Yazar: 21:51 Öykü

Oyun

Güneşli bir yaz sabahına uyanmış olmamıza rağmen, öğleden sonra hafif bir bulut yoğunluğu gökyüzünü kapladı. En sevdiğim mavi gökyüzüne bir süre hasret kalacaktım belli ki. Havanın iyice basık bir hal alması, nemin de iyice artması, insanın oturduğu yerde terlemesine sebep oluyor. Orta büyüklükteki bir pastanede, tepeden esen vantilatörlerin tatlı serinliği ve ara sıra kendini belli eden hafif rüzgâr, oturanları biraz olsun rahatlatıyor. Karanlık ve boğuk bu mekânın hemen yanı başında bir benzin istasyonu var. Gelen ve giden arabaların benzin kokuları ve asfaltın ağır,  kötü kokusu, basık ve nemli havayla birleşince yaşanılan an daha da çekilmez oluyor benim için. Zaten bu mekâna kendi isteğimle de gelmiş değilim. Sabahtan beri burada bekliyorum. Onu görmek, gözlemlemek, takip etmek istedim. Sürekli soğuk içecekler içerek kendi serinliğimi istikrarlı bir şekilde sürdürebilme gayretimle onu izliyordum. Yüzü parlıyor bu alaca karanlıkta. Gözleri ışık saçıyor. Oturduğu sandalyenin yan taraflarından ellerini sarkıtmış, geriye iyice yaslanmış bir şekilde esen rüzgârın hafif dalgalı saçlarını uçuşturmasından oldukça mutlu görünüyor. Yüzünde beliren buruk gülümseme bunun en büyük işareti. Bende uyandırdığı duygu, bu mutluluğun uzun sürmeyecek bir mutluluk olacağı. Belki de hayatında mutlu olduğu son dakikaları yaşıyor. Çünkü karşısında oturan yakın arkadaşıyla konuştuklarına şahit olduğumdan beri hep gelecekten umutla bahsediyor. Zayıf bedenine, bebeksi suratına, buruşmuş tişörtüne bakmadan sürekli güzel hayallerinden bahsediyor. Dostu da benzer hayallere sahip olduğunu yüzünde beliren gülümsemelerle gösteriyor, onu onaylıyor. İkisinin de hayallerinin temelinde Freudyen belirtileri görmezden gelebilmem mümkün değil. Çünkü yaşları itibariyle hayatlarının temeline koydukları tüm beklentiler, mutluluğa dair sahip oldukları tüm bilgiler karşı cinsin kendilerine atacağı bir güzel bakışa bağlı. Ne kadar safça duygular olduğuna tam olarak vakıf değildim ama bana oldukça tanıdık gelen bir sahneyi yeniden izlemek gönlümü hafiften bir okşamıyor da değil. Umutlu yarınlardan hevesle söz eden o zayıf çocuk, benim onu izlediğimden, dinlediğimden bihaber yamuk dişlerini umarsızca göstererek kahkahalarını sıralıyor. Sonraki hayatında diğer insanlardan esirgeyeceği mutluluğunun son demlerini gösteriyor gibi tüm dünyaya. O umutlar, kalbinde oluşacak yıkıntının büyüklüğü olacak.

Uzaktan gözlerimi kısmış bir şekilde ona odaklanmışken masama maden suyu şişesini koyan garsonun sesiyle irkildim. Adisyon kâğıdını uzattım ve garson bir tik daha koydu hesaba. Kullanmadığım kül tablasının altına tekrar sokuşturup onu izlemeye devam ettim. Strese dönüşen garip bir hali vardı. Havanın etkisinden bağımsız olmadığını düşündüğüm bir stres belirtisiydi bu. İyi bilirim bu hareketleri çünkü. Bende de hala var olan bazı devresel tepkiler işte. Ellerini masanın üstüne koymuş, sağ elinin parmaklarını sırayla ve ritimsel bir etkiyle masaya vuruyor. Bir yandan da sağ bacağını hızla sallıyor. Karşısındaki arkadaşına bakıp enerjisinden hiçbir şey kaybetmeden bir şeyler söylüyordu. Zamanın yavaş geçtiğinden dem vurup bir an önce üniversite hayatına başlamak istediğini hevesle dile getiriyordu. Her ne kadar istediği bölümü kazanamamış olsa da, ailesinden ayrılıp kendi özgür yaşantısını kuracak olmanın heyecanını ruhunun en derinlerinde yaşadığı kolayca sezilebiliyordu. Hasret olduğu şeyler vardı. Ve tüm bunlara yeni kuracağı özgür bir yaşantıda kavuşabileceği umudunu içinde taşıyordu. Umudunu hep geleceğe, bilinmeyene, beklentilerine dayamaktan çekinmiyor, umarsızca hayal kurmaktan hiçbir zaman geri durmuyordu. Karşısındaki dostu ise daha temkinli, daha olgun tavırlar içinde onu karşılıyor, kendisinin de kuracağı yeni hayatından beklentilerini gerçekçi bir zeminde dile getiriyordu. İddialı sözler söylemekten kaçınıyor gibiydi. Arkadaşının cüretkâr söylemlerini bir şaka olarak algılayıp gülümsemekten kendini alamıyordu. Gülümsemesinde hüzün saklıydı. O da istediği bölümü kazanamamıştı. İkisi de hedeflerine ulaşamamış, beklentilerini elde edememişlerdi. Fakat birinde hayal kırıklığı net olarak okunuyor, diğerinde umarsızca yeni hayallerin ve beklentilerin ortaya saçıldığı görülüyordu. Umut etmekle temkinli olmak arasındaki ince çizgide bu iki dostun görüşmeleri, her zamanki olağanlığıyla devam ediyordu. Çünkü hayal kurmaktan vazgeçseler hayatları eksik kalacaktı. Genç olmanın en güzel yanı olan hayal kurmaktan geri duracak değiller tabi. Gerçek olmayacağını bildikleri hayalleri inatla kurmak hayat rutinleri olmuş adeta. Fakat hayal kırıklığı birisinde daha fazla hırsla ve daha fazla arzuyla içgüdüye, diğerinde daha temkinli, daha gerçekçi hayaller kurma zorunluluğuna dönüşmüş görünüyor.

 Arkadaşının masa üzerinde duran düşük kaliteli sigara paketine doğru elini uzattı. Bir anlık göz temasından sonra gerekli izni almış olmanın verdiği gülümsemeyle paketten bir adet sigarayı çıkarıp masanın üzerindeki çakmağı eline aldı. Birkaç denemeden sonra sigarasını yaktı. Kısa sürecek bir sigara içme macerasının ilk demlerini yaşıyordu. Acemiliği sigara dumanını her içine çekişinde belli oluyordu. Fakat aldırmadan sigarasını içmeye devam ediyor, kendisine efkârlı bir hava vermeye çalışıyordu. Üzerine sinecek duman kokusunu akşam eve gittiğinde ailesine nasıl açıklayacağını kendince zeki bir şekilde kurgulamıştı. En yakın dostuna suçu atacaktı. Pasif içici olmanın masumiyetine sığınıp ailesinin gözünde sigara içmeyen temiz bir evlat izlenimini gururla oluşturacaktı.

 “Üniversiteye gidince âşık olacağım”diye net bir cümle kurdu. Bunu dediği anda kalbimde bir kıpırtı hissettim. Aşk denildiğinde kalbim her zaman teklemeye meyillidir. Muhtemelen onda da bu kıpırtı olmuştu. Bir anda modu düştü, ciddiyete büründü. Kalbini artık bir sevdanın yangınına teslim etmek istiyordu. Bu isteği, o zamana kadar içinde bastırdığı benliğinin özgürlüğe kavuşunca aslına dönecek bir gerçeğini ifade ediyordu. İstediği sadece karşı cinsten birini sevmek, sevgisinin sınırlarını zorlamak, kendini açmaktı. Şüphesiz bu hayali gerçek olacaktı. Bu kadar kararlı cümle kuran birinin, bu hayalini gerçekleştirmemesi düşünülemezdi tabi ki. Fakat hayal kırıklığına uğrayacağından bihaber. Bilmiyor âşık olmanın onu daha mutlu değil, aksine daha dertli yapacağını ve yıpratacağını. Belki de o sadece o acıyı yaşamak, sevgi uğruna zorluklara katlanmak istiyor. Karşılıksız da olsa, kalbinde bir aşk ateşi yakmayı ve o yangında kül olmayı. Belkilerle kurduğum bu cümlenin gerçek bir tarafı kesinlikle var. Beni tanımıyordu. Birkaç kez gözlerini benim olduğum tarafa döndürse de, dikkatli bir şekilde bakamadı. Çünkü aynada dahi kendi gözleriyle göz göze gelmekten kaçınırdı. Bunu bildiğim için yanına bu kadar yaklaşıp anlattıklarını, hayallerini, beklentilerini buruk bir gülümsemeyle dinliyordum. Yıllar benden çok şey götürmemişti aslında. Biraz kilo almış, vücudum daha diri bir hale gelmiş, saçlarım yanlardan azıcık dökülmüş, gözlerime bir gözlük kondurmuştu. Çok şey almış olsa da birçok şeyi de katmıştı. Kurulan o hayallerin hepsine tanık olmak, nereden nereye geldiğimi görmem açısından beni uzun bir iç muhasebesi yapmaya yönlendirmişti. Sırf âşık olmak için âşık olmuştum çoğu kez. Çünkü ben aşkı seviyordum. Bu yüzden de yaşadıklarımdan asla pişman olmadım. Aksine, bana çok şey kattığını biliyorum. Beni olgunlaştırdığını, kendime getirdiğini, kendi iç dünyamı keşfetmemi sağladığını bizzat yaşayarak tecrübe ettim. Komik bir durumdu aslında. Cüretkârca kurulan onca hayalin birçoğunun darmadağın oluşunu en yakın yerden bizzat izlemiş olmama rağmen, en ciddi hayalimi her seferinde inatla denemekten vazgeçmemiştim. Hayal kurmayı artık eskisi kadar sevmediğimi fark ettim onu dinlerken. Aradan geçen on yıl, onun zihninin yeniden doğmasını, yeni bir benlik inşa etmesini ve hayata yönelik anlamlı bakışını korkusuzca oluşturmasını sağlamıştı.

Bu satırları yazdığım sırada karşı masada beni gözetleyen bir adamla göz göze geldim. Birkaç saniyelik bu sekans sonrası görmezden gelme niyetiyle tekrar gözlerimi ekrana doğrulttum. Adam masasından kalkıp benim masama doğru geldi. Huzurum kaçmıştı. Oturma izni alıp sandalyeyi çekerek oturdu. Görmezden gelmeye devam ediyordum. O ise ısrarla beni izliyordu. Zihnimdeki tüm duvarlar titremeye, korkularım yeniden alevlenmeye başladı. Gözlerini kırpmadan beni izlerken garsondan iki çay getirmesini istedi. “Beni tanıdın değil mi?” diye sordu. Bu soruyu sorması beyhudeydi. Çünkü biliyordum kim olduğunu. “Elbette” dedim. “Tanımaz olur muyum? Ben eski ben miyim ki tanımayayım. Hayırdır, ne istiyorsun?” diyerek ekrana tekrar gözlerimi çevirdim. “Hayatın tüm anlamını çözdüğünü düşünüyorsun değil mi? Her şeyi zihninde hallettin, bütün soruların cevaplarını buldun öyle değil mi? Üzgünüm, şu anda sahip olduğun tüm bu fikirler, tüm bu bilgiler bir yanılsamadan ibaret. Korkuların hâlâ zihninde duruyor biliyorum, görüyorum. Kendini kandırmaktan zevk aldığından da adım gibi eminim. Buraya gelmemin sebebini merak etmediğini de biliyorum. Buraya geleceğimi biliyordun yine de bilmediğin şeyler var, onları da biliyorum. Ama söylemeyeceğim.” diye kendinden emin bir tonda konuşmaya başladı. Oldukça iyi hitabet yeteneğiyle sözlerinden etkilenmemek mümkün değilse de bütün konsantrasyonumun kaybolmasına izin veremezdim. “Seninle yüzleşmekten korkmuyorum ki!” diye umarsızca bir cevap verdim çaylar masamıza geldiğinde. Ben tek şeker attım, o şeker kullanmadı. Buna şaşırmıştım. Fakat yıllar içerisinde insanın çaya attığı şeker miktarındaki değişiklik sağlık açısından normal karşılanabilirdi. Bu yüzden çok da üzerinde durmadan çayımı karıştırıp, çay kaşığını çay tabağının kenarına koydum. “Ben umut etmeyi hep sevdim. Hayal kurmaktan vazgeçip umut etmeye yöneldim. Bunu biliyorsun zaten. Korkularımın varlığından haberdarım, senin söylemlerin beni kendi yolumdan alıkoyamaz. İrade sahibi bir insanım ben. Bilmediğim şeyler olduğunu söyledin. Bununla gurur duyarım. Artık ‘bilmiyorum’ diyebiliyorum. Fakat içimdeki merak duygusunu da bastıramıyorum. Neleri bilmediğimi anlatmak istersen büyük bir keyifle dinlemeye hazırım.” dedikten sonra çayımdan bir yudum aldım. Gülümsedi. Dalga geçercesine bir gülümsemeydi bu. Hafiften sinirimi de bozmuştu bu tavır. İç geçirdi. “Sana bilmediklerini anlatırsam bunları öğrenemeyeceksin. Hayatı yaşayarak, kendin tecrübe ederek öğreneceksin. Bu zamana kadar böyle olmadı mı? Şuradaki saf çocuğa sen neden gidip bir şeyler söylemedin? Anlar mıydı?” diye karşılık verdiğinde ona hak vermekten kendimi alamadım. “Doğru söylüyorsun. Peki, o halde bana neden buraya geldiğini söyler misin?” Yaslandığı sandalyeden doğrulup ciddi bir tavır takındı. Tekrardan gözlerimin içine baktı. Yıllar çok şeyi değiştirmiş görünüyordu. “Sen bir korkaksın.” dedi. Hiddetlendirdi bu söz beni. Neden böyle bir şey söylediğini anlamamıştım. Bozulduğumu gösterdim tavırlarımla. Yüzümün düştüğünü, kaşlarımın çatıldığını görmüştü, aldırmadı. O da kaşlarını çattı. “Benim gelip seninle konuşmaya cesaretim var. Ama senin gidip onunla konuşmaya cesaretin yok.” dedi. Ürküttü bu söz beni. Nefesim daraldı nedensizce. Boynumu bir sağa bir sola hareket ettirerek kendimi toparlamaya çalıştım. Bir müddet susarak bana attığı nutukları dinlemiş gibi yaptım. Bazı kelimeler ağzından çıkıyordu ama zihnimdeki sesler onun söylediklerini anlamamı zorlaştırıyordu. Konuşması boşunaydı çünkü cevabını bildiğim bir soruyu sormuş, kenara çekilmiştim. Onu tuzağıma düşürmeyi başarmış, kendi zihnimle baş başa kalmıştım.

 Karşımda konuşan adamın iyice dökülmüş saçlarından ve gözündeki gözlüğünden başka bir de hafif ağarmış sakal ve bıyıkları dikkatimi çekiyordu. Dişleri sararmış. Söylediklerini işitmiyordum. Zihnimde kendi kendime konuşuyordum. Neden sevmiştim o kızı? Biliyordum sebebini. Ama neden gidip onunla konuşmaya cesaret edememiştim. Ya da neden kalbimi farklı sevdalara bu kadar kaptırmıştım. Zamanın akışına bu kadar net bir şekilde şahit olduğum halde neden hep zamanın geçmediğinden dem vurmuştum. Elimi göğsüme götürüp kalbimi ovaladım. Nefesimin daralması yetmemiş, kalbim ağrımaya başım da dönmeye başlamıştı. Gözlerimi karşı duvara dikmiş zihnimdeki seslere kulak vermeye devam ediyordum. Karşımdaki sarı dişli adamın dudaklarını okumak dahi istemiyordum. Havanın daha da kararması işime gelmişti. Düşüncelerim beni ele geçirmeye devam ediyordu. Susmuyordu o ses. Bağıra bağıra bana haykırıyordu. İçime şüpheler düşürerek beni çıkmazlara sürüklemeye çalışıyordu. Kapılmamaya çalıştıkça sürükleniyordum bu girdaba. Ömrümün nasıl geçtiğini düşündüm. Hayat, bana zihnimin oynadığı bir oyun muydu? Korkmuştum evet. Geçmişimle yüzleşmeye, onu uyarmaya, ona bir şeyler söylemeye korkmuştum. Çünkü korkularım beni hiçbir zaman rahat bırakmamıştı. Peki, bu adam neden çıkıp benimle yüzleşme cesaretini göstermişti? Benim onunla da yüzleşmeye cesaretim yokken, kırklı yaşlarındaki bu adam, kendi geçmişiyle nasıl olmuştu da gözlerinin içine baka baka yüzleşebilmişti? Buna anlam veremiyordum. Konuşmasını bitirdi. Zihnimdeki sesler de sustu sonra. O konuşurken yükselen zihnimin sesleri o susunca bana rahat vermişti. Tahammülüm yoktu. Korkaktım ben. Dediklerini anlamak istemiyordum. Hâlbuki hayatımı anlamaya ve anlam vermeye adamıştım. Korkularımı yatıştıracak cevaplar aramayla, kendimi ikna etmeye çalışmakla geçirmiştim bu zamana kadarki yaşantımı. “Beni elbet bir gün anlayacaksın. Korkuların hep içinde olacak. Sen de kendini buldukça, korkularının önemini kaybettiğini göreceksin. Korkuların zihninden fırlayıp seni yaşam sahnesinde sınırlayan yanılsamalardan başka şeyler değil. Bu konuşmayı da sakın motivasyon konuşması ya da korkusuz olmanı telkin ettiğim bir konuşma olarak anlama. Ben bu konuşmayı senin için yapmıyorum. Kendim için yapıyorum. İleride anlarsın bunu.” dedi ve yarım kalmış çay bardağını masamda bırakarak uzaklaştı. Dediklerini düşünmemeye çalıştıkça zihnim bana kan kusturmaya devam ediyordu. Diğeri de arkadaşıyla birlikte masasından kalkıp gitti. Sadece ben kaldım. Kendimle baş başa kaldım. Korkularım yeniden beni ele geçirir gibi oldu. İzin verdim buna. Susturmak istesem de, içimdeki ses susmadı.

 Hiçbir şeyden haberi olmayan o masum çocuğun gitmesinden hoşnuttum. Çünkü ne beni biliyordu ne de diğerini. Hayallerini masada bırakıp bedenini alıp gitmişti. Eve varacak, yemeğini yiyecek, yatağında farklı hayaller kurarak uykuya dalacaktı. Hayat, onun için henüz ilk perdesi sahnelenmiş ama asıl ana sahnesi yeni başlayacak bir tiyatro oyunuydu. Ama diğerinin gidişi, içimdeki bilinmeze karşı duyduğum kuşkuyla karışık umudu yerle bir etmeye yetmişti. Konuşmaları rahatsız etse de içime güven veren bir yanı vardı. Geçmişten kaçmış olsam da, gelecekle yüzleşmek zihnimdeki oyunun nihayete ermeye en yakın olduğu andı. Bulabilecekken o son çıkış yolunu, karmaşık labirentten tam çıkacakken karanlık ve soğuk dehlizlerde yine bir başıma kalmıştım. Umudum kırılmamıştı ama korkularım tekrardan kendini göstermişti. Masumane hayaller ve gerçekçi yaşam yolculuğunda kaldığım bu araf, belki de sonu gelmez arayışımın en güzel tadı olarak kalacaktı. Zihnimle oynadığım bu oyunlarda hep mağlup olsam da, kazanmaya en yakın olduğum an bu andı sanırım. Zamanı zihnimde hapsedip üç parçaya bölebilmem yeni keşfettiğim bir yeteneğim olmuştu. Bunu doğru kullanamamış olsam da korkularımın zihnimde bana oynadığı oyunda kendimin asla yetersiz olmadığımı fark ettim. Bir gün bu labirentten çıkabileceğimi görmüş oldum. Zihnime karşı belki galip gelemeyeceğim ama benliğimi ve irademi ortaya koyup hayatımı kaçınılmazların sınırlarında kendim belirleyeceğim.

Gitmeden masama bir dal sigara ve bir çakmak bırakmış. Buna şaşırdım. Tekrar sigaraya mı başlamış? Dişlerinin sarılığından anlamalıydım… İrademi ortaya koyup sigarayı yakmadım, çakmakla birlikte cebime attım. Çayımdan son yudumu aldım. Acı bir tadı olsa da su gibi akıp gitti. Zamanın nasıl geçtiğini yine anlamamıştım. Ben susmuştum, ellerim konuşmuştu sanki. Klavyem bir makine edasıyla çalışmış, ekran zihnimin yansımalarıyla dolup taşmıştı. İçim buruk, kalbim kırık, zihnim yorgundu. Tüm bunlar bir rüya değil, hakikatin ta kendisi. Oynadığım bu oyunun kaybedeni yine bendim. Ama bunları ifade edebildiğime sevindim. Son noktayı koyup yavaşça ekranı kapattım. Üçünün de hesabını ödedim. Mekândan ayrılıp saatin kaç olduğunu, hangi zaman diliminde yaşadığımı bilmeden yola koyuldum.

Editör: Melike Kara

Mehmet Emin Mertoglu
Latest posts by Mehmet Emin Mertoglu (see all)
  • Oyun - 29 Ekim 2022
Visited 29 times, 1 visit(s) today
Close