Derinden hissettiğim ancak bir türlü kelimelere dökemediğim zamanlarda bunu yapabilen insanların kelimelerine sığındım hep. İnsan en hüzünlü zamanlarında hâlini anlayana sarılıyor sanırım. Bir yerlerde birileri, benden önce, belki de benim söylemek istediklerimi, aynı şeyleri yaşamasa da söyleyivermiş. Bu gönül bağının bendeki karşılığı her zaman Ahmed Arif şiirleri olmuştur.

“Bilmezler nasıl aradık birbirimizi,
Bilmezler nasıl sevdik,
İki yitik hasret,
İki parça can.”

Sevda, umut, memleket… Öyle hislidir ki her şiirinden sonra insan elini kalbine götürüverir. Sanki orada biriken her şey açığa çıkmış gibi. Hafif esintili bir bahar havasında bir de deniz görüyorsa gözlerimiz orada yakılan sigara muhakkak karanfil kokar. Sonra yüzümüzde hafif buruk bir tebessümle içimizden bazı dizeler geçer.

“Karanfil kokuyor cigaram,
Dağlarına bahar gelmiş memleketimin…”

En sevdalı zamanlarımızın karşılığıdır bazen bu şiirler. Çeşitlenir bu sevda yalnızca kişiye duyulanla sınırlı değildir. Bazen mücadelelerimize olan sevdamızdır bazen yaşamaya. Bazen umudumuza olan bağlılığımızdır. Çoğu zaman kalp kırgınlıklarımızdır. Bazen en büyük hasretimizdir. Ama hiç tükenmez. Hep vardır. Kalbimiz her zaman bir şeylere sevdalıdır. Tıpkı onun şiirlerindeki gibi her zaman sevdalı. Hiç terk etmez sevdamız bizi.

“Terk etmedi sevdan beni,
Aç kaldım, susuz kaldım,
Hayın, karanlıktı gece,
Can garip, can suskun,
Can paramparça…
Ve ellerim kelepçede,
Tütünsüz, uykusuz kaldım,
Terk etmedi sevdan beni…”

Büyürken gördüğümüz, etkilendiğimiz ne varsa yavaş yavaş üzerimize oturmaya başladığında yine karşılığını onun şiirlerinde bulacağımız zamanlarımız başlar. Mücadeleyi öğrendiğimiz hiçbir alanda bizi yalnız bırakmamıştır. Bazen tek başımıza bazen hep beraber bağırdığımız zamanlarda ağzımızdan çıkanlar bir şiir olmuştur. Ellerimiz havadayken tüm dünyanın sesimizi duyduğuna inandığımız o an alışkın olduğumuz ancak anlatamadığımız bir his kaplamıştır içimizi. Dilde bir karşılığı yoktur. Ancak o hissi yeniden yaratan belki bir umuttur belki bir insandır belki de bir şiir. Belki de şu dizedir: “Bir umudum sende. Anlıyor musun?”

“Öyle yıkma kendini,
Öyle mahzun, öyle garip…
Nerede olursan ol,
İçerde, dışarda, derste, sırada,
Yürü üstüne – üstüne,
Tükür yüzüne celladın,
Fırsatçının, fesatçının, hayının…
Dayan kitap ile
Dayan iş ile.
Tırnak ile, diş ile,
Umut ile, sevda ile, düş ile
Dayan rüsva etme beni.”

Büyürken tanıştığımız en karmaşık duygumuz, sevdadır. İçine not yazılmış bir kitabın binlerce anlama geldiğini öğrendiğimiz yaşımız, genelde içimizdeki ilk sevda çığlığına kulak verdiğimiz yaşımıza denk gelir. Benim ilk sevda kitabım, ilk sevda çığlığıma “Seni anlatabilsem seni…” dedi.

Hasretinden Prangalar Eskittim

Seni anlatabilmek seni.
İyi çocuklara, kahramanlara.
Seni anlatabilmek seni,
Namussuza, halden bilmeze,
Kahpe yalana.
Ard- arda kaç zemheri,
Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu
Dışarda gürül- gürül akan bir dünya…
Bir ben uyumadım,
Kaç leylim bahar,
Hasretinden prangalar eskittim.
Saçlarına kan gülleri takayım,
Bir o yana
Bir bu yana…
Seni bağırabilsem seni,
Dipsiz kuyulara.
Akan yıldıza.
Bir kibrit çöpüne varana.
Okyanusun en ıssız dalgasına
Düşmüş bir kibrit çöpüne.
Yitirmiş tılsımını ilk sevmelerin,
Yitirmiş öpücükleri,
Payı yok, apansız inen akşamdan,
Bir kadeh, bir cigara, dalıp gidene,
Seni anlatabilsem seni…
Yokluğun, Cehennemin öbür adıdır
Üşüyorum, kapama gözlerini…

İlk sevda kitaplarını geride bırakınca gözlerimizi kalbimizden dünyaya doğru çeviririz. Dünya ortasından ikiye bölünmüştür, bunu fark ederiz. Bir yarısında direnenler vardır diğer yarısında kendisine direnilenler. Bir taraf seçeriz. Eğer kendimize doğru sevda kitapları seçmiş, doğru öğrenmişsek sevmeyi, tarafımız her zaman bellidir. Kalbimizi bir mücadeleye verebilmenin de bir sevda olduğunu anladığımızda tanıdık bir ses bize “Kirvem, hallarımı aynı böyle yaz, rivayet sanılır belki,” der.

“Vurulmuşum
Dağların kuytuluk bir boğazında
Vakitlerden bir sabah namazında
Yatarım
Kanlı, upuzun…

Vurulmuşum
Düşüm, gecelerden kara
Bir hayra yoranım çıkmaz
Canım alırlar ecelsiz
Sığdıramam kitaplara
Şifre buyurmuş bir paşa
Vurulmuşum hiç sorgusuz, yargısız

Kirvem, hallarımı aynı böyle yaz
Rivayet sanılır belki
Gül memeler değil
Domdom kurşunu
Paramparça ağzımdaki…”

Ve ilk sevda kitaplarından büyük mücadelelerin sevdalarına düşen kalbimiz ağırlaşmaya başladığında; her iki sevdanın yangınını da dizginleyip tek bir kor gibi içimizde tutmayı öğreniriz. Her neyi seversek kör oluruz, ondan gayrısına yok oluruz. Ancak böyle tarif edebilmişizdir içimizdekileri. Çünkü bunları duyarak büyümeye çalışmışızdır. Hasretimiz daha bir hasrettir. Sevdamızın tadı daha bir başka. Terk edilmişliklerimiz vardır mesela ve durmadan çağırdıklarımız… Unutulmuşluklarımız ve buna rağmen durmadan çağırdıklarımız…

“Evet, ağlamaklı oluyorum, demdir bu.
Hani, kurşun sıksan geçmez geceden,
Anlatamam, nasıl ıssız, nasıl karanlık…
Ve zehir – zıkkım cıgaram.
Gene bir cehennem var yastığımda,
Gel artık…”

Böyle böyle büyür bir insan, bir sevda, bir kavga. Hissettiklerimizin, bildiğimiz hiçbir lisanda bulamadığımız karşılığı bizi büyütür. Ve yakınlaştırır bizi şiire. Şiir, gökyüzünü toprağa gömüp yeniden doğurabileceğimizi öğretir bize. Bir sevdayı yeniden yaratabileceğimizi öğretir. Ve yeryüzünü yeniden inşa edebilmeyi… Bu sebeple gönül bağımızın olduğu her şeyden sorumluyuzdur. Bu sebeple rüyadır bütün çektiğimiz. Bunu bize içimizdeki şiirler öğretir.

“Sen genç, sevdan ölünecek kadar güzel
Kanunu yapanlar ihtiyar.”

Hayatta sorumlu olduğum tüm gönül bağlarımın bir şekilde kelimelere dökülmesini sağlamış olan Ahmed Arif’i;  birkaç kalıba sığdırıp anlatmak yerine hissiyatı ile anlatmak istedim.

Dünyayı ellerimde tutup kaldırmışım, kalbimi severek genişletmişim, tüm direnenlerin hakkını almışım, bir kavgayı sevdamla büyütmüşüm gibi hissettiren tüm şairlere. En çok da dünya o sandığım saklı cennetmiş gibi hissettiren Ahmed Arif’e… Bin minnet, çokça saygı ve tarifsiz bir gönül bağı…

“Asıl adım Ahmed Önal, Ahmed Arif olarak bilinirim. Yaşamım boyunca hakkı aradım; ezilenin ve güçsüzün yanında durdum. Memleketlilerim sömürülmesin, memleketlilerim kullanılmasın, memleketlilerim ölmesin diye konuştum. Eşitlik için yazdım, eşitlik için söyledim, eşitlik için dayak yedim, eşitlik için sövdüm. O günleri göremeyeceğimi bilsem de birilerine o günleri gösterebilmek için öldüm.”

Visited 12 times, 1 visit(s) today
Close