Yazar: 13:30 Öykü

Saça Kazınan Anı

Dökülen saçlarını yerden aldı. Avucunda tuttuğu saçlarına üzülerek baktıktan sonra aynadaki yüzüne döndü. Mavi gözlerinin altındaki morluğu eliyle okşadı. Elinin şifalı bir merheme dönüşmesini umarak birkaç dakika bekledi. Gözleri çok şiştiğinden kapakları zor açılıyordu. Yüzünden umudunu kesince dönüp banyoya bir göz attı. Sanki on yıldır yaşadığı evde değil yabancı bir yerde gibi hissetti kendini. Gözlerinin mavisi yerini laciverte bıraktığından kendini de tanımakta güçlük çekiyordu Burcu. “Nasıl değişmişim, eskiden güzel bir kadındım” diye geçirdi içinden. Elindeki bir tutam saçı güçlükle sıktı. Yıllar önce yaşadığı olay düştü aklına. Kalbinin derinlerinde duyduğu acının hiç de azalmadığını hissetti. O gün de tüm kırılan kadınlar gibi çok ağladığını hatırladı. İçindeki acı bastırılabilecek, dayanılabilecek bir acı değildi. Günlerce yemek yiyemediğini, gecelerce uyuyamadığını da bugün bile unutmadı. Her şey unutuluyordu da geçmişin izleri zaman zaman tazeleniyordu insanın zihninde. O zaman sevgilisi olan canından çok sevdiği, en büyük aşkı onun arkasından neler de söylemişti. Burcu için eski sevgilisine benim sevgilim demek yerine ablamın arkadaşının kardeşi demişti. Hem de yalnızca Burcu’nun saçları olmadığı için ondan utandığından söylemişti bunu. Yanımda kim olursa olsun ömrümün sonuna kadar seni seveceğim diye de eklemişti. Kendini savunması bu olaydan daha da acınasıydı. O üzülmesin diye yalan attım demişti. Eski sevgili belki mutlu olmuştu ama Burcu’nun canı çok yanmıştı. Düşününce iştahla bir küfür saldı dün yaşanmışçasına. Sırf saçları kısa diye onun için bunları konuşan adamı affettiğine bununla da yetinmeyip bir de onunla evlendiğine yeniden pişman oldu. Bir yabancının anısını ilk defa duyar gibi. “Oysa o gün onu affetmeseydim bugün sağlıklı ve mutlu bir kadın olabilirdim.” Beyninde durmadan dönen yüksek sesli bir kaset aynı cümleyi tekrar ediyordu. Ağlamak gelse de içinden gözünde bir damla yaş bile kalmamıştı. Tüm yaşlar tüm yaşanacaklar tüm ömür tükenmişti sanki. Salona çıkıp hazırladığı valizi aldı. Yıllardır yaşadığı eve son defa dönüp baktı. Her şey çok başka olabilirdi diye düşünmeden edemedi.  Hızla ayakkabılarını giyip evden çıktı. Sokağa indiğinde yüzüne dokunan yağmur damlalarının, huzuruna, suyun şifasına bıraktı kendini. Metro istasyonuna nasıl geldiğini anlamadı bile. Gidecek bir yeri ya da gitmek istediği bir yer var mı ondan bile emin değildi. İlk gelen metroya bindi. Daldığı düşüncelerden onu çıkaran ses bir sonraki durak Esenler otogarı anonsu oldu. Anonsla beraber çocukluğu düştü gönlüne. İşte o an karar verdi dedesinden kalan köy evine gitmeye. Hem onu kimse bulamazdı orada. Kimse tahmin edemezdi yıllardır gitmediği köye gideceğini. Bu fikir kendini huzurlu ve güvende hissettirdi. Otobüse bindiğinde daha iyiydi. 

Yolda aklına hiç yakın geçmiş gelmedi ama uzak geçmiş de canını acıtmaya yetti. Annesini kaybettiğinde babası kafası dağılsın diye köye göndermişti Burcu’yu. Aylarca orada kalmıştı. Babasının sözde iyi niyetli düşüncesinin aksine çok sıkılmıştı orada. Annesi gelir diye her akşam bahçedeki taşlarda beklemiş, haftalarca ağlamış kimseyle konuşmamıştı. Burcu o taşlardan ne kadar uzaklaşsa da o taşlardaki acı onu hayatı boyunca terk etmemişti. Sanki her yaşadığı üzücü olayda o umutsuzca bekleyen küçük kız çocuğuna dönüşüyordu. Babasını düşündü nasıl da evlenmişti annesi öldükten üç ay sonra başka bir kadınla. O zaman anlayış göstermemişti, şimdi de anlamıyordu zaten. Demek ki sekiz yaşında bir çocukla otuz sekiz yaşında bir kadın çok da farklı değil diye geçirdi içinden. Hafızası geçmişte bir ruh gibi dolanırken yolculuğun bittiğini bile anlayamadı. İndiği otogarda herkes ona ve saçlarına bakıyor gibi hissetti. Sanki onun acısını gözlerinden, hastalığını da saçlarından anlıyor gibiydiler. Kendine kızdı yine zaten her zaman en çok kendine kızardı. Başkaları onu üzse de o kendine çıkaracak bir parça suçluluk duygusu mutlaka bulurdu. Annesini kaybettiği zaman bile kendini suçlayıp en çok da onun için ağlamıştı. Kimse inandıramadı onu annesinin sırf o bir bebek istediği için ölmediğine. Bugün bile zaman zaman akıllıca gelmese de düşünür. Hem güler hem de kızar kendine. Düşüncelerinden çıkar çıkmaz bir taksiye atladı ve köye doğru yola çıktı. Bahçe kapısından girer girmez güneş hoş geldin der gibi gözlerinin içine işledi. Taşların yıllar sonra bile bahçede duruyor olmasına şaşırsa da mutlu oldu. Yeşil boyalı dış kapıyı açar açmaz sanki sekiz yaşında olduğu hali yanına gelip ona eşlik ediyordu. Hiç büyümemiş hiç büyüyemeyecek olan bir kız çocuğu hem kalbinde hem zihninde hem de hayatın her anında ona eşlik ediyordu. Burcu elini tutabiliyordu küçük Burcu’nun ama sarılamıyordu. Sanki sarılmaya kalksa kaçıp gidecek gibi bakıyordu küçük kız. Gözleri durmadan kanıyor gibi geliyordu gözünün önüne. Bahçenin bir kısmı örümceklerle kaplı olduğu için çalı süpürgesiyle hem örümcekleri hem geçmişi temizleyip evin kapısına ilerledi. Girdiğinde yıllardır çok da bir şey değişmediğini fark etti. Yaşanmadığı için tozla kaplıydı her yer. Örümcekler burada da bir saltanat sürüyordu. Onları rahatsız etmemeye karar verdi. Burcu çok yalnız hissettiği için örümcek de olsa bir can olması ona kendini iyi hissettirdi. Belki onlar beni sever diye düşündü. Hayatı boyunca sevildiğinden hiç emin olamadı. Ona göre kimse onu sevmedi ya da yeterince sevemedi. Sanki aşılmaması gereken bir doz vardı da ölçü biraz kaçarsa başlarına bir şey gelecekti yakınlarının. Hayatı boyunca bir artık gibi hissetti kendini. Sanki yanındaki herkes onu bir külfet olarak görüyordu ve bir an önce ondan kurtulmak istiyordu. Kapının çaldığını anlayınca irkildi. Heyecan ve korku karışımı bir duyguyla açtı kapıyı. Karşısında çok güzel görünen bir köylü kadını vardı.

 “Burcu hoş geldin kızım, sefalar getirdin.”

Çekingen bir tavırla hoş bulduk dedi. Kadını hatırlamadığı için utanmıştı. Oysa karşısındaki yabancı ona çok yakın davranıyordu.

“Çekinme yavrum, nasılsın?” 

Kadın soruyu gülen yüzüyle tekrarlarken oturmuştu bile divana. Burcu da yanına oturdu. Kendini samimi davranmaya zorladı bir yandan da belli olmaması için büyük çaba harcadı. Ve anlatmaya başladı.

 “Ben hastayım, kanser tedavisi görüyordum, saçlarım döküldüğü için kocam beni artık sevmiyordu. Bu bana hastalıktan daha büyük acı veriyordu. Bende kocamı da tedaviyi de terk ettim ve buraya geldim.” 

Kadın şaşkın ve üzgün gözlerle başından ayağına Burcuyu süzdü. Birkaç saniye suskun bekledi. Ne diyeceğine karar veremediği her halinden belli oluyordu. “Üzülme kızım, hepsi geçecek iyi olacaksın, bu günler de geçecek. Ben yanında olacağım. Yalnız ben değil tüm ailen yanında hiç merak etme.” Burcu şaşkın gözlerle kadına baktı tam benim ailem yok diyecekti ki kadının sevgi dolu gözlerini görünce vazgeçti. Teşekkür ederim diyebildi usulca. Karşısındaki kadını hatırlar gibi oluyor sonra çıkaramıyordu. Zihnini zorlasa bir yerlerden çıkacaktı sanki ama zihni yorgundu. Kadın “Hadi bize gidelim, açsındır yoldan geldin” dedi. Burcu daha da şaşırarak nezaketle “aç değilim teşekkür ederim” dedi. Kadın ısrar etmedi ben gidip sana yemek getireyim dedi ve hızla çıktı. Sanki gözlerindeki yaşı göstermek istemediği için kaçıyor gibiydi. Burcu örümceklere takılan gözünü ayırdığında yine sekiz yaşındaki hali yanında duruyordu. Ona gülümseyen ve yorgun gözlerle bakıyordu. Sarılmak istediği için biraz uzaklaştığı anda küçük kız artık görünmüyordu. Yol yorgunluğundan olsa gerek uykuya daldı. Uyandığında kadın baş ucunda hazırladığı tepsiyle bekliyordu. Kalktı ve teşekkür edip yemeye koyuldu. Aç değilim demişti ama çok aç olduğunu yemeğe başlayınca anladı. Kadın sevgi dolu gözlerle onu izliyordu sanki Burcu yedikçe o doyuyordu. Yemeğin sonuna gelmek üzereyken kapı çaldı. İçeri bir başka kadın girdi. 

“Hoş geldin Burcu kızım.” 

Tepsiden başını kaldırıp kendini içtenliğe zorlayarak hoş buldum dedi.

Kadın diğer kadına dönüp “Gözün aydın Mehtap kızına kavuştun” dedi. Burcu sanki kaybettiği oyuncağını bulan bir çocuk gibi şaşkın ama mutlu hissetti kendini. Geldiği dakikadan beri onu sevecenlikle karşılayan kadın annesiydi. Annesi ölmemişti. Kalkıp sarıldı. Uzunca sarıldılar ve beraberce ağladılar. Burcu hastaydı ama kanser değildi. 

Editör: Gülhan Tuba Çelik

Ayşenur Aysel
Latest posts by Ayşenur Aysel (see all)
Visited 2 times, 2 visit(s) today
Close