığı tüm acılara son vermek onun için tek kurtuluş gibi göründü. 

Gözlerini açmaya çalışırken bir şeylerin ters gittiğini düşündü. Yerde yatıyordu ve boğazında bir ağrı vardı. Etrafına baktığında intihar etmek için boynuna doladığı kablonun koptuğunu gördü. Kablonun kopması ile yere düşmüş ve bayılmıştı. Hıçkırarak ağlamaya başladı, yıllardır ağlamamıştı, bütün hayatının acısını çıkarırcasına ağladı.  Annesinin hasta olduğunu öğrendiği günden itibaren yaşadığı her şey için ağladı. Sonunda rahatladığında kalktı, üstünü değiştirdi, evden çıktı. Nereye gitmesi gerektiğini ve ne yapması gerektiğini artık biliyordu. Doğduğu, büyüdüğü ve annesini kaybettiği eve geldiğinde, sessizce kapıyı açtı. Ev hiç değişmemişti, her şey bıraktığı gibiydi. Üniversiteyi kazanmasıyla birlikte evden kaçarcasına çıkmış ve bir daha da geri dönmemişti. Eşyaların üstüne örttüğü örtüleri kaldırdı, camı açtı, üst kata çıktı, odasının kapısını açtı. Yatağına oturdu, bu yatakta kurduğu hayaller, ilk aşkı, babasıyla sohbetleri, annesinin sevgi dolu sarılmaları, arkadaşları ile paylaştıkları tüm güzel anılarını düşündü. Yatağına uzanmış anılarını düşünürken uyuyakaldı. Aynı rüyayı tekrar gördü. Rüyaları her seferinde kadının ona “uyan” diye bağırması ile son bulur, korkuyla uyanırdı. Bu sefer rüyası bitmedi, kadın ona bağırmadan sevgiyle uyanmasını istediğini söyledi. Ilk defa sesini duymuştu, sesin kendi sesi olduğunu fark etti, şaşkınlıkla ayağa kalmak istediğinde artık bağlı olmadığını anladı. Karşısında 17 yaşındaki hali duruyordu. Genç hali arkasını dönüp eve doğru yürürken onu takip etti. Eve girdiğinde eski sıcaklığını hissetti, annesi mutfakta yemek hazırlıyordu, akşam saati yaklaşıyordu babası gelmek üzere olmalıydı. İçeriye gittiğinde kapının açıldığını duydu, babası gelmişti, annesiyle sarılmalarını izledi, merdivenlerden koşarak inen kendisini gördü. Babasına sarıldığını, kahkahalar attığını gördü. Birden görüntü değişti, artık o güzel günler yoktu, annesi hastanedeydi, ev soğuk ve mutsuzdu. Kapının açıldığını ve babasının eve girişini gördü, ağlıyordu. Bir sonraki görüntüde artık annesi yoktu, kendi de yoktu, babası şöminenin başında oturmuş bir şeyler yazıyordu. Çok kötü görünüyordu, yorgun ve mutsuzdu. Yazdıklarını bir zarfın içine koyup, odadaki çekmeceye kaldırmıştı. Sanki babası onun varlığını hissetmiş gibi başını kaldırmış ve onun olduğu yere bakmıştı. Gözlerindeki acı içine işlemiş titreyerek uyanmıştı. 

Rüyasında gördüğü çekmeyi açtığında içinde hiç gönderilmemiş mektuplar buldu. Babası annesinin ölümünden sonra yaşadığı her anı yazmıştı, bu acıya dayanamadığı için gittiğini, onu çok sevdiğini ama onu her gördüğünde annesini hatırladığını, bunu kaldırmadığını yazmıştı. Mektupları okudukça babasının iç dünyasına seyahat etmiş, onu anlamaya başlamıştı. Artık ona ya da kendine kızgın değildi. Her şey yaşanması gerektiği için yaşanmıştı. Birkaç gün daha evde kalmaya karar verdi. Evi temizleyip eski haline getirdiğinde yıllardır hissetmediği huzuru buldu. Günler geçtikçe tüm düşünceleri değişmeye başladı. Teyzesi ile görüşmeye başladı, eski arkadaşlarını buldu, onlarla görüşmeye başladı, kendi evini kapatıp eski evde yaşamaya başladı, okuduğu kitapların içerikleri değişti, kendi özünü bulabileceği, anlayabileceği kitaplar okumaya başladı. Uzun zamandır olmadığı kadar dolu dolu yaşamaya başladığında hayatı da anlamaya başladı. Artık gerçekten mutluydu, bir inancı vardı, kaybettiği manevî duygularını geri kazanmıştı. Babası ile daha sık konuşmaya, tatil planları yapmaya başlamıştı. Her geçen gün biraz daha hayatın gerçeğini anlamış, mesleğini herkesin yararına olacak çalışmalar yapmak için kullanmaya karar vermişti. Sonunda rüyada olduğunu anlamış ve uyanmaya başlamıştı. 

Aybuke Çolakoğlu
Latest posts by Aybuke Çolakoğlu (see all)
Visited 8 times, 1 visit(s) today
Close