Yazar: 18:00 Belgesel, İnceleme

The Social Dilemma Belgesel İncelemesi

BİZİM BÜYÜK “DİLEMMA”MIZ

Aile, kuşaklar arası çatışma, ‘z’ kuşağı… Son yıllardaki bu tartışmalarda, birkaç on yıldır süren hızlı değişimle birlikte bu durumu, hep var olagelmiş bir süreç olarak anlamaya çalışan geniş kalabalığın sürtüşmesini izliyoruz. Kabul edelim ki, daha öncesinde benzerine rastlamadığımız bir dönemi yaşıyoruz. ‘Eski normali’ yaşamış olacak son nesilleriz hayatta kalan. Çağımıza damga vuran büyük şirketleri ve hayatımıza etkilerini anlatan bir belgeseli anlatmak istiyorum. Jeff Orlowski’nin yönettiği ve Google, Facebook, Twitter gibi dev şirketlerin eski çalışanlarının görüşlerini bizlere ileten bir belgesel: Sosyal İkilem ( The Social Dilemma).

Büyük teknoloji şirketlerinin eski çalışanlarının gözlemlerini aktarıyor belgesel. Hepimizin aşina olduğu şeyleri anlatıyorlar aslında bizlere. Manipülasyon, depresyon, linç kültürü. Gerçekten aşina mıyız? Yoksa WhatsApp benim bilgilerimi alsa n’olur mu? Neyse ki kötü haberin yanında hala iyi bir haberimiz var. İyi haber: bu yazılımların bizim konuşmalarımızı veya konumumuzu bilmesi o kadar da çarpıcı ve önemli değil artık. Kötü haber ise: artık nabzımızı, ne zaman heyecanlandığımızı ya da uyku kalitemizi ölçebiliyorlar. Bunların önemsiz olduğunu düşünebilirsiniz belki; fakat bu elli kişinin, dünyadaki iki milyar insanın e-posta logosunu nasıl göreceğine karar verdiği gerçeğini değiştirmiyor. Birileri bizim hakkımızda bizden daha fazla düşünüyor.

Belgeselin giriş aşaması çok başarılı bana göre. İki soru soruluyor: sorun ne ve suçlu kim? Sorunu biliyoruz; başkalarının hayatlarına bakarak yaşadığımız mutsuzluğumuz, seçim manipülasyonları, bağımlılık. Fakat tek bir suçlu yok. Kimse başlangıçta böyle bir şey amaçlamadı diyor eski çalışanlardan biri. En başta insanlık için daha konforlu bir yaşam planlanıyordu.

Belgesel özellikle insanın gelişim sürecine ve adaptasyonuna dair göndermeler yaparak, hem teknoloji-insan ilişkisine dair, hem de kendi hayatımıza yönelik düşünmemizi kolaylaştırıyor. Peki tüm olumsuzluklarına rağmen neden bu özellikler törpülenemiyor? Çünkü bu çember, belgeselin katılımcılarının da dahil olduğu ve insani amaçlara sahip o insanların inisiyatifinden, kâr amaçlı şirketlere doğru çoktan genişledi. Biz de artık daha kolay inanıyoruz, ‘bize inandırılansa gerçek değil, ticari olan’ Yine katılımcıların dediği gibi yanlış bilgi karlı, gerçek ise sıkıcı. İzlerken edineceğiniz somut bilgiler, hep bildiğimiz ama görmezden geldiğimiz gerçeğin ne kadar yakıcı olduğunu bizlere gösteriyor.

Sosyal medya kullanımının intihar sayılarını artırdığı istatistiğini somut olarak karşınızda gördüğünüzde bir kez daha düşünüyorsunuz. Evet, belki intihar etmeyeceğiz ama daha mutsuz olmadığımızdan emin miyiz? Bu kadar gelişmiş teknolojilere sahip olduğumuz bir çağda, geçmişte yaşamak isteyeceğini belirten gençler mesela. Hiç görmedikleri dönemlere neden özlem duyuyorlar? Bazı şeylerin tadını kaçırdık, tadımız kaçtı. Önceleri küçük azınlığın büyük zenginliğe sahip olduğu adaletsizliğe vurgu yapılırdı. Bugünün ve geleceğin sorunu da o azınlığın, artık bilgiye ve daha fazla güce sahip olduğu. Elbette gezegenin diğer ucundaki akranını görüp, farklı hayaller kurabilen çocukların ne kadar şanslı olduğunu reddedemeyiz. Belki de bu teknoloji birikiminin artıları ve eksileri üzerine somut kararlar alma zamanı gelmiştir.

Bahsi geçen şirketlerin başlangıç aşamalarında yer alan çalışanlar, bilgileri ve başlangıçtaki ideallerini ortaya koyarken, çözümsüz olmadığımızı da gösteriyorlar. Uluslararası manipülasyonlara yol açabilecek bu dev yazılımlara karşı, onları daha kabul edilebilir sınırlarda tutmanın önerilerini de belirtiyorlar. Mesela ben belgeseli izledikten sonra, bu şirketlerin ne kadar çok yazılımcısı olduğunu bildiğimi, fakat psikolog ya da sosyolog birimlerine sahip olup olmadıklarını hiç düşünmediğimi fark ettim. Çocuklarımıza bir okul seçerken taşıdığımız hassasiyeti, onu bizden daha iyi tanıyan bir algoritmaya neden göstermiyoruz?

Visited 168 times, 1 visit(s) today
Close