Merhaba…

Kısa bir bilgilendirme vermem gerekli… Bu yazının gerçek kişi ve kurumlarla hiçbir ilgisi yoktur. Belki biraz benimle ilgisi vardır, o da olsun o kadardır.

Keyifli hayaller!

Sizce de günümüzü baz aldığımızda hayallerimiz biraz teknolojik ve biraz da parasal değil mi?

Örneğin Iphone 11 Pro çaktırmadan üç göz kırparken, Xbox fırından yeni çıkmışken, her an yeni oyunlar türerken, Boğaz’daki yalılar indirime girerken, tekneler denizde sallanırken, Prada orada burada karşımıza çıkarken, Gucci mankenleriyle gündemi meşgul ederken; ‘hayal’ kelimesi de ister istemez anlamını yitirip biraz kapitalizmin ayakkabısı oluveriyor haliyle, e tabii hayaliyle…

Ve hayal, umudun; umutsa az gelirlinin ekmeğidir ilkesinden yola çıkarsak bu çağ tam anlamıyla kapithayalizim!

Az kalsın sapıyordum konudan, baştaki uyarı yazısını hatırlayıp hatırlatıyor ve yazıyı gerçek kişi ve kurumlardan yani bizlerden uzaklaştırarak, bir düşsel yolculuğa çıkalım diyorum…

Bir çocuk varmış, tatlı mı tatlı…

İsmi yokmuş, sadece çilleri varmış pembe pembe…

Dokuz belki on onu tanıyanlara göre ise on bir yaşındaymış. Ama asla on iki değil… Düşlerinde gezerken birkaç kez düşmüş ama asla hayallerinden vazgeçmemiş.

O çok şanslıymış çünkü ailesi ona çok fazla kitap alırmış. Okudukça; cümleler içinde büyür ve büyüdükçe de kendine sığamaz hâle gelirmiş…

Ne hoşmuş…

Bir gün yolda farklı bir kâğıt bulmuş; ince mi ince, dikdörtgen, çirkin sayılarla süslenmiş bu şey, garip görünüyormuş.

Eğilip yerden almış o kâğıdı…

Kâğıdın arkasında, yamuk bir el yazısıyla ‘’Hayallerim burada.’’ yazıyormuş… Heyecanlanmış bizim çocuk, koşa koşa ormandaki evine doğru yola koyulmuş… Kalbi rampampam atarken bir fil çıkmış karşısına, bizimki durdurmuş onu hemen.

Başını baya bir yükseğe kaldırıp sormuş file, ‘’Sen bu kâğıdın ne olduğunu biliyor musun?’’ Gülümsemiş fil ve biraz da hüzün geçmiş gözlerinden.

‘’Hayal kâğıdı değil mi o?’’ deyivermiş…

Daha da rampampam olmuş bizimkinin kalbi, demek hayallerin bir kâğıdı oluyormuş… Bu kez çok daha fazla heyecan ve biraz da telaşla evine doğru koşmaya başlamış… Onun acelesin gören panda çok şaşırmış ve durdurmuş bizim çocuğu güç bela…

‘’Dur, yahu! Nereye gidiyorsun?’’ demiş…

Elindeki kâğıdı göstermiş bizimki, ‘’Bunun ne olduğunu biliyor musun?’’

‘’Demek bir hayal kâğıdın var…’’ demiş yaşlı panda ve başını ağır ağır sallamış…

Bizimki hepten inanmış hayallerin gücüne ve eve vardığı gibi hayal kâğıdının arkasına dileklerini sıralamış tek tek…

Bir deniz istiyorum, yalnızca bana ait olacak ama. Ve orada balıklarla konuşabilmek istiyorum. Sirklerin hepsi kapatılsın, hayvanat bahçeleri özgürlüğe açılsın istiyorum.

Bulutlar salı günüleri pembe olsun; gökyüzü ise pazar günleri yeşil olsun istiyorum. Annem ve babam daha az koşup, yürümeye başlasınlar istiyorum.

Herkes ‘telaş’ kelimesini unutsun ve farkında olmadan sakinleşsin istiyorum.

Üstteki madde olurken eğer bir şekilde işler zorlaşırsa diye alternatif bir hayal ekliyorum: Aceleci insanlara ceza kesilsin ve cezaları; yerlerdeki sigara izmaritlerini toplamak olsun.

Sahi, sigaraların içine de pamuk şeker koyulsun ve yakılmasın, sadece yensin istiyorum. Hastalıklar ortadan kalksın!

Herkes okula gidebilsin.

Okulda kimse azarlanmasın istiyorum!

Her gece dünyadaki tüm çocuklar tok uyusun ve kimse üşümesin… Sanırım en çok bunu istiyorum.

Herkes bir günde yetmiş dokuz masal okusun, sonra masallar bitince tekrar okusun, sonra da herkes masal yazsın!

Bizim çocuk yazmış da yazmış…

Ve heyecanla ailesinin yanına gitmiş.

Göstermiş hayallerini; demiş ki, ‘’Hazır olun, salı günü için harika bir dileğim var!’’ Şaşırmış ailesi, almışlar bakmışlar kâğıda, ardından da gülmeye başlamışlar… Üzülmüş bizimkisi ama belli etmemeye çalışmış.

‘’Yahu…’’ demiş annesi, ‘’Piyangodan bunlar istenir mi?!’’

Düşünmüş bizimkisi, demek o çirkin kâğıdın ismi piyangoymuş… Peki, ne istenirmiş ki ondan?

Merakla bir annesine bir babasına bakmış…

‘’Mesela…’’ demiş babası, ‘’Bir araba istenir, şöyle afilli bir şeyler…’’

‘’Ah, olur mu evsiz! Evimiz olsa, şöyle kocaman teraslı…’’ demiş annesi ve gözleriyle uzaklara doğru gülümsemiş…

Annesinin ve babasının baktığı yerlere bakmış bizimki ama görememiş hiçbir şey…

Neyse demiş, demek ki; hayal dediğimiz şeyler yalnızca elimizle dokunabildiğimiz, gözlerimizle görebildiğimiz şeyler olmalı…

Oysaki ne güzel olurdu pembe bulutlar, özgür hayvanlar, tok çocuklar…

Günlerce düşünmüş bizim çocuk ve en nihayetinde anneannesinin de yönlendirmesiyle bir bisiklet düşlemiş…

Sonraki yıl bir bilgisayar istemiş, sonra bir bilgisayar daha ve oyunlar istemeye başlamış…

Artık renkli bulutlar komik geliyormuş ona ve hayal etmektense televizyonda gördüğü hazır hayal listelerine bakmayı yeğliyormuş…

Zamanla bizim çocuk değil on iki, yirmi iki ve hatta otuz iki bile olmuş… Ve unutmuş çocukluğunu…

O çirkin dikdörtgen kâğıdın arkasındaki hayallerse, depodaki çocukluk anılarının arasında sararmış çürümeyi bekliyormuş…

Böyle yok oluyormuş hayaller… Öyle duydum.

Her an bir yerlerde yaşanıyor piyango heyecanı… Belki pazar günleri gökyüzü yeşil olmaz ama… Tüm bu karmaşanın içinde hayaller de reklamlar olmaz belki…

Kimbilir.

Sahi, sizin bulutlarınız ne renk?

Visited 4 times, 1 visit(s) today
Close