Yazar: 19:32 Deneme, Mahal Dergi 6. Sayı

Sosyal Medya ve Eylemsizlik

Sevgili okuyucu, bugün uzmanların 96 ve sonrası -bazılarınınsa 2000 ve sonrası- olarak addettiği Z kuşağının neden donuk bir topluluk olduğunu, ilgilendikleri önemli şeyleri ve hırslarını nereye sakladıklarını, harekete geçmekle ilgili kaygılarının nedenlerini inceleyeceğiz. Her şeyden önce sizi uyarmak isterim, bu eylemsizliğin sebepleri bazen haklı olsa bile kimilerine göre bu bir mutluluk biçimi, hayatı idame ettirmeye yönelik savunma, yüz yüze kurulan iletişimlerdeki başarısızlıktan kaçınma, bilgisayarlardan aptal bir beyne sahip olduğu düşüncesi ile gelişen aşağılık hissi, her gün onlarca yorum ve eleştirinin okunduğu sitelerdeki insanlardan farklı bir şey söyleyememenin verdiği bitmişlik olabilir. Şimdi sizler istediğiniz kadar telefonlarınıza gömülüp oradan aldatmaca resimler yapabilir, bir yandan film izleyip bir yandan arkadaşlarınızla iletişim için sürekli içinde canlı bulunulması gereken zamanı bozarak onu ara sıra donan kesintili ve tiksinç bir sürece sıkıştırıp konuşabilirsiniz. Burada sözü edilen iletişim maillerde olduğu ve olması gerektiği gibi zamanı kesintiye uğratmaktan ziyade; yakınlarınızla kurduğunuz ve sohbet dışında bir amaç taşımayan iletişimdir. Yine sizler eğer isterseniz sokaklara çöp atmamak konulu bir tweet atabilir, ancak hemen sonrasında yürürken bunu yapan birini gördüğünüzde uyarmaktan, eyleme geçmekte kaçınabilirsiniz. Kişilerin böyle korkak, böyle tepkisiz bir hale bürünmesinin sebepleri var elbet. Ancak unutulmaması gereken şey, güzel yahut kötü olaylara karşı bir tavır olarak eylemsizliğin gösterilmesi en nihayetinde bu iki şeyi aynı ve yok kılar.

İşe önce sosyal medyadan başlayalım. Tipik bir bağımlıyı bağımlı yapan şey günde bilmem kaç saat sanal kimliği ile şu veyahut o sitede vakit geçirmesidir. Fakat bu bağımlıyı eylemsiz yapan şey geçirdiği saatler değildir. Konuyu daha iyi anlamak için somutlaştıralım. Söz gelimi yirmili yaşlarında ilk kez sosyal medya ile tanışan biriyle, onun içine doğmuş sıradan bir Z kuşağı eylemsizini karşılaştıralım. Yirmili yaşında ilk defa kendine sanal kimlik edinen bu kişi daha önce yaşamını neyle idame ettirmekteydi? Günlük rutininde, sınıf arkadaşlarıyla gülüşürken yahut kavga ederken, hocalarından geç kaldığı için azar yerken ve üstüne dökülen kahvenin hesabını sorarken neyi kullanıyordu? Tabii ki deneyimleriyle, yani eyleme geçerek kazandığı karakterini. O halde bu kişi, herhangi bir sosyal medyayla birlikte sanal kimlik sahibi olduğu zaman ne olacak? Gerçek ve yapayın çatışması. Yani bu kimlikler daha en başta birbirlerinden farklı şeyler olduklarını kişiye bildirip, hiç değilse ona bu iyiliği yapacaklardır. Gelgelelim direkt sosyal medyanın içine doğanlara. Onlar için süreç çok daha hazin. Henüz kendi kimliğini oluşturamamış bu zavallı gençler, yaşıtlarına da uyarak bir sanal kimlik sahibi olacak. Orada çokça fikrin, milyonlarca coşkulu eleştirinin, yanlış veya doğru yüzlerce haberin kendi elek sistemi olmaksızın gözünün önünden geçip gitmesine izin verecek. Peki, sosyal medyada eksik olan ve hayatı felç haline getiren şey nedir? Eylem eksikliği. Sanal kimliği ile büyümüş ve her türlü gerçek deneyimden fakir olan bu kişi durumun farkına varabilir mi? Eğer varsaydı bile, kendi yaşıtlarında da gözlemlediği bu donmuşluğu onaylamadan nasıl durabilir? Elbette bu tepkisizliği korumak için sosyal medyanın da bazı çözümleri vardır. Söz gelimi içimizden geçenleri, gündeme dair düşündüklerimizi, alay konusu olan şeyleri ve çok kötü türden olayları bir tweet atarak içimizden atabiliyor, kendimize ait tepkinin ölümünü bu şekilde sağlamış oluyoruz. Eğer bu olmasaydı git gide içimizde büyüyen tepkiler yığınını bir başkasıyla paylaşmak zorunda kalacak, kişiyle yüz yüze görüşmenin korkunçluğunu tadacaktık. Daha da kötüsü, kitleler bazında düşündüğümüz zaman, yok olmayan eylemsizlik sokak gösterilerine eskisine nazaran daha sık dönüşme olasılığı taşıyacaktı.

Atılan bir tweet ile gerçek dünyada belki de davranışa dönüşecek olan tepkinin pasifize edilerek öldürülmesi günlerce kimseyle gerçek bir iletişim kurmadan yaşamanın önünü açtı. Öyleyse ne diye somut yaşamın risklerini ve belirsizliğini göze alıp eyleme geçen bir nesil bekliyoruz? Sanıyorum kimse onlardan bunu beklemiyor.

Gelelim bir başka nedene.  Sanal kimlikle kurulan iletişimlerde, karşı tarafa dair kesin bir argüman elde etmenin zorluğu, bu bir iş veren dahi olsa, kişiyi ister istemez aşırı yorumcu olmaya, gereğinden fazla düşünüp doğru olmayan ancak gerçeğe en yakın çıkarımları yapmaya zorluyor. Bu durumun getirmiş olduğu yorgunluk gerçek iletişime zaman ayırma isteksizliğini elbette oluşturabilir. Ayrıca, yeni tanıştığınız birinin kendisi anlatmadığı sürece daha önce gezip gördüğü yerleri, olaylar karşısındaki düşüncelerini, nerde çalışıp ne okuduğunu, ailesinin kim olduğunu tek bir parmak hareketiyle öğrenemeyeceğinize göre; bu alışık olduğumuz veri çokluğunun gerçek iletişimde olmaması bir süre sonra sanal kimlik bağımlısını çıldırtacaktır. Üstelik, bu yapay iletişimlerde A kişisinden gelen mesajı B kişisi istediği vurgu ile okuyabileceğinden ve A kişisine olduğundan farklı bir karakter addedeceğinden işler iyice karışacaktır. Bu durumda zaten kendini olduğu gibi yansıtmayan A kişisinin üstüne bir de B’nin yalan yanlış yaptığı yorumlarla toplamda iki kez değişime uğrayan A’dan geriye ne kalacaktır? Tüm bunlar bir güven sorunu meydana getirir.  Zaten böyle sekteye uğramış ve ne olduğu belli olmayan, samimiyetten yoksun ve güvenin sağlanamadığı bir iletişimde, ister sanal ister gerçek kimlik olsun, kişi eyleme geçmeyecek, donup durmaya devam edecektir.

Tüm bu karmaşık ve aslında bir hiç olan akıllı telefon hayatı, yeni dünyamızın ufak bir ekran oluvermesi hali, bana kalırsa televizyonla başladı. Ancak televizyon, çok daha masum, ufak bir girişti. Oradan olup bitenleri izlediğimiz zaman kaçımızda o gün hiç kimseyle görüşmesek bile  “sosyal bir varlık olduğunu hissetme, yaşamış gibi yapma”  hali oluşuyor? Tam aksine, televizyon artık bir pinekleme aleti, belki de eylemsizlik açısından bakıldığında en zararsız şey. Yine de sanal kimliğin doğuşuna-ekran fikrine alışmak-şu veya bu şekilde öncülük ettiğini söyleyebiliriz. Tahmin edileceği üzere bu yazının, hatta tüm bu düşüncelerin bir sonu yok. Asıl finali, yeni eylemsiz kuşak yazacak.

Visited 5 times, 1 visit(s) today
Close