Çok tuhaf görünüyor diye düşündü, girintileri ve türlü delikleri olan taşı ellerinde gezdirirken, bir yandan da rahatlattığını hissediyordu. Taşlar, özellikle doğada birçok olaya tanıklık etmiş taşlar, bir süredir sırdaşı olmuştu. Rüzgâr şiddetli sayılırdı, çok soğuk değilse bile, insanın içini ürpertmeye yetiyordu. Etrafta kimseler yoktu, zaten bu mevsimde buralarda kim olurdu ki, yakın zamana kadar kendisi de bilmiyordu bu mevsimi, bu rüzgârı, bu toprakları.

Aslında ne olduysa o taş ustasıyla tanıştıktan sonra olmuştu. Onunla mezar taşı hazırlatmaya gittiğinde tanışmıştı. Suskundu usta ama işini severek, özenerek yaptığı belliydi. Mezar taşları genel olarak birbirlerine çok benzeyen şeylerdi ama bu ustanın işlerinde sanki küçük küçükte olsa farklılıklar vardı. Hiç bir istek olmasa da kendiliğinden bir fark koyuyordu eserlerine. Eserlerine diyorum çünkü daha onunla ilk konuşmasında anlamıştı yaptığı şeylerin eser olduğuna. Biraz uğraşınca ustanın suskunluğu kalmamıştı. Eskiden bir taş ustasıymış. “Maalesef artık işimizi yapamaz hale gelmiştik, şu betonlar, briketler çıktı ya bize ihtiyaç kalmadı o zaman” demişti. Çok sevdiği bir mesleği varmış, o taşı nasıl çıkarttıklarını, nasıl işlediklerini ve sonunda çıkan o yapıyı öyle bir anlatmıştı ki gözleri dolarak. Adını hiç duymadığı aletler külünk, tarak demişti, taşın bir tarafı düzeltilmemeli harcı daha iyi tutacaktır, şekli vermek şöyle kolay olur, şu taş kolay şekil alır ama ömrü kısa olur, bu taşa şekil vermek daha zahmetlidir ama yıllarca dayanır iklime, olaylara, kavgalara, sevgilere, yaşanmışlıklara demişti. Söylediği çoğu şeyler anlaşılmıyordu ama gözlerindeki parıltı ve heyecan, karşısındakini etkiliyordu, sanki şiir yazmıştı yapıtlarıyla. Artık ihtiyaç kalmayınca ustalığına, bir süre bir iş yapamamış. Sonrasında mecburen başka bir iş bulmuş. “Mezar taşı işi de taş işi ama bir türlü ısınamadım, aslında bu işimiz daha kolay ama yaratıcılık yok, aynı şeyleri yapman yeterli, bir fark koyamıyorsun” demişti. Endüstri etkilemişti onu ama taşa ve taşa verilen şekillere olan bağı, sevgisi çok etkileyiciydi. 

Taşlar, kendisinin de ilgi odağı oldu bu tanışmadan sonra, çocukken taşla oynadığı oyunların, taşları boyamanın sonrasında nasıl rahatladığı geldi aklına. Taş ustası olamazdı bu yaştan sonra, o nedenle taş yapıları gezmeye, onları yapan ustaların, o yapılarda yaşayan insanların neler hissettiklerini anlamaya çalışabilirdi. Bir gün şu an yaşadığı kasabaya geldi, bir sahil kasabasıydı ve eğer mevsim yaz değilse oldukça sakindi. Bugüne kadar yaşamadığı bir dinginlik vardı burada. Belki yalnızlığım da küçülür diye bu küçük kasabaya taşınmaya karar vermişti. Değişik şekillerde taşlar bulmaya başladı etrafta dolaşırken, doğanın, koşulların değiştirdiği taşlar, onları eline almak, neler yaşamış olduğunu düşünmek rahatlattı onu. Çok mu benziyoruz acaba diye düşünmeye başladı, hırpalanan taşları incelerken. Bundan sonra bunları toplamak, bazen boyamak, onlara hikayeler anlatmak bir yaşam parçası oldu. Sırdaşı oldular. 

Taşı tekrar havaya kaldırdı, biran ne süredir burada olduğunu hatırlayamadı. Özellikle böyle güzel bir taş bulup incelerken yalnızlığının da küçüldüğünü hissediyordu gerçekten, en azından o anlarda hayallerinde yalnız olduğunu, çoğunlukla hissettiği başkaları tarafından izleniyor hissinin oluşmadığına seviniyordu. “Epey hırpalanmış bu taş” dedi, esen ferahlatıcı rüzgârı yüzünde hissetti, belki birazda kendisine benzettiği için olacak gülümsüyordu.

Doğan Barış
Latest posts by Doğan Barış (see all)
Visited 6 times, 1 visit(s) today
Close