Alsancak, Kıbrıs Şehitleri’ndeyim. Filmden sonra biraz takılıp ayrıldık arkadaşlarla. Gitmeden kokoreç aldı bir ikisi, benim canım dürüm çekti. Akbank’ın yanındaki dürümcüden… Gelen geçen hâlâ yoğun. Gece yarısı gibi değil ortalık. Benim gibi gençler, daha gençler, öğrenciler, daha yaşlılar, iş yemeğinden, barlardan çıkanlar, sokak çalgıcıları, kediler, fahişeler, travestiler… Dürümü söyledim, oturdum. Derken önümdeki masaya bir hayat kadını geldi oturdu, sallana sallana. Şaşacak bir şey yok, en rahat oldukları mekânlar. Bir keresinde Kariyer Merkezi yazan bir floresan levhanın altında 43 numara ayaklarında ince topuklularıyla dikilmiş bir travesti görmüş, tam “fotoğraflık” diye düşünmüştüm. Herkes alışık bu durumlara. Bazen daha gece çökmemişken görürüz onları Sevinç’in önünde beklerken birilerini. Kaldı ki bu dürümcü, tam da bu sektörün işlediği, barındığı sokağın başında.

Kadın yerleşince kaldırdı kafasını. Benden tarafa bakıp bir göz kırptı. Gayri ihtiyari dönüp baktım arkama. Başımı önüme çevirmeden duydum sesini:

-Pişşt! Sana söylüyorum güzellik!

İçimden tekrar ettim: “Güzellik!” Bana böyle seneler evvel daha ortaokul yıllarımda, babam Erzurum’da görevli iken yine böyle pek de tekin olmayan bir kadın yavaşlayan arabanın arka camından seslenmişti:

– Atla da götürelim seni güzellik!

Koşa koşa uzaklaşmıştım, hem korkumdan hem de TV’de Kara Şimşek başlamak üzere olduğundan.

-Ne iş, diye devam etti kadın.

– İş miş yok, dürüm… deyip çevirdim kafamı. Bulduk galiba akşam akşam. Kalkıp gitsem dürümü falan bırakıp, diye düşünürken dürümcü seslendi, atladı hatun:

– Dur sen dur, ben alırım. Kalktı ince topuklularının üstünde sarsıla sallana gitti. Uzun boylu sayılırdı. Bedenine göre hürmetli kalçaları vardı. Ben şaşkın bakarken tepsiyi getirdi koydu masaya. Lönk diye de atıverdi kendini sandalyeye:

– Na bak bu acısız!

– Sağ ol.

– Olalım bakalım, sağ olalım! Ne öğreniyon sen bakiyim?

– Bitti benim okulum, çalışıyorum.

Dişlerini aralamadan üfler gibi gülerek:

– Öğrenmenin sonu yooook! Bir kahkaha patlattı, masanın altına yanaşan kedi korktu, kaçtı, yan masadaki üniversiteliler bir dönüp baktı, dürümcü şöyle bir kafa salladı. “Doğru” diyorum laf olsun diye ama alışmış değilim duruma. Karşımda yeşil eteğinin boyu bir karıştan kısa, iğrenç sarı saçları abartılı kabarık, takmış takıştırmış, sürmüş sürüştürmüş, leopar desenli ve yakası yırtılmış gibi açık olan gömleğini mavi rugan ayakkabılarıyla tamamlamış yarı sarhoş bir kadın ağzı gözü oynayarak konuşup duruyor. İçimden kızıyorum kendime; gecenin bir vakti diyorum, zıkkım ye diyorum, saat başı otobüsüne yetişsem diyorum, diyorum da diyorum. O daha fazla dayanamıyor:

– İki laf edelim diye oturduk be anacım, ne buzdolabı çıktın sen ya! Gelir şimdi benimki. Anlat bakalım.

– Seninki mi, diyorum biraz daha ürkerek.

– He, gelir birazdan iki iş arası bi’ yemek izni. E enerji lazım di mi?

– Hımm, değnekçin mi?

-Kız dolmuş muyum ben! Okumuşmuş! Ha binen binene diyosun yani! P… k de ayol şuna! Kibarcık seni! Bilcen, kime nasıl konuşçaanı bilcen! Bizim mesleğin püf noktalarından biri bak bu. Adamına göre muamele edicen.

Birden konuyu değiştirerek:

– Ayran mı içcen, soda mı haydi kız bendensin!

Kem küm ettiğimi görünce devam ediyor:

– Kız Allah belanı vermesin! Helal para! Bugüne dek boğazımdan haram para geçmedi, geçirmem de! Fahişeyim kızım ben; o…u değilim, anladın mı? O…luk etmem! Dik dik bakıyor, ben şimdi saçıma yapışacak diyorum, o birden bana doğru uzattığı kafasını geri çekip:

– Dur ben tahmin edeyim, sodacısın de mi kız sen? 

Sırtımdan ter akıyor. Alıp geliyor. Beraber içerken helal sodalarımızı, dürümcüyle göz göze geliyoruz, korkma bir şey olmaz, der gibi başıyla bir işaret yapıyor, biraz rahatlıyorum.

Bir sigara yakıyor tam Yeşilçam filmlerindeki gibi ve başlıyor sormaya; nerelisin, ne okudun, nerede oturuyorsun? Geçiştiriyorum. Sonra ben başlıyorum sormaya:

– Sen neredensin?

– Tilkilik, bilir misin?

– Evet biliyorum. Yani birkaç kez merakımızdan gezmeye gitmiştik arkadaşla. Helva yemeye gittik bir iki kez de.

– Sen helva yemeye gidersin, onlar da bizi yerler helva niyetine. Dudaklarının arasından üfler gibi bir gülüş yine.

– Okucaktım ben. Para yok, pul yok. Başta baba gibi baba yok. Matematikçi dediydi babama okut bunu, diye. Okutmadı. Anacaazımla merdivene giderdik beraber, bazen de ev temizlemeye.

-E, ne oldu da buraya…

-Düştün mü diycen? Düşürene sor.

-Kim?

– Babamın içki parası, komşunun azgın oğulları, merdiven altında sıkıştıranlar… Evleneyim bari dedimdi. Zor bela evlendik bi’ herifle. Bir ayımız dolmadı, herif beni satmaya başladı. Bir, iki… Dayanamadım Kaçsan nereye kaçacaksın. Derken bi’ gün merdivenini sildiğim bir apartmanın sahibi bi’ müzikholde iş buldu. Temizlik memizlik hesapta. Bi’ bakmışın masada meze olmuşuz heriflere.

Anlatıyor daha da. Her cümlede bir kıyım. Bir çocuğu olduğunu ama yıllarca ona vermediklerini, zorla çalıştırdıklarını… Şimdiki p….ginin daha insaflı olduğunu… Demek diyorum, Türk filmleri o kadar da abartı değilmiş.

-Yaaa, iyi aile kızı! Sizin öykü diye okuyup yazdıklarınız bizim hayatımız olur, güzellik! Alaysı gülerken bir de göz kırpıyor ve devam ediyor:

– Takma sen kafana, dertlenme! Belki ben senin sandalyende oturacaktım şimdi.

Kafa sallıyor ve savuruyor dumanını yüzüme. Onca yılın aşağılanmışlığını savuruyor, köşeye sıkıştırdığı bu masum yüze. Kızmıyorum.

– Kaç yaşındasın, diyorum.

– Kaç gibiyim sen söyle, diyor ve daha sıcak ve meraklı bakıyor sanki. Bir müjde beklermiş gibi.

– Bilemedim, diyorum ama otuzdan fazladır kesin, diye de geçiyor içimden.

– Kız bak, kasa kaporta fena değil de – poposuna bir şaplak indiriyor hafif kaykılıp- içim fena çöktü be! Yirmi beşimdeyim ben.

Şaşırmamaya çalışıyorum aynı yaşlarda oluşumuza.

– Güzel kadınsın, deyip kapatmaya çalışıyorum.

Yine aynı gülüş; tıslıyor. Peşinden:

– Heee güzelim. Öyle diyolar. Ardından bir kahkaha… Ben de gülüyorum.

– Kız ne acısız yiyon sanki şu dürümü be! “Dürüm yedim” mi oluyo öyle!

– Yazsana sen bunları?

– Neyi, dürümü? Aşçı mıyım ayol?

– Yok yok hayatını… Ama bana anlattığın gibi, konuşur gibi, güzel laflar etmeye çalışmadan…

-Haydi or’dan be! Kız bak gel sen takıl bir iki. Elletmem ben seni. Sen yaz. Biz yaza yaza değil kuşum, biz yata yata…

– Olmaz, ben senin gibi doğal anlatamam.

– Aman sen de… Okumuşun etmişin de  …ok olmuş! Ne oluyo yazıyon, okuyon da? Fatmaşanınkini kesiyon sanki! Bi’ karı var, okumuş etmiş; geliyo arada bir. Keyfine çalışıyo burada. A ha benimki buluyo işleri. “Bütün kadınlar, kocalarının o..su! “diyo.

– Kim diyor?

– O okumuş karı işte. Yalan da sayılmaz hani. Hepiniz namuslusunuz hesapta.

Eyvah, diyorum ben içimden; saracak bana. Medeni halimden bahsetmiyorum, uzatmasın diye. Saate bakıyorum, otobüs vaktine on dakika kalmış. Kalkmaya hazırlanıyorum.

– Kız dur, zilli! diye çekiyor elimden. Tırsak seni! Isırmam ben, dur!

– Otobüs… diyorum; taklidimi yapıyor, abartılı kibar hallerle: Boynunu kıpırdatmadan kafasını sağa sola sallıyor minik minik: Otibis, otibis! Aynı gülüş.

-Git bakalım otibise! A ha geldi benim değnekçi de. Bir kahkaha ki işvenin tarifini yapar cinsten.

Adam siyah kot pantolonlu, beyaz gömlekli, kirli sakallı, esmer. On adım kadar uzakta. Ona doğru sallanarak gidiyor, koca kalçaları da peşinden. Yırtmacından bir ip sarkıyor, yeşil değil pembe renkli, yeni fark ediyorum. Adam bana bakıyor, korktuğumu belli etmiyorum, paramı ödemeye gidiyorum. Sesi duyuluyor hatunun:

– Bırak ya ev kızı! Tıslayan bir gülüş sesi. Topuklarının sarsak sesini işitiyorum arkadan. Bağırıyor:

-Kız oyalanma burada, affetmem ha bi’daha! 

Bir kahkaha daha çınlıyor; ama bu sefer ne işve ne cilve… Düpedüz ağlıyor. Karanlık sokakta kaybolan silüetine dönüp bakmaya yüreğim el vermiyor.

Aykar SÖNMEZ

Bornova, 2002

Aykar Sönmez
Visited 6 times, 1 visit(s) today
Close