Yazar: 16:00 Öykü

Öğretmenin Geçmişe Yolculuğu

“Yaşlandık Mustafa Bey, yaşlandık. Bir de sosyal medyaya girdin şimdi. Önceden oturur konuşurduk balkonda. Bak yaz bitecek, havalar soğuyacak, keyfini çıkaralım şu günlerin. Çıkamıyoruz sonra balkona, bakamıyoruz mehtaba. Kaç sene daha görürüz şu gökyüzünü? Bırak Allah aşkına şu telefonu.”

Yakın gözlüklerini düzeltip yüzüme baktı. Dizlerime örttüğüm örtüyü düzeltti.

Gülerek, “Kıskandın mı yoksa Müzeyyen?” dedi.

“İlahi Mustafa, seni kim ne yapsın şu yaştan sonra? Sadece kızıyorum hayattan mahrum kaldığın için. Görmüyorsun saksılara diktiğim ortancaları, duymuyorsun hanımelinin kokusunu. Karanlıkta kulağa gelen dalgaların sesini işitmiyorsun, ayı izlemiyorsun. Kahveni bile soğutmuşsun be adam. Hay Allah.”

“Aaa, sen mahrum kalıyorsun asıl Müzeyyen. Bütün dünyayı sığdırmışlar şu telefonun içine, her şey var. Bak, şuna bak bir.”

Yakın gözlüklerimi takıp baktım telefona. Komşumuz Akif Bey’in kızı Yıldız teknede eğlenirken video paylaşmıştı.

“Yahu bu insanlar fakir değil miydi? Geçenlerde borç için gelmişti adamcağız. Bak şimdi eğleniyor, parayı buldu demek,” dedi.

Gülerek, “İnsanlar kan kussa da etrafa iyiyi oynamayı çok iyi biliyor Mustafa Bey,” dedim. Duymadı beni.

“Bak eski okul arkadaşım mesaj atmış bana. Ayvalık’ta buluşacakmışız, haber veriyor.”

“Müsaade etmem.”

“Neden yahu? Sen vallahi kıskanıyorsun beni Müzeyyen. Tamam yakışıklıyım da güven kocana sen de. Benim tek varlığım sensin. Ben kimselere bakmam.”

“Bilirim kimselere bakmayacağını. Senelerce aynı yastığa baş koyduk, tanımaz mıyım seni; ama tek başına olunca yediğini içtiğini görmüyorsun. Benim kaygılandığım konu bu sadece. Telefona bakarken üç sütlaç kâsesini götürmüşsün içeride.”

Güldü. “Öğretmenim, ben onları kaldırmamış mıyım ya?”

Severdim bana böyle demesini. Emekli olmama rağmen aklım hep o günlere gider. Bu hayatta en çok özlediğim şeylerden biriydi mesleğim.

“Sahi Müzeyyen, açalım sana bir hesap. Bir sürü öğrencin yazar sana, fena mı? Kaç çocuğa okuma yazma öğrettin, hayata hazırladın.”

“Hatırlamazlar ki, kaç sene geçmiş aradan.”

“Evdeki etin, balığın iskeletini götürüp eklemleri anlatırdın çocuklara. Böyle hoca unutulur mu? Ben hayatta unutmazdım. Hem ne kaybedersin?”

Ben bir şey demeden kalktı yerinden ve kızımız Bahar’ı arayıp hesabı açtırdı. Telefondan uykulu uykulu anlattı yavrum, hiç kırmazdı bizleri. Dünyadan uzak kaldığım son balkon sefamdı o gece. Hayatımı, zamanımı çalmasın diye niyetlensem de ben de daldım o büyünün içine. Mustafa’yla daha az konuşur olduk. Konuştuğumuzda da telefonda gördüğümüz olayları konuşur olduk bu sefer. Artık daha geç yatıyor, daha geç kalkıyorduk. Kahvaltımız eskisi gibi özenli değildi. Kahveleri bir gün içiyor bir gün içmiyorduk. Kızdığım şeyi şimdi ben yapıyordum. Sabah kalkar kalkmaz elime telefonu almadan gezinip bir alıcı gözle baktım eve.  Ev daha dağınıktı. Emektar koltukların fitilli örtüsü kaymış, masanın üstünde dün akşamdan kalan çay bardakları duruyordu. Ah güzel çiçeklerim solmaya yüz tutmuştu. O gün attım telefonu, geri dönmeye çalıştım eski düzenime. Daha mutluydum. Arada bir elim telefona kaysa da kontrollü olmaya çalışıyordum. Ben mehtabı izlerken ve yine Mustafa’ya kızarken bir mesaj geldi telefonuma.

“Merhaba Hocam. Ben Erhan Şentürk. 1994 senesinde öğrencinizdim. Bütün her şeyimi size borçluyum desem beni dinler misiniz?”

Öğretmenlik okulunu kazandığımda böyle hissetmiştim kendimi. Bu kadar heyecanlı, canlı ve diri.  Erhan’ı dinlemek için can atıyordum ve ben de her şeyimi ona borçluydum.

Mustafa da benim kadar heyecanlıydı, aynı zamanda içten içe bu imkânı sağladığı için kendiyle gurur da duyuyordu. Öğrencim Erhan ile mesajlaşmamız devam etmiş, üç gün sonrası için sahilde bir kahvecide buluşmak için sözleşmiştik. O üç gün nasıl geçti anlamadım. Buluşma gününde erkenden kalktım ve sanki okula gidiyormuşum gibi hazırlanıp çıktım yola. O pırıl pırıl bıraktığım öğrencimi tekrar görmek için sabırsızlanıyordum. Ben vardığımda Erhan oturmuş, beni bekliyordu. Görünce kalkıp hemen elimi öptü ve başına koydu. Kırklı yaşlarına girmiş olmalıydı. Gözleri dışında her şeyi değişmişti. Sandalyeyi kaldırıp oturmamı sağladı, sonra da karşıma geçti. Takım elbise giymiş, tıraşını olmuştu. Belki bana olan saygısındandı belki de geçmişe olan siteminden. Heyecanlı bir sesle,

“Hoş geldiniz hocam, nasılsınız? Beni kırmayıp geldiğiniz için size çok teşekkür ederim. Belki unutmuşsunuzdur beni diye çok korkmuştum.”

“Hoş bulduk oğlum. Bir öğretmen kolay kolay unutmaz. Hele sınıfa yükle gelenleri hiç unutmaz.”

Buruk bir gülümsemeyle masaya baktı, o eski zamanlarına dönüş yapmış gibiydi. Üzüldüğünü düşünüp birden endişe ettim.

“Seni üzmek istemedim, kusura bakma. Yaşlılığıma ver.”

“Olur mu öyle şey hocam, ne kusuru. Ben sadece uzunca bir zaman düşünmedim o günleri. Siz benden hiç vazgeçmediniz, ben de size olan sevgi ve saygımdan vazgeçmedim. Annemin, babamın yapmadığı şeyleri yaptınız benim için. Ben bugün her şeyimi size borçluyum.”

Sınıfta en zeki öğrencilerimdendi Erhan. Ne yazık ki yanlış bir ailede dünyaya gelmişti. O küçücük omuzlara evin yükünü reva görmüştü ailesi. Hem okuyor hem çalışıyordu. Öz bakımına dikkat edemiyordu. Buna rağmen ödevlerini asla ihmal etmezdi. Ben karşıma alıp birkaç kez sorduktan sonra anlatmıştı bana durumun iç yüzünü. Alışkın değildim böyle hikâyelere. Ne diyeceğimi bilememiş, hırsımdan oturup ağlamıştım. Daha sonra sınıfta uyuklamaya, okulda devamsızlık yapmaya başladı. İyice zayıfladı ve sessizleşti. Üç defa okula çağırmama rağmen ailesi gelmemişti. Belki de Erhan söylemedi diye arkadaşlarından evini öğrenip ben gitmiştim. Bir gecekondu mahallesinde yaşıyordu. Oturdukları eve ev demek için bin şahit gerekirdi. Ben eskilere dalmışken Erhan sessizliği bozdu. Sanki ne düşündüğümü anlamış gibiydi.

“Annem ve babamı biliyorsunuz. Benim için evimize geldiğinizde şahit olmuştunuz. Babam alkolik ve sorumsuzdu. Annem ise zayıf bir kadındı. Psikolojisi bozulunca evin bütün yükü benim üzerime kaldı. İki kardeşim vardı. Ben de çocuktum ama inanın hiç çocuk olmadım.”

“Biliyorum oğlum.”

“Size veda ettiğim günü hatırlıyor musunuz?”

“Veda edeceğini bilmiyordum o gün. Okuyacağına söz vermiştin. Ben o gün dediklerimi kabul ettiğini düşünmüştüm.”

 Buruk bir gülümseme yayıldı yüzünde.

“Yapamazdım hocam. Kardeşim olmasaydı belki uygulardım dediğinizi.”

“Bu hepinize iyilik olurdu. Okulu bıraktığını duyunca tekrar gittim evinize, kapı duvardı bu sefer.”

“Annem ve iki kardeşimle dayımın yanına gittik. Gitmeden de bir güzel dayak yedik babamdan. O sızmışken çıktık evden. Manisa’da yaşıyordu dayım. Bize yardım etti, acıdı halimize. Tamirhanesi vardı. Ben de yanında çalışmaya başladım. Yengem istemedi bizi evde. Haklı kadın, uğraşmak zorunda değildi. Bu sebeple başka işlerde de çalışmaya başladım. Pazarda çalıştım, bakkalda getir götür yaptım, kötü de olsa bir ev açtım ben de.”

“Peki ya okul? Bana verdiğin sözü tuttun mu?”

Utanmamış, gururla bakmıştı yüzüme. Dediğini yapmıştı demek ki. Elini bel hizasına indirdi.

“Şu kadarcık çocukken üstlendiğim şeyler ve size olan sözüm bana bir şey öğretti: Pes etmemeyi. Dayımdan işi öğrenmiştim ve çok işte çalışmamdan dolayı ticari zekâm da gelişmişti. Yirmili yaşlarımda her şeyin en ucuzunu bulup getirebiliyordum. Tanıdık sayım artmış, insanların güvenini kazanmıştım. İnsanlara fayda sağlamak için çalışmalarım komisyon kavramını doğurdu. Küçükken bahşiş alırdım, şimdi ise komisyon. Sonra arsa alıp satmaya başladım. Aracılık hizmeti veriyordum. Öyle böyle derken Manisa’da iyi bilinen bir gayrimenkul danışmanlık yerini açtım. İki kardeşimi okuttum. Biri inşaat mühendisi oldu, diğeri mimar. Bana yardım ediyorlar şimdi. İnşaat yapıyoruz ve ben tekrardan okula başladım, size söz verdiğim gibi.”

Muazzam bir başarıydı. Veda etmeye geldiği gün ona devletten yardım almamız gerektiğini söylemiştim. Böylece omuzlarındaki yük kalkacak, kardeşleriyle beraber okuyabilecekti. Aklıma başka çare gelmemişti; ama şimdi düşününce iyi ki beni dinlememişdememek mümkün değildi.

“Ne okuduğumu sormayacak mısınız?”

“Sahi, ne okuyorsun?”

“Öğretmenlik okuyorum, tıpkı sizin gibi. İşimle alakalı değil, muhtemelen unvan olarak kalacak hayatımda; ama bir öğretmen olarak tavsiye vereceğim benim gibi olan çocuklara. Herkes kendini kurtardı hocam. Ben senelerdir ailem için çalıştım. Benim isteklerimin hiçbir önemi olmadı. Şimdi o küçük Erhan’ın hayalini gerçekleştirmenin vaktidir.”

Hayatında bu kadar yer kapladığımı hiç düşünmemiştim. Hâlâ şaşkındım. Onunla ne kadar gurur duysam azdı.

“Seninle gurur duydum oğlum. Çocuk yaşından itibaren büyük sorumlulukların altına girdin. Koca insanların bile kaldıramayacağı yükleri omuzlandın. Öğretmenlik bir meslek sadece. Ben öğretmenken bile birçok şey öğrendim senden. Okulda öğrendim, artık öğretmenim diyemezsin. Bu mesleği yaptığın müddetçe hep öğrenmek zorundasın. Şimdi ki öğrendiklerin sadece teori, sen hep öğretmen olmuştun aslında.”

Işıl ışıldı yüzü. Yerinden kalkıp tekrar elimi öptü. Garsonu çağırdı ve iki sade Türk kahvesi söyledi.  

“Sizden böyle cümleleri duymak benim için ne büyük bir onur bilemezsiniz hocam.”

“Fazlasını duymayı hak ediyorsun inan. Neler yaptın bakalım iş dışında?”

“Evlendim hocam. Bir kızım, bir oğlum var. Hayattaki başarımı maalesef çocuklarımda gösteremedim. Saygıda kusur etmezler ama çalışkan da değiller. Paranın kıymetini bilmiyorlar. Yanlış anlamayın, ben cimri bir insan değilim.”

“Sen çok yokluk çektin. Belki onlarınki normaldir de sen fazla kıymet biliyorsundur. O açıdan hiç düşündün mü?”

“Düşündüm tabii ama yine onlar için düşündüm. Ben çok yokluk çektim, onlar çekmesin istiyorum. Yoksa onlardan başka ne var hayatımda?”

“Herkes bir şekilde yolunu bulur. Veda ettiğin günü hatırla. Benim sözümü dinleseydin şimdiki konumunda olamayacaktın belki. Kendi yolunu çizmeyi seçtin, pişman mısın?”   

“Ödediğim bedelleri düşünüyorum da tekrar yaşa deseler aynı kararlılıkta olur muydum, bilemiyorum hocam. Sizin sözünüzü dinleseydim çocukluğumu bir nebze yaşardım belki. Bir oyuncakla oynamak nedir bilmeden büyüdüm ben. Şimdi kazandığım paralar verir mi bana o günleri?”

Geçmişle kavgaya girmenin, acaba demenin kimseye faydası olmazdı. Bir şey diyemedim. Geçmişi düşünüp üzülmesine içim el vermedi, ben hikâyemi anlatmaya karar verdim bu sefer.

“Tekrar evinize gittiğim gün kapı duvar bulmuştum. Komşularınıza sordum, gittiğinizi söylediler. Ben adresinizi öğrenmeye çalışırken baban çıktı karşıma, hesap sordu bana. ‘Gördüğüm yerde öldüreceğim hepsini, sen çeldin o veledin aklını,’diyerek yakama yapıştı. O sinirle ben de onun yakasına yapıştım. Komşular zor ayırdı. O sinirle adamın kafasına kül dolu bir tenekeyi fırlatmışım.”

Erhan’ın yüzü birden şaşkınlığa büründü. Ne diyeceğini bilemiyordu. Korkuyla dinliyordu beni.

“Demeyin hocam, o alçak adam elini mi kaldırdı size? Ne olur affedin beni, istemeden nelere sebep olmuşum.”

O eski anılara dönmek onu endişelendirirken beni ise güldürmeye başlamıştı. Benim güldüğümü görünce daha da rahatladı. Gergin ve sönük bir sesle, “Sonra ne oldu hocam?” diye sordu.

“Babanın kül gözüne gelince bağırmaya başladı polis diye. Şikâyetçi oldu benden, ben de tabii ondan. Götürdüler bizi karakola. Anlattım durumu. Size yaptıkları eziyeti, sizi öldürmek istediğini söyledim İnkâr etti hemen. Babanın zaten kaydı varmış, daha önce olaylara karışmış. Polisler inanmadı haliyle. Attılar babanı nezarete. Bir temiz de sopa çekmişler elin nasıl kalkar kadına, çocuğadiye.”

“Oh ne güzel yapmışlar. Onun korkusuna düşmedi demek ki peşimize. O kadar çok korkmuştuk ki.”

“Baban size ilişmeyeceğine dair yemin etmiş memura. O memur haddini bildirmiş. Çok uğraştı babanla. Sık sık yoklayıp kontrol etti. O okula gelip bana haber verdi hep o memur. Meğer bana yakınlık hissetmiş en başından beri, ben de ona tabii. Sonra o polisle evlendik. İki çocuğumuz oldu, benim yuvam oldu. Gezdik her yeri. Bu hayatı senin sayende dolu dolu yaşadım. Gördün ya Erhan, ben de her şeyimi sana borçluyum.”

İkimiz de bir süre sessiz kaldık. Çok şaşırmıştı ama tarif edilmeyecek kadar mutlu gözüküyordu. Heyecanla bir kahve daha söyledi. Yudumladık kahvelerimizi, denizi izledik uzun uzun ve düşüncelere daldık. Konuşulacak çok şey vardı. Bir tek veda yoktu artık.

Visited 2 times, 1 visit(s) today
Close