“Düşünce nehirler gibi akıyordu. Çınlayan, çağlayan ve çağıldayan nehirler gibi…

Kocaman bir dağın gövdesinden sütbeyaz kıvılcımlar halinde yükselen nehir iki büyük dağ tarafından kutsanan geniş bir vadinin ortasında kendine yeni yollar açarak ilerliyordu. Suyu buz gibi akan bu nehir,  önce özenli iki el tarafından genişçe bir yükseltiden aşağı bırakılıyor,  sonra gövdesine katılan yeni küçük nehirlerle birlikte daha güçleniyor ve önünde yükselen büyük ve keskin kaya parçalarına aldırış dahi etmeden ilerliyordu. Çevresinde akasya ve kavak ağaçları yükselen, kenarları yosunlar tarafından süslenen ve üzerinde her daim iri, uzun kuyruklu kuşların uçuştuğu bu nehir,  oldukça yüksek bir kaya parçasından korkmadan kendini boşluğa bırakıyor ve daha güçlü bir şekilde ilerlemeye devam ediyordu. Kil rengi, yumuşak bir toprağın süslediği geniş bir vadinin ortasında ilerleyen nehir, suredar ve iri gövdeli meşe ağaçlarının gözetiminde büyük bir sihrin parçası gibi duran dar ve güzel bir kanyonda kayboluyor ve yunmuş, arınmış bir şekilde ulaşacağı uzak ülkenin hayali ile yolculuğuna devam ediyordu. İçinde rengârenk alabalıkların ve kenarlarında da yusufçuk böcekleri ile birlikte iri ve geniş kıskaçlı yengeçlerin özgürce, korkmadan yaşadığı bu nehir bazen de gayri ihtiyari bir şekilde yan kollar veriyordu. Bu kollardan bazıları yeni yollar bularak tekrar nehre karışıyor ama bazıları da sonsuz gök kubbenin altında tıpkı binlerce yıl önce yaşayan atalarımız gibi bize tek başına olduğumuzu hatırlatmak ister gibi umutsuz çığlıklar atan kurbağa ve kelebek ömürlü ağustos böcekleri ile birlikte çevresinde sazlıklar yükselen durgun sulara dönüşüyordu. İşte bu durgun sulardan birinin tam orta yerinde yatan Kadavra, çürüme çabası için de olan kas, kemik, tendon, sinir ve damarla karışık formaldehit maddesinden çevreye yayılan kesif kokunun etkisi altında kirli ve küçük bir bataklık gibi duran düşüncelerine bir kolunu geride bırakan kederli bir kızıl yengeç gibi baktı ve “İnsanların yaban kedileri gibi bölgelerini işaretledikleri ve kartoncuların dahi motorize olduğu bu yenidünyada en iyisi hiç doğmamak” dedi. Gövdesine göre irice duran kafası, kafatası ve kavisli bacakları ile kadavra şimdilerde eski bir ceviz kabuğu gibi beliren zihninin karanlık gizli ve gizemli bir bölgesinde ilerlemeye çalışan ham düşünce yığınlarının, her gündoğumunda olduğu gibi belli bir hacim ve biçim kazanmasına engel olmaya çalışıyordu. O, kendince anlamlı sayılabilecek bu çabalarına devam ederken, rüzgâr, bir Victor Hugo romanı gibi güzel bir müziğin notalarını ağaçlarda deniyor ve duvarlardan yükselen bu büyülü müziğin etkisi altında bir bacağı aksayan, siyah, uzun saçlı kambur bir adam, üzerlerinde onlarca klinik bulunan yıkık dökük koridorlardan kadavra salonlarına doğru ilerlemeye çalışıyordu. Bazen gövdesi gök kubbeye, bir sihre bakar gibi bakan ilk insanların yaşadıkları o ilk şaşkınlık sonrası bu dünyadaki yerlerini ve konumlarını anlamlandırma çabası içerisinde inşa ettikleri “T” şeklinde heykeller gibi de yükselen bu adam, kızgın, kırgın ama kararlı bir şekilde çimento, plastik, demir ve ıslak toprak kokuları arasında ve devinimsiz bir devinimin ortasın da ilerlemeye devam ediyordu. Bu adam, gün ışığı ile birlikte terk ettiği inini arayan yaralı bir avcı gibi ya da kendine yeni bir in arayan kısa kunt bir hayvan gibi yıkık dökük koridorların arasında hafiften sürten sol bacağı ile ilerlerken hemen üzerinde yükselen duvarların üzerinde insanlar kıl ve deriyle bütünleştikten sonra daha farklı bir biçim yakalayan kan ve çevreye yayılan keskin kokuya eşlik eden alkol, tentürdiyot, ıslak metal ve plastik kokuları arasında bir ekseni olmayan mülteciler gibi hayata tutunma çabalarına devam ediyorlardı. Tüm bu insanlar bu çabalarına devam ederken, gövdesi tarih öncesi taş bir sütun gibi yükselen adam kadavra salonlarının önünde durdu ve kapıları gibi duvarları da hareket eden bu salonları eline aldığı irice bir balyozla dövmeye başladı. O salonları döverken hayallerini gözlemleyip hep birlikte anlamlandırmaya çalışacağımız ve metnin gelişimine göre olası savrulmalarla birlikte farklı şekillerde ifade edeceğimiz Kadavra iki güçlü el tarafından kadavra havuzundan çıkarılıp yıkık dökük asansörün hemen karşısında duran metal sedyeye bırakıldı. Metal sedyede şifa bekleyen hasta bir çocuk gibi uzanıp demir parmaklıklı küçük pencereden içeri sızan kuzguni bakışların etkisi altında kararmaya başlayan kasları ile birlikte birbirlerinden ayrıştırılan kemik tendon, sinir ve damarlarına, tanımı güç bir kederle bakan Kadavra, hırıltılı ama oldukça güçlü bir sesle “Bana kızıl diyorlar kafama vurmayın diyorum” diye inledi. 

İnan Palancı
Latest posts by İnan Palancı (see all)
Visited 9 times, 1 visit(s) today
Close