Yazar: 18:53 İnceleme, Kitap İncelemesi, Roman

Misafir Roman İncelemesi

Bugün sizlere Nermin Yıldırım’ın altıncı kitabı Misafir’den bahsedeceğim. Okurken düşündüren, yer yer eğlendiren bir kitap oldu. Yazıma başlamadan önce, Nermin Yıldırım ile tanışma serüvenimden bahsetmek istiyorum. Nermin Yıldırım’ın kalemiyle tanışmam yazdığı öyküler sayesinde oldu. Kafa dergisinde yayımlanan öykülerini severek takip ediyordum. Anlatım tarzındaki yakınlık, canlı betimlemeleri ile kalemine alışmam hiç zor olmadı. Daha sonra kitabevinde kitaplarına denk geldim. Ufak bir inceleme sonrası hemen alıp okumaya başladım.

Okurken kendimi sadece kurgunun akışına bırakmıyorum. Okurken cümleleri inceliyor, kurulan cümleler içinde işaretlenecek birçok satır arıyorum. Satır çizerek okumayı seviyorsanız şanslısınız, çünkü Nermin Yıldırım bu konuda oldukça bonkör davranmış. Neredeyse her bir cümlenin ruhu var. Bazı yazarlar yazım tarzıyla imzasını atar, Nermin Yıldırım da farklı betimlemeleri ve cümle kuruş şekliyle bence bunu başarmış. 

Misafir, Nermin Yıldırım’ın okuduğum diğer kitapları içerisinde beni en çok etkileyen kitaplardan biriydi. Aynı zamanda Misafir romanı, Berlin Film Festivali’nin edebi eserlerini sinemaya taşıma amacıyla oluşturulan Books at Berlinale kategorisinde seçilen on iki eserden biri olmuştu. Yani okurların yanı sıra sinema dünyasının da beğenisine layık görülmüştü. Ben de okurken film gibi kitap demiş ve çok kısa süre içerisinde bitirmiştim. Hoş bir deneyim olduğunu düşünmüştüm.

Tanışma hikâyemiz bittiğine göre gelelim beni çok etkileyen kitabın konusuna. Bir akıl hastanesi var ama adı ev. Çeşit çeşit hastalar var ama adları hasta değil, misafir. Başhekime baba, hemşirelere ise abla deniyor. Bu garip ve merak uyandıran akıl hastanesi katı kurallarla yönetiliyor. İşin gözüken felsefesi epey masum. Hastalar kendini rahat hissetsin diye başlatılmış bir uygulama. İsimler ve felsefesi sıcak dursa bile gerçeği hiç öyle değil. Hastalar misafir gibi hoş tutulmuyor, korkunç muamelelere maruz kalabiliyorlar. 

Kitabın ana karakteri Esin, evin misafirlerinden. Diğer önemli karakter ise Rikkat. Rikkat ise evin ablası. Bu iki kadın üzerinden şekilleniyor hikaye. Eser birinci ağızdan yazılmış. Her karakter kendi hikayesini anlatıyor. Ben arada anlatıcının olmadığı hikayeleri daha çabuk sahipleniyorum.  Karakterleri daha çok özümseyip bağ kuruyorum. Bana dertleşiyormuş hissiyatını veriyor. O hikayenin içinde var olmak ve o insanları anlamak bence büyülü bir şey. Esin ve Rikkat’in hikayesinde de bu duyguyu çok iyi hissettim.  

Esin gencecik bir kadın. Ev içerisinde umutsuzlukla debelenen, kendine yer arayan, her şeye rağmen mutlu olmaya çalışan ve kendiyle hesaplaşan bir kadın. Bu hesaplaşmada oldukça eksik parçalar var. Neden bu evde yaşadığını, neden hasta olduğunu bilmiyor. Her şey büyük bir bilinmezlik etrafında dönüyor. Esin bu bilinmezliği ince ince anlatıyor. Neden unutuyor, burası bir muamma işte. Bunu atlatmak için yaptığı işler ise takdire şayan. Yakın gördüğü arkadaşı, bazı misafirlerin gizemli davranışları, merak ettiği hastane yani ev ile ilgili konular var. Esin’in umutlarının yanı sıra korkuları ve korkunç deneyimleri var. Mesela Mavi Oda hep çekindiği, şiddetle ve acıyla hatırladığı yer. Her şeye rağmen böyle bir ortamda bile başka bir kalbe yeşeren duyguları var. Bir yandan sevinirken aynı zamanda çok üzüldüm Esin’e.

Rikkat ise evin ablası. Hastalara, özellikle Esin’e pek acıyor. O da geçmişiyle hesaplaşan ve yaşı ilerlemiş bir kadın. Annesinin ve ailesinin hatıraları ile yaşıyor. Biraz ürkütücü ve çokça merak uyandırıcı bir hikayesi var. Ben Rikkat’in hikayesini okurken arada kalmış, hep bu yüzden bir şeylere geç kalmış bir kadını okudum. Bazen alınan kararlarda tarafsız olmak büyük kaybettirir. Rikkat’in yaşamı işte böyle bir kayıp. Onun hikayesi ise ölmüş annesinin geri gelişiyle başlıyor. Bir gün ve ansızın bir geliş. Normalde delilerin, yani misafirlerin görmesi gereken bir tabloyu görüyor Rikkat. Ölmüş annesini anlamaya çalışıyor. Onun sayesinde başlıyor hesaplaşmalar. 

Bu iki dramatik hikâyeye eklenen aşklar var. Biri geçmişe gömülmüş, diğeri ise geleceğe yönelmiş ve umutla var olmayı bekliyor. Bir de asi olanlar var, sisteme ayak diretenler ve yanlışı ısrarla düzeltmek için çabalayanlar. Onları da zorlu bir yolculuk bekliyor. 

Ben distopya okumayı çok severim. Eserin içinde böyle bulduğum bir taraf var. Bu evin gizemlerinden birisi işte o kısım. Merak uyandırıcı, endişe verici. Nermin Yıldırım bu temayı çok güzel işlemiş. Okurken epey keyif aldım ve bu gizemliliği çok sevdim.

Kitabın arka kapağında aşağıdaki yazı yazıyor. Birçok kitabını inceledim ama bu cümle sayesinde bu kitabı almaya karar verdim. Kitabın asıl hedef kitlesini tanımlayan bir cümle kurulmuş. 

Misafir, normalini yitirmiş, çokça incinmiş, bolca incitmiş bir dünyada, kırılmış hayallerin, ertelenmiş sevgilerin, hakkıyla yaşanamamış ömürlerin ortasında, kendine sığınacak yer arayanların romanı. 

Siz de dahilseniz bu duygulardan birine, bu kitabı okumanızı tavsiye ederim. Son olarak, size güzel alıntılar vererek yazımı sonlandırmak istiyorum.

“İnsan tek başına delirmiyor, Bu yolda ona yardım edecek birileri mutlaka çıkıyor.”

“İnsan en çok sevdiklerinden korkar, onları yitirmekten.”

“Tekmelenmeye aldırmayan kimi sokak köpeklerinin, sevilmekten nasıl kaçtıklarını düşündüm. Alışmamak için kaçıyor köpecikler. Sevilmeyi sevmediklerin değil yani, sonsuza dek sevilmeyeceklerini bildiklerinden. Tokluğa alışanın açlıkta daha çabuk hastalanması gibi bir şey sonuçta, sevilmeye alışanın sevgisiz kalınca daha feci hırpalanması.”

“Birini ille de bizzat nefesini keserek öldürmez insan. Birbirimizi öldürmenin onlarca yolu var. Bazen konuştuğuyla, bazen sustuğuyla öldürür. Bazen gidişiyle, bazen yanında kalmayışıyla.”

Visited 165 times, 1 visit(s) today
Close