Annesi Amelya Hanım’ın dilinden dökülen bir şarkının takılı kaldığı perdeler, babası Naşit Özcan’ın tiradlarının sindiği pervazlar, abisi Selim’in eski kostümlerinin birinin yırtığına sığdırdığı diyalogları.. Küçücük bir pencereden izlenen oyunların bitmesiyle odasında sessizce sabaha kadar tekrar tekrar oynanan oyunlar, kurulan hayaller… Ve perde!

Abdülhamit’i Güldüren Adam 

Naşit Bey Leman Hanım’la evliyken gönlünü kaptırır Amelya Hanım’a. Sadece aynı sahnede olmaları yetmez bir süre sonra ikna eder bütün dünyayı birlikte sahne yapmaya. Perdenin bir ucunu kantocu Amelya Hanım’ın diğer ucunu tuluat ustası Naşit Bey’in tutmasıyla ilk sahne başlar hayatlarında. Önce Selim görünür sırası bitip çıkarken Adela gelir arkadan. İki kardeş Şehzadebaşı’nda bulunan Millet Tiyatrosu’nun üst katındaki evlerinde ninni gibi duydukları replikler, babasının yaptığı taklitler, yuttukları sahne tozuyla büyürler.

Sahne boşluğundan her gün oyunları izleyen iki kardeşin gözündeki ışıktan korkan babaları okul çağına geldiklerinde başka bir eve taşınma kararı alır. Bu iki çocukta kendi yaşanmışlıklarını, aynı sahne aşkını görüyordur Naşit Bey. Kendi de tiyatroya bitişik bir evde doğmuş, ufak diye oyun izlemesine izin vermediklerinde tiyatronun damına çıkıp içeri alınana kadar oyunculara taş atarmış. Mecbur alırlarmış içeri bu inatçı çocuğu. Kapıdan içeri girdiğinde de ne babasının zorlamaları ne mahalle baskısı…

Önce tiyatrodan içeri almak istemeyenleri bıktırdı, sonra başka meslek mi bulamadın diyen babasını yıldırdı. Büyük yoldan ayrılan küçük yol demekti Naşit, adı gibi kendi yolundan gidecekti kırk yıl boyunca. Saray’ın orta oyunu takımında başlayan yolculuğu Apti Efendi’den aldığı Komik-i Şehir unvanıyla devam etti. Abdülhamit’i bile güldüren adam olarak bilindi, yeteneği dilden dilde gezdi.

O dönemlerde Naşit’e gidelim demek tiyatroya gidelim demekti.

Yıllar geçtikçe seyirci unutur tuluat sanatçılarını, dolmaz olur seyirci koltukları. Naşit Usta da çaresiz yavaş yavaş vedalaşırken sahneyle, aynı kaderi yaşamak için can atan iki çocuk vardır peşinde. Kendi babası gibi çocuklarının doktor, mühendis olmalarını isterken bir yandan da daha önce okuduğu bu senaryonun sonu ezberindeydi, ne yapsa nafileydi.

İki kardeşin ilk oyunları babalarının canlandırdığı Surpik ve Haçik karakterleri oldu. Çocuklarının ilk kez sahneye çıkacakları gün oyunu biter bitmez daha makyajını bile silmeden bir ağaca yaslanıp izledi onları uzaktan. Perde kapanıp alkışlar inletince ortalığı Naşit Bey de çıktı saklandığı yerden. İkisine de sarıldı kendi çocukluğuna sarılır gibi. Gündüzden satın aldığı birer altın saati verdi. Yaşlı gözlerinin utangaçlığıyla başı önde: ‘İyi oynadınız çocuklar! Gözüm arkada kalmayacak. Beni unutturmayacaksınız. Fakat ne diye bu işe merak saldınız? Ne diye sizler de benim gibi olacaksınız? dedi.

Adile-Nasit-ve-kardesi-Selim-Nasit-adilenasit.jpg

İhtişamını yitiren sanatçı kişiliği, yaşadığı ekonomik zorluklar günden güne sağlığının bozulmasına sebep olur Naşit Bey’in. 1943 yılında Adela henüz on üç yaşındayken ayrılır babasından. Rol yapmıyordur bu kez, perde bir daha açılmamak üzere kapanmıştır. Babasının “Maskaram” diye sevdiği Adela da siler makyajını, ayrılır hayal sahnesinden, konfeksiyon atölyesinde geçer günleri. Sanatçı bir aileden gelen Amelya Hanım’da kapar perdelerini, söndürür ışıklarını. Çocuklarını büyütmek için lokantalara yemek satmaya başlamıştır. Büyülü gerçeklik karşılarındadır, silkelendikçe atıyorlardı sanki üstlerinde kalan sahne tozlarını.

Adela bir anda vazgeçer boyun eğmekten. Otuz iki numara ayaklarıyla yürümesi gereken yollar, 1.45’lik boyuyla altından kalkması gereken yükler olmalıydı. Sahne kendine çekti tekrar onu.

Adela Özcan olarak kapısından içeri girdiği İstanbul Şehir Tiyatrosu’ndan babasının adını da sırtına alarak Adile Naşit olarak çıkar. Babası gibi büyük bir yolun içerisinde küçük bir yol bulur kendine. Bundandır ki sanat hayatı boyunca her sahne öncesi duası “Allahım, babamın adına gölge düşürmeyeyim” şeklinde olur. Bir gün olsun gölge olarak kalmaz Adile, adının yanındaki güçle yaşadığı ağırlıklar kambur olmaz onda. Gözlerinden yaş akarcasına güler, bakışları hüzünlü, gülüşü sımsıcak kalır yıllarca.

Ve perde!

Cumhuriyet döneminin ilk kadın tiyatro sanatçısı olan Halide Pişkin’in Her Şeyden Biraz oyunuyla ilk kez İstanbul turnesine çıkar. Oyunda kalabalıkların içinde görünmezken, günün birinde oyunculardan biri hastalanınca onun yerine “anne” rolüyle sahneye çıkar. Henüz on dört yaşındadır. Yüzüne öyle bir makyaj yaparlar ki yıllar boyu ne kadar silmek istese de bir daha çıkmaz sanki. Yirmi beş yaşına geldiğinde Gülriz Sururi’nin altmış beş yaşındaki annesini canlandırır bu kez. Sonuç yine inanılmazdır. Bu oyunla birlikte sinemanın kapıları açılmıştır onun için. Ertesi gün görüşmeye gittiğinde tanıyamazlar bu ufak tefek kadını “Bir yanlışlık olacak, biz oyundaki altmış beş yaşındaki kadını çağırmıştık.” derler. Yeteneğini önce tiyatro seyircisine sonra sinema izleyicisine kabul ettirmiş, anne rolleriyle hep çok sevilmiştir.

adile_1444.jpg

Çocukluğu kulislerde, gençliği sahnelerde geçen Adile aşkı da tiyatroda bulur. Karaca Tiyatrosu’nda tanıştığı Ziya Keskiner ile çok geçmeden evlenir. Bir yıl sonra iki kişilik dünyalarına oğulları Ahmet de dahil olur. Sadece anne, baba, çocuk değil üç güzel dost olurlar yıllarca.

Geçen yıllar bu hızlı devinime yetişmeye çalışıyor, onlarla birlikte şehir şehir geziyor, bazen saçında beyaz bir tel, bazen de alnında bir çizgi olarak gösteriyordu kendini. Gözünden sakındıkları oğulları da büyüyüp beyaz yakasını boynuna, okul çantasını sırtına geçirmişti çoktan. Bir gün sınıfta ansızın düştü Ahmet. Hastanede kalbinin doğuştan delik olduğunu söylediler. Sekiz yaşındaydı daha, okumayı öğreneli bir yıl olmuştu. O günden sonra okula gitmesi yasaklandı. Bir daha tebeşir alamadı eline, hiç teneffüs ziliyle atamadı kendini bahçeye. Evde aldığı eğitimler, dışardan bitirdiği sınavlarla ortaokula kadar gelmişti. Bir gün doktorlar ameliyatın zorunlu olduğunu söylediler. Ancak bu ameliyat Amerika’daydı ve ne Adile’nin ne de Ziya’nın bu parayı ödeyecek durumları vardı.

s-2132f50a565f8389c9771083b3b31303dd6d3231.jpg

Sanatçı dostları, tiyatrolar, gazeteler ayaklandı Ahmet’in kurtulması için. İstanbul Tiyatroları bir gecelik gelirlerinin tümünü bağışladı. Yetmedi “Gece Yarısı Tiyatrosu” düzenlediler onun adına. Gazeteler kalan para için kampanyalar başlattı. Gönderdiler sonunda Ahmet’i. Ameliyatı iyi geçmişti, herkes Naşit’in küçük torunun iyileşeceği günleri bekliyordu. Kara bulutlar dağıldı sanırken ansızın beliren kötü bir sürprizle komaya girdi. Büyük umutlarla bulutların arasında yaptığı yolculuğun sonunda kuş olup kalmıştı gökyüzünde.

Adile Naşit oğlunun ölüm haberini Gazanfer Özcan ve Gönül Ülkü ile birlikte çıktıkları İzmir turnesinde, doğum gününden bir gün önce aldı. Yine de çıktı sahneye, güldürdü seyircisini. O günden sonra da hiçbir gülüşü kalpten olmadı, kalbi uçup gitmişti çünkü. Ne doğum günü kutladı bir daha ne de uçağa bindi. Aynı yıl kaybettiği annesinin de yarattığı boşluk büyüttü çocuk kalbini, devleştirdi minik bedenini. “Ondan sonraki beş sene benim için inanılmaz acılarla dolu. Elbette Ziya Bey için de. İşte sonra kuş, kedi, köpek, bebek böyle oyuncaklara tutkun olduk. Balıklar yaşadı, köpek kör oldu, çiçekler büyüdü. Böyle gidiyor yaşamın geri kalan kısmı.” 

192b487fc1168ebe0708b461d1a9a48c.jpg

Böyle giderken yaşamın geri kalan kısmı yaşamak için onu yaşatacak yere, sahnelere döndü tekrar. Lüküs Hayat sonrası uzun yıllar verdiği ara Sev Kardeşim ile son buldu. Ertem Eğilmez onun için “Bugüne kadar Adile Hanım’ın oyunculuk yeteneğinin ancak yüzde yirmisini kullanabildik. Eğer onu daha iyi değerlendirebilmiş olsaydık, sanırım seyircileri yerlerinden kaldırarak sahneye kadar koştururdu.” demiştir.

Arzu Film’in vazgeçilmezi, Münir Özkul’un çok sevdiği partneri olarak günden güne halkın daha çok sevgisini kazandı. Neşeli Günler’in neşesi, Gülen Gözler’in sesi, Hababam Sınıfı’nın Hafize anası derken 70’li yıllara Yeşilçam’ın nice unutulmaz filmlerini sığdırdı.  Bizim Aile, Süt Kardeşler, Tosun Paşa, Kibar Feyzo, Şaban Oğlu Şaban, filmleriyle bizden biri oldu.

Tüm yeteneğine, çalışma disiplinine, çocukluğundan beri aldığı eğitimine rağmen sinema sektöründe hep yan rollerde hayat buldu. 1976 yılında Atıf Yılmaz’ın yönettiği İşte Hayat filmiyle 13. Altın Portakal Film Festivali’nde “En İyi Kadın Oyuncu” ödülünü aldığına bir türlü inanamadı. “Jüri bana ‘Yılın En Beğenilen Kadın Oyuncusu’ ödülünü vermeye karar vermiş. Erkek olarak da Cüneyt Arkın! Düşünebiliyor musunuz festivali? Cüneyt’in karşısında Türkan değil, Hülya değil, Fatma Girik değil, Müjde Ar değil ben…” Türk sinemasında star olarak görülmeyen bir kadının aldığı ilk ödüldür bu. Adanmışlığın, adaletin, azmin, çalışmanın neticesidir.

Sinemayı ne kadar sevse de ilk aşkı tiyatroyu hiç unutmadı. Hisseli Harikalar Kumpanyası, Neşe-i Muhabbet, Şen Sazın Bülbülleri, Yedi Kocalı Hürmüz gibi müzikallerde yer alarak, selamını hep gönderdi onu izleyen uzaktaki yakınlarına. Tiyatroya ilk başladığı yıllarda dönemin yıldızlarından Şevkiye May Adile’yi kuliste yakalayıp “Ben senin ablan sayılırım Adileciğim. Sana bir nasihat. Bu çarpık bacakların ve bücür boyunla tiyatroda asla başarılı olamazsın.”demişti. Şevkiye Hanım Adile’yi sahnede izleyince gelip özür diledi kendisinden. Eşi Ziya bile “Hiç heveslenme bu boyun posunla, tipinle senin sinema şansın yok.” demişti bir keresinde. Onlara inat yıllar boyu sahnede güzelliğiyle değil, oyunculuğuyla, sanatıyla var oldu. “Giydiklerimin bana yakışmadığını düşünürüm. Makyaj yaparım bir filmin galasına gitmek için. Aman ne olmuşsun böyle desinler gözlerim dolar, koşar banyoya yıkarım suratımı. Giydiklerimi hiç yakıştırmam kendime. Her zamankinden biraz daha şık giyinsem ‘Aman ne güzel olmuşsunuz Adile abla’ deseler mahvolurum. İşte bana acıyorlar o yüzden iltifat ediyorlar diye. Aşağılık kompleksi bunlar tabii ki.” der bir röportajında. Kendi yüzüne, bedenine küstürmek isteyenlere kırılır zamanla.

1981’de ülkemizde çocuklar için yapılan ilk program olan Uykudan Önce’de evvel zaman içinde kalbur saman içinde nice masallar anlattı kuzucuklarına. İlk programa Ahmet diyerek başladı, oğlunu uykusunda masalsız bırakmadı. Her program açılışında onu izleyen çocukların ismini söyleyerek devam etti. Anne sözünü bir kez daha duyamadı oğlunun sesinden ama bütün çocukların annesi, masalcı teyzesi oldu.

1234_9349.jpg

Hayat arkadaşının oğlunun yanına kanat çırptığını sahnede öğrendi. Ziya Bey de kalbine yenik düşmüştü. Adile Naşit’in ne olursa olsun oyuna devam edeceğini bildikleri için oyunun bitmesini bekledi rol arkadaşları. Babasına sözü vardır, sırtında onun adıyla çıkmıştır yola, son alkış sesi duyulana kadar güldürmeye devam edecekti, kendi gülmeden. Ölümün hayata benzer bir yanı vardı. Başını kaldırsa görecek kadar gerçek, kaçsa sırtından yakalayacak kadar yakın. Her dalından bir tanesi koptuğunda sahnede oluşu, babasının yanında olmak isteyişindendi belki. Tiradların sindiği pervazlara karıştı tekrar gözyaşları. Artık güç neydi güçlü kimdi ne farkederdi.

Bir süre sonra yoruldu Adile Naşit, hasta düştü. Tedavi için manevi kızım dediği Müjde Ar’la düştüler yollara. Uçağa binemediği için Fransa’ya arabayla gittiler. Döndüğünde iyileşmiş gibi görünse de o kanserli hücreyi atamadı vücudundan. Dostları, sevenleri bir an olsun yalnız bırakmadılar hasta yatağında. Başka severlerdi onu, anne gibi kokuyor derlerdi.

Tarih 11 Aralık 1987 yılını gösterdiğinde “Bir Cumartesi  Gecesi” programı için Adile Naşit’in de rol aldığı Gazanfer Özcan ve Gönül Ülkü ile hafızalardan silinmeyen Kuruntu Ailesi’nin dizi setinde röportaj yapılacaktır. Çekim başlayıp söz Gazanfer Özcan’a verildiğinde, sanatçı gözleri yaşlı yıllardır aynı sahneyi paylaştığı dostu Adile Naşit’in ölüm haberini verir sevenlerine. “Adile Hanım, doğduğu günden vefatına kadar şanssız bir insandı. Hep güldürdü, kendi gülmedi, hiç gülmedi, gülüyor gibi gözüktü.” dedi görevini yapmaya çalışmanın verdiği zorlukla. Uçup gitmiştir minik Adela.

İki küçük yol böyle birleşir işte. Naşit Usta’yla Adile’nin bir olur kaderleri. Daha çocukken sahnelere aşık olmuş, kimseleri dinlememiş, hep güldürmüş, hiç gülmemişlerdir. İkisi de bu dünyadan elli yedi yaşında göç etmiştir, adlarını sonsuz kılarak.

Adile Naşit son filminin son repliğinde vedalaşır sanki izleyicilerle. İlk kez bir filminde yumar gözlerini “Dolu dolu yaşanmış güzel bir ömürde benimle beraber oldunuz. Bir tek isteğim var beni hatırladığınız zaman içiniz hüzün değil sevgi ve neşe dolsun.” der. Son selamını verir, alkışını duyar ve perde kapanır.

Balıklar yaşadı, köpek kör oldu, çiçekler büyüdü. Kuzucukları son masalını dinledi, hayat perdesinden nice oyuncular geldi gitti. Yıllar geçti, dünya kirlendi, mektuplar son sahiplerine gönderildi. Ne zaman ki gönül anılara gitti, kahkahalarıyla sevgiyi neşeyi tekrar getirdi.

Emel olarak bilinen Amelya’nın Adile olarak bilinen Adela’sı büyük yoldan ayrılıp kendi küçük yolunda sevmeye, sevilmeye devam etti…

Visited 11 times, 1 visit(s) today
Close