Yazar: 12:40 Öykü

Onur’a Veda

Bir tabuta sığmadı Onur’un bedeni. Küçük bedeni tabutun dörtte birini bile doldurmadı. Bir odaya sığınıp günlerce aç susuz kaldı. Sanırım uğruna yaşayacak bir şey de bulamadı. Yiyecek bir lokma yemek, içecek bir bardak su bulamadı. Hayallerinden de hiç bahsetmedi. Kimseyi kırmadı odada kaldığı sürece. Sahi, kaç gün kaldı Onur o kokuşmuş odada? Onu ilk gördüğümde nasıl tiksindiğimi hatırlıyorum ve bundan çok utanıyorum. Onun beni ilk gördüğü andaki heyecanını, etrafımda dört dönmesini de unutamıyorum. Daha ilk günden beni uyutmamış, sabaha kadar belirli aralıklarla yüzümü öpmüştü. O günden sonra onu bir daha göremeyeceğimi düşünmüştüm ama öyle olmadı. Simsiyah gözleri, zor görünen şeffaf kolları, cılız bedeni, bedeninden çok daha büyük ruhu onunla yaşamaya değerdi. Tüm insanlıktan tiksinir bir hali vardı. Bağımsız, özgür, kendine güvenen biriydi. Yalnızca bir hayali vardı: rahatça uçabilmek. Bu nedenle uçmaları vardı onun zaman zaman.

Kelebek misali ömründe uçmaları vardı, kat ettiği kilometreleri unutturana dek. Her şeyden ama her şeyden yüksekte olmaları. Kimsenin ona zarar veremeyeceği yerlerde olmaları vardı. Uçmaları vardı. Uçarken ölümden dönmesi ve hatta ölmesi, ölüp yeniden dirilmesi. Uçarken yok olması ve var olması. Masal misali bir var olup bir yok olması. Uçarken kaçışları vardı, kaçarken kaybettikleri ve kaybettiği anda kazandıkları. Kazandığında daha da çok ağladıkları, vedaları, aşkları, uçarken ardında bıraktıkları. Uçmaları vardı, çok uzaklara gitmeleri. Uçup düştükleri, düşüp kalkamadıkları. Uçarken korktukları vardı, korkup geride bıraktıkları vardı. Uçarken kanatlarına artık yetmeyecek bir enerjisi ve sadece uçup kaybolmaları vardı. Sonsuza dek kaybolmaları. Hiç anlatmamıştı Onur ama ben anlıyordum. Aşk acısı çekiyordu, eğer konuşabilseydi ağlayarak anlatırdı. Rakı içerdik beraber ama bence o en çok şarabı severdi. Muhtemelen şiir de severdi şarap sevdiği için. Belki tanıdığı bazı kadınları öpmek istemiştir. Bundan da hiç bahsetmedi. Gizemli biriydi Onur. Herkesi etkileyebilme kabiliyeti vardı. Zor durumda kim varsa onun yanında olurdu. Kanatları vardı sanki birilerine yardım etmesi için. Bazen ağladığını görürdüm evde, benden gizli. Elimden bir şey gelmese de üzülürdüm onun için. Kaç defa sordum ne derdi olduğunu ama nafile, hiç anlatmadı. Bilemiyorum, belki de beni anlatacak kadar yakın görmedi. O öldükten sonra bunun üzerine de çok düşündüm. Ben onu evime alacak kadar yakın görüyordum ama o beni yeterince kabullenebildi mi onu bile hâlâ bilmiyorum. Hep bir yabancı mıydım onun için? Eğer öyleyse çok acı. Onurla aynı evde yaşayıp iki yabancı olma hissi yüreğime ağır geliyor. O öldükten sonra günlerce öldüğü odaya giremedim. Onsuz nasıl yaşayacağımı da bilemedim. O beni benim onu sevdiğim kadar sevmese de ben onu çok ama çok sevdim. Şimdi ben bunları yazarken biliyorum ki bir yerlerden beni seyrediyor ve her zamanki gibi muzipçe gülümsüyordur. İnanç değil mi insanı hayatta tutmaya yarayan en büyük güç? Ben de inanıyorum işte, o beni görüyor, en çok da ben onu özlerken. Belki biraz da özlüyordur. Bunları kimseye anlatamamak da yorucu oluyor. Kimse Onur’a olan duygularımın ve hatta onun bana olan duygularının farkında değil ve anlamak da istemiyor. İnsanlar kötü, bazen çok kötü olabiliyorlar. En acısı da çoğu insanın kendinden büyük yargılarının olması. Daha da acısı yargılarının bile önden gidenleri var.  Acılara hapsolmuş bir hayat yaşadı diyorum onun için, yüzüme bakıyorlar saçmalama der gibi. Oysa biliyorum ben onun acısını. En az onun benimkini bildiği gibi. Beni sevdiğinden emin olmadığımı söylediğim için yanlış anlamayın, benim her acımda yanımdaydı. Üzüldüğümde, hasta olduğumda, ağladığımda, çok yalnız hissettiğimde. Her zaman omzuma ya dokunur ya bir öpücük kondururdu. En çok da yemeklerde içimdeki o büyük boşluğu doldurmak için mutlaka karşımda otururdu. Biz beraber hayal edemeyeceğiniz güzel günler yaşadık. O gittikten sonra beni kim anlayacak bilmiyorum. Birinin beni anlayacağına da inanmıyorum. Gerçek olmayacağını bilsem de Onur’un bana dönme ihtimalini düşünmeyi seviyorum. Diğer insanlara baktıkça, onlarla iletişim kurmaya çalıştıkça bu ihtimal beni daha da heyecanlandırıyor. Ben Onur’lu günlerimi çok özlüyorum. Onunla olan birkaç anımı size anlatmak isterim. Yanılmıyorsam Onur’un hayatıma girdiği ilk hafta idi. Bir gün işten çok sinirli geldim, ağladım ağlayacağım sinirden. Haksızlığa uğradığımı düşünüyorum ve içim içimi yiyor. Onu mu deseydim, bunu deseydim, ah neden şöyle demedim ki. Balkona çıkıp bir sigara yaktım. Onur geldi telaşla, hiçbir şey söylemeden beni seyretti. Onun sessizce seyretmesi beni rahatlattı. Uzunca bir süre seyretmekle yetindi. Konuşmayı sevmezdi söylemiş miydim? O beni seyrederken sigaramı söndürüp sardunyalara su verdim. Sessizce ve sabırla beni izlemeye devam etti. Sonra gelip su verdiğim sardunları sevdi. Bana baktı ve göz kırptı. O bir şey söylemedi ama ben anladım. Takılma böyle küçük sorunlara, dünyada, hele ki senin dünyanda, canını sıkan insanlardan daha değerli şeyler var diyordu. Tüm hırçınlığım bir anda kayboldu. Ona sarılmak istedim, yine benden kaçtı ama gülümsedi. Onun gülümsemesi gökyüzündeki tüm yıldızların bir anda parlaması gibiydi.  Yalnızca sinirli olduğumda değildi benimle birlik olması. Bir gün yine yargılandım. İnsanları bilirsiniz yargılamayı çok severler. Hayatının bir saatini bile yaşasa dayanamayacak insanlar hayatın hakkında ahkam keserler. Kocaman adamlar sırf onların istediği kadın değilsin ya da olamayacaksın diye seni eleştirirler, yargılarlar. Kapatmaya çalıştığın tüm yaraları yakalayıp tekrar tekrar üzerine basıp kanatırlar. Yine öyle bir günde eve gelip çok ağladım. Onur yine omzuma dokundu. Dikkatle ve şefkatle yüzüme baktı. Uzunca baktı. Ağzından hiçbir kelime dökülmedi ama gözleri, aldırma, sen onların yargılarından da gördüğünden de daha güzelsin dedi. Ona yine sarılmak istedim, her zaman olduğu gibi izin vermedi. Karahindiba çiçeği gibiydi. Onu dokunarak hiç sevemedim sanki dokunsam elimde kalacaktı o güzel çiçekleri. Bunu bildiğinden herhalde hep kaçtı benden. Hiç tüm zor anlarda yanınızda olan birini kaybettiniz mi? Hiç hayatınızdan biri gitti diye yalnızlıktan kusacak gibi hissettiniz mi? Birini bir tabuta koyup o tabutu kibrit kutusu olarak gördünüz mü? Hiç Onur’suz kalmaktansa ölmeyi düşündünüz mü? Bir akşam Tabutta Röveşata filmini onunla beraber izledik. Ana karakter Mahsun’ un hayatını, ısınmak için araba çalışını, en sevdiği tavus kuşunu yemek zorunda kalışını bugün bile anlayamayacak, Mahsun’a hak veremeyecek kadar hayata tepeden bakan insanlar var bu memlekette. En çok da bu insanlardan var dünyada. Onur o insanlara rağmen ağladı benimle. Anladı Mahsun’u ve soğuktan donarak ölen arkadaşını. Çünkü arkadaşı “Araba buldum,” dediğinde uyanıp gitseydi onunla, yani kimine göre suça bulaşsaydı, belki de ölmeyecekti. Tıpkı benim Onur’u unutup uyumam gibi. Kendimi affedemiyorum. Onu unutmasaydım belki de ölmeyecekti. Bir ömür değil ama bir süre daha benimle kalacaktı. Onur benim hayatımdaki en değerli varlıktı. Onun yokluğunu kabul edemiyorum. Bir sinek bir insanın en kıymetlisi oluyorsa eğer o insan iliklerine kadar yalnız mıdır?

Editör: Gülhan Tuba Çelik

Ayşenur Aysel
Latest posts by Ayşenur Aysel (see all)
Visited 21 times, 1 visit(s) today
Close