Yazar: 13:30 Öykü

Şapkadaki Köpek

Bir köpek de pişmanlık duyacağı şeyler yapmamalı.

Tanrı’yı Gören Köpek

“Seni şapkamda daha ne kadar taşıyabilirim Leo?”

Philip, yaz sonu okula başlayacaktı ve öğrencilerin okulda şapka takmaları yasaktı. İçinde köpek saklama ihtimalinden değil, başlarının açık olması gerektiğinden. Leo’yu saklayacak başka yeri yoktu. Bir çaresine bakmalıydı.  Kız olsaydı bir köpeği sütyeninde taşıyabilirdi ama ne yazık ki memeleri yoktu. Bu kentte insanların köpeklerle dost olmaları büyük ayıplardandı. Arka mahallelerde metruk evlerde yaşayan birkaç köpek dışında onlara ne sokaklarda ne evlerde rastlanırdı.

“Üzülme Leo. Yaşamak için bir şapkaya ihtiyacının olmayacağı bir yere götüreceğim seni. Belki tatillerde seni görmeye gelirim. Sana öykülerden yolluk yaparım. Sıkılmazsın. Düşünsene Leo, bir şapkanın içinde değil, ağaçların, toprağın ve suyun olduğu bir yerde yaşayacaksın. Belki insanlar başını okşar. Seni şapkadayken sevmem pek mümkün olmadı. Şapkasızlık bana da iyi gelecek ama seni özleyeceğimi unutma. Ha bir de köpek olduğunu asla unutma.”

Philip göletin etrafını dolanıp pembe sırtlı tepeye vardı. Uzun ve sarı bir düzlükte epey yürüdü. Asfalt yol bitti. Büyük beyaz bulutların altından geçti. Ormanın sonundaki uçurumun ucundan bakınca parlayan madeni paraları gördü. Bak Leo dedi, kasaba orada. Leo, şapkadaki delikten baktı. Ulumak istiyordu, sustu. Philip’i üzmemeliydi.

Kasabanın girişinde durdu. Şapkasını çıkarıp Leo’yu yere bıraktı, başını okşadı.

“Unutma sen bir köpeksin. Canın sıkılınca sana anlattığım öyküleri hatırla olur mu?”

Leo, arkasına bakmadan yürüdü. Philip orada öylece dururken şapkasındaki boşluk havayla doldu. Ormandan geçerken şapkayı bir ağaca asacaktı.

Leo, kasabaya girdiğinde onu kimse fark etmedi. Şehirden çok uzakta olmadığı halde hava oradakinden daha sıcaktı. Şapkanın içindeyken bile bu kadar terlediğini hatırlamıyordu. Koyunların su içtiği yalaktan birkaç yudum aldı. Yemek bulabileceğinden kuşku duymadı. Biraz dolaşıp bundan sonra yaşayacağı yeri tanımak istedi. Evlerin önünden geçti. Yağmur çiselemeye başladığında evlerin çatılarından tıpır tıpır sesler geldi. Şimdi Philip olsaydı madeni paralar yıkanıyor, deyip gülerdi. Leo onun yerine güldü. Çocukların çığlıklarını duydu. Sesleri takip edince yolu boş arsaya çıktı. Bir sopanın peşinden koşuyorlar ve çok eğleniyorlardı. Çayırdan dönen sürünün arsadan geçip kasabaya girişini seyretti. Kendi ahırının önüne gelen inekler, sürüden ayrılıp ahır kapısının önünde beklemeye koyuluyordu. Her şey öyle sıradan öyle sakindi ki şapkanın içinden izlediği otomobiller, kavga eden insanlar, sesler, kokular burada çok azalmıştı. Ahır kokuları derenin kenarına varıldığında azalıyordu. Koyu yeşil kavaklara bakarak Philip’i düşündü. Evine çoktan varmıştır. Şapkasını çıkarmıştır. Annesinin yaptığı lahana yemeğini koklamadan yemeye başlamıştır. Leo’yu özlemiştir.

Kasabanın en işlek sokağının başındaki fırının kepenkleri kapalıydı. Dükkânın önündeki söğüdün gölgelediği beton çıkmaya uzandı. Serin zemine yayılıp ön ayaklarının üstüne başını koydu. Kimse onunla ilgilenmiyordu. Hayalet gibi yaşamaya alışmıştı. Geleni geçeni izlerken uykuya daldı. Rüyasında Leo’nun anlattığı öykülerden birini gördü. Ne zaman dinlese kendinden geçerdi. Tanrıyı gören köpeğin hikâyesiydi bu. Rüyasında Galeone, Tanrı’nın köpekleri sevdiğini söyledi. Onlara görünmesinden belli değil miydi? Bir de çocuklara ve delilere görünürdü. Galeone, insanların korkunca ve menfaat elde edecekleri zaman iyilik yaptıklarını söyledi. Sana iyilik yapıldığında dikkatli ol, dedi.

Leo, başını okşayan bir elle uyandı. Önüne konulan kaptan mis gibi pişmiş et kokusu yükseliyordu. Şanslı saydı kendini. Aynı el bir kap su getirdi. Şapkayı özlemedi Leo, Philip’in terleyen kafasını özledi. Pembe sırtlı tepeden geçerlerken Philip, insan uzaklığa ve özleme ancak çok sevdiğinde katlanır, demişti. Buraya daha uzun yaşamam için getirdi beni. Bunun için katlanıyor. Ne benden korkuyordu ne de menfaati vardı. Tanrıyı gören köpeğin de bilmediği bir şeyler olabilirdi.

Bir sabah sokağın başından gelen motor homurtusuyla uyandı. Yerinden fırladı. Nedense hızla giden aracın önüne deli gibi atlıyor, saldırıp havlıyordu. Kasabalıların çoğu köpeğin varlığını o gün fark etti. Araç, fırının ilerisindeki kahvenin önünde zınk diye durdu. Silahlı bir adam araçtan indi. Diğerleri araçtan dışarı kafalarını sarkıtırken oyun oynayan bir çocuğu izler gibiydiler. Acele et, dedi biri. Leo arabadan inen adamın üzerine koştu. Tüfeğin arkasıyla karnına sert bir darbe alınca afalladı. Aynı anda acı bir çığlık duyuldu.  Söğüdün altına doğru süklüm püklüm yürürken şapkayı özledi Leo. Adam, köpeğin ardından yürürken omuzları daha yukarıda, adımları hızlıydı. Kahveden çıkan kızıl saçlı genç, adamın üstüne atladı. Rahat bırak çocuğu, diye bağırdı.

Yumruklaştıklarını gören diğer adamlar araçtan inerken kızıl saçlı genç, adamı yere serip tozu dumana katarak kaçtı. Ayak tabanları neredeyse kıçına değiyordu. Adamlar peşine düşmediler, tehditler savurarak araca bindiler. Bir yere yetişecek gibi aceleyle uzaklaştılar. Leo söğüdün altındaydı. Kıpırtısız. Dipçiğin değdiği yeri yaladı. Daha önce böyle hissetmemişti.  

Akşamüzeri adamlar gelip kahvedekilerden kızıl saçlı genci sordular. Nerede olduğunu bilen yoktu. Amcasının evini tarif ettiler. Adamlar aldırmadı. Ağzında kürdan olan, köpek dedi. Peki, köpek nerede?

Leo uzaktan göründü. Başı öne eğik, gözünün ucuyla adamlara baktı. Havlamadı, söğüdün altına yürüdü. Kızıl saçlı gencin yere serdiği adam Leo’ya yaklaştı. Ağzında kürdan olan vur gitsin, dedi. Leo, tüfeği görünce ayaklarının üzerinde gergin yaylandı. Her an kaçacak gibi yahut üstlerine atlayacak gibiydi. Tahmin etmesi güçtü. Adam, köpeğin her an saldıracağını düşünmüş olacak ki tetiğe bastı. Leo zıpladı. Art arda tetiğe basıyor ve Leo çılgınca hareketler yapıyordu. Köpeğin hâlâ yere yığılmadığını görünce durdu. Arkasındakilere baktı. Bir kaygı geçti gözlerinden. Leo harıl harıl soluyordu.

Uçan kuş bile vurulur da bir köpek nasıl vurulmaz? İçlerinden biri böyle şeylerden korkardı. “Gidelim,” dedi. “Belki bir keramet vardır bu itte, başımıza bela alırız. Lanete uğrarız, gidelim.” Bunu söyleyen iyi bir nişancı değildi. O yüzden silahına hiç davranmamıştı. Beceriksizliğini kabul etmeyen insanın korkuyla başı dertteydi. İnsan ne yapmışsa korkudan yapmamış mıydı?

Motor homurtusu cırcırböceklerinin sesini bastıramadı. Paslı kapı seslerini duyan birkaç çocuk yıkık duvarların ardından başını çıkardı. Gittiler. Leo’nun gözleri kan çanağıydı. Her şey söğüdün altında olmuştu. Oracığa uzandı. Kendini şapkanın içinde gibi hissetti. Kızıl saçlı genç koşarak geldi, yanına oturdu. Uyuyor muydu bilinmez ama gözleri kapalıydı Leo’nun, ona ilişmedi. İkisinin de göğsü körük gibiydi. Kahveden bir adam elinde bidonla çıktı. Kısık gözleri güneşte iyice yok oldu. Bidondaki suyun birazını Leo’nun başına döktü. Kalanı önündeki tasa boşalttı.  

Kızıl saçlı genç ertesi gün Leo’ya pişmiş et getirdi. Gözleri kıpkırmızı, nefesi hâlâ çok hızlıydı. Ne bir lokma yedi ne su içti. Genç, sabahın ilk ışıklarına kadar yanında oturdu. Leo’nun hızla inip kalkan karnından elini çekmiyordu.

Leo, ertesi gün söğüdün altında Philip’in anlattığı bir hikâyenin rüyasını görürken öldü. Bir zamanlar çok sevilen, tüyleri pırıl pırıl, Tanrıyı görmemiş ya da gördüğünün Tanrı olduğunu anlayamamış bir köpeğin hikâyesiydi. Philip’ten başka bilen yoktu bu hikâyeyi.

Kahvenin önündeki taburede oturan adam, “Bu köpek bir zamanlar çok sevilmiş, tüyleri pırıl pırıldı,” dedi. Kahveleri getiren çocuk söğüdün altına bakıp mırıldandı.

“En azından asfaltta ölmedi.”

Ed.: Mete KARAGÖL

Beyhan Keçeli
Latest posts by Beyhan Keçeli (see all)
Visited 60 times, 1 visit(s) today
Close