Yazar: 18:56 Öykü

Onun Yerine

O gün, yine bütün köy halkının şahit olacağı dört kişilik bir cinayet işlenecekti. Herkes hazırdı. Kadınlar en süslü entarileriyle, erkekler geceden temizledikleri silahlarıyla. Çalınan davul ve zurna eşliğinde halaya duranlar, durdukça acıkıyorlar, acıktıkça sabırsızlanıyorlardı.

Ayza’nın dizleri çenesinde, sardığı tütünü elinde, gözleri duvarın dibindeki ibrikte idi. Bir o ibriği bir de Topal Bişar’ı beline yaslayıp taşımıştı. Gözleri doldu, boğazı düğümlendi, oturduğu yerde bir ileri bir geri hızlanıyordu. Cigarasından derin bir nefes çekti, sondu. Bekârlığının, gençliğinin, kızlığının, evlat olmanın, Ayza olmanın son nefesiydi. Uzayan sümüğünü elinin tersiyle sildi. Gırtlağını yakan safrayı, dilinin ucundakilerle beraber yuttu. Sallanan hızması midesini bulandırmıştı. Kucağındaki Bişar’ın bebe hali gözünün önüne geldi. Cılız, küçük elleriyle uzanmaya çalıştığı her biri mavi olan üç boncuklu hızması. Lanet gelsindi böyle sürgüne, düğüne, düzene, töreye. Çekip kopardığı hızmayı ileri attı; burnunun acısına böğürdüğünü sananlar, sızan kanı silmek için başına üşüştüler. Ayza, savuşturamadığı sineklerin telaşına artık tepki veremiyordu.     

Daha birkaç ay önce, akran olan amcasının oğlu, devrilen römorkun altında can vermemiş olsaydı, şu an onunla evli olup yüreğine çizdiği bilmem kaçıncı gününü yaşıyor olacaktı ama ölen abisinin yerini, ablalık edip elinde büyüttüğü On beşlik Bişar alacaktı. Herkesin siyahlara bürünüp yas tuttuğu zamanlarda, Ayza’nın yüreği sessiz sessiz yeşilleri, beyazları, kırmızıları yaşamıştı. Yeni bir umut doğmuştu içine. Safderun mamasının ağzına uzattığı her kaşıkta, ölene kadar yanında kalacağına dair verdirttiği köpüklü sözlere inandığı gibi, yine inanmak istemişti. Evdeki ibrik kadar, yine o evde eskiyecekti. Ne de olsa analığından sonra, evin en büyüğü yirmi bir yaşındaki Ayza idi. O ocağın hizmetçisi, bakıcısı, aşçısı, temizlikçisi, belkemiği idi. Berdel olması mümkün değildi, he mi maması? He idi he… Son kaşığı ağzına tepmeden de yemin vermişti evlendirilirse canıma kıyarım ha diye. Boşunaydı; edilen yeminlerle verilen sözlerin hepsi kapının önünde çalınan zurnayı eğlendiriyordu, o kadar.

Abası giydirildi, beyaz tülbent duvağı kapatıldı. Dışarıdaki coşkulu halaya katılmak üzere evden dışarı çıkarıldı. Erkek kardeşinin yanında halaya durduktan sonra kendi düğününe sürgün edilmek üzere konvoya doğru götürüldü. Çekilen zılgıtların fehvası; birbirlerinin yerine gelen gelin ve damatların çaresiz çığlıklarıydı. Davula vurulan her tokmak ise karı koca olacak amca çocuklarının yüreklerine saplanan yorgun kurşunlardı. Kâğıda yazılmayan kesin kurallar belliydi. Bugün Ayza’nın kaderine ablalık yaptığı Bişar yazılmıştı. Daha dün hep beraber saklambaç oynayıp birbirlerini sobeleyen amca çocukları az sonra evcilik oynayacaklardı.

Keskin dengenin bozulmaması için eşit sayıdaki konvoy araçları berdel yerine doğru yola çıktığında Ayza’nın aklınd; geride bıraktığı damat olacak erkek kardeşi ile az sonra berdel olacağı kuzeninin mamasına nasıl bakacağıydı. Mecburdu, bir şekilde öğrenecekti, önce biraz zorlanırdı ama maması ona zorluk çıkarmadan yattığı yerden sabırla beklerdi. Birbirlerine gidip gelirkenki yolun kısalığına lanet etti. Arabanın kapısının açılmasıyla yanındaki yengesine yapışması bir oldu. İnmeyecekti, verdiği yemin gibi, ölse de bu arabadan onu çıkaramayacaklardı. Ya onun karşılığında ölecek olan kuzeni, sonra erkek kardeşi ve sonra diğer tüm gencecik hısımları… Çekiştirilerek indirildi. İndi. Kolundan sürüklendi. Yürüdü. Berdeliyle göz göze geldi. Tüfekler ateşlendi, tabancalar atıldı. Arabaya tıkıldı. Issız çorak arazide arkalarında bıraktıkları toz bulutuyla az önce yaşanan savaşın yerini de sessizlik aldı.

Sevinç ve merakla karşılanan Ayza ezberinden yürüdüğü yolun sonunda, eline tutuşturdukları bardağı kırarak, değmesinden korktukları nazarı da kovmuş oldu. Bir yastıkta kocamalarına artık engel yoktu. Bundan sonra yaşayacakları odaya girmek üzere, yeni evinin kapısında Bişar’ı bekledi. Oyunlarda koşması için koluna girip kayırdığı Bişar’ı el olmuştu. Utandığı ablasına dayanmadan, bir yükselip bir alçalarak nikâhın kıyılacağı odaya doğru yan yana yürüdüler.  

Filanca kızı filanca şahitler huzurunda şu kadar mehir ile Allah’ın izni peygamberin sünnetiyle sen filanca oğlu filancayı, “Eş olarak kabul ettin mi?”

“Ettim.” Sobe

“Ettin mi?”

“Ettim.” Sobe

“Ettin mi?”

“Ettim.” Sobe

Düğün evine asılan kırmızı bayrağın şanına yakışan eğlencenin sonunda asıl beklenen, halvet gecesiydi. Üzerinde altın işlemeli kırmızı siyah elbisesiyle, rahmetliden kalan damatlığı taşımaya çalışan Bişar ile Ayza sabah asılacak çarşafın hesabını, oynadıkları parmaklarıyla yapamayınca, “Ha şu divardakini ba ver.”

Uzun olan ayağının üzerinde yükselip tüfeği Ayza’ya uzattı. Bu yaşına kadar sözünden çıkmadığı ablası ne derse doğru der idi.

“Kır dizini önüme.”

Ayağını altına alıp gözlerini kaldırmadan karşısında oturdu.

“Korkuyorum,” dedi.

“Ha bu ölümden de beterdir. Korkmayasan.”

Birbirine karışan kanın müjdesi sabaha gerilmek üzere hazırdı. Gözümüz aydın olsundu.

*mama: arapça anne demek

Burcu Kurtulan
Latest posts by Burcu Kurtulan (see all)
Visited 13 times, 1 visit(s) today
Close