Yazar: 19:20 Röportaj

Melike Pehlivan İşler ile Söyleşi

Melike Pehlivan İşler, Leke isimli kitabıyla öyküseverleri selamlıyor. Daha önce çeşitli dergi ve yarışmalardan adına rastladığımız yazarın ilk kitabı olma özelliğini taşıyan Leke’yi ve yazarın edebiyat görüşü üzerine konuşacağız.

Öncelikle teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz.

Siz benim bu yolculuğumda en önemli mihenk taşlarımın başında geliyorsunuz. Kendimi Mahal Edebiyat’ın bir üyesi olarak görüyorum. O sebepten sizden gelen teklif beni ziyadesiyle mutlu etti. Ben teşekkür ederim bilakis.

Öykülerinizde toplumcu gerçekçi geleneğe has bir üslup görüyorum. Bu bilinçli bir tercih mi yoksa okumalarınızın sonucu olarak kendiliğinden gelişen bir durum mu oldu?

Profesyonel yazar olarak sesini aradığını bilmeden mütemadiyen yazdığın, çalıştığın, taslak üzerine taslak yazdığın ve son halini bulunca rahatladığın o sancılı ilk dönemlerde tarzım nedir benim diye incelediğimde kendi kalemimi katı, taş gibi gerçeklerle karşılaştım satırlarımın arsında. Ya da gerçekleri hiç eğip bükmeden kaleme aldığımı… Özel hayatımda da insanı kızdıracak kadar gerçekçi bir kişilik yapısına sahip olmamamdan olsa gerek karakterlerim de öyle şekillendi. Kabukları sert ve gerçekti kişilikler hepsi.

Toplumcu gerçekçi gelenekten devam ediyorum: Özellikle “Mübah”, “Bölünen”, “Aynadaki Akrep” gibi öykülerinizin bu tavırda yazılmış olduğunu söyleyebiliriz. Melike Pehlivan İşler için toplumcu gerçekçi gelenek ne ifade eder?

Toplum da gerçeklik de yaşayan bir organizma gibi değişir, gelişir, hastalanır, iyileşir ve kimi zaman da ölür. Gündelik hayatın sadeliği ve olağanlığı arasında sıkışıp kalmış büyümeye gayret eden karakterleri vardır toplumsal gerçekçiliğin. Çok konuşkandırlar, bazen tek silahlarıdır dilleri. Kimse onları dinlemese de konuşurlar. Acıları, dertleri, ağrıları gerçektir ve tek arzuladığı da birilerinin onun bıraktığı izi görebilmesidir. Görünmez ve anlaşılmaz olmak istemezler, birilerinin onu öyle ya da böyle fark etmesi en büyük ve en temel arzularıdır. Kendilerine has acılarının gerçekliğini tüm dünyaya haykırmak en çok istedikleridir. Acıyı bertaraf edemiyorsak ona ses olmalıyız kanaatimce. O yüzden kalemimin insanları çok konuşkan. Orhan Kemal’in edebiyatında yansıyan toplumsal gerçeklik kalemimi en yakın bulduğum örneğidir. Toplumu oluşturan en önemli varlıkların kendi hallerini, sevinçlerini, acılarını, kasvetlerini, düğünlerini, definlerini gerçek yaşama dair ne varsa dümdüz anlattıkları üslup benim kalemimin insanlarının en sevdiği anlatım diyebilirim.

Diyalog yazmak zordur. Siz öykülerinizi diyalog üzerine kurguluyorsunuz. Ve bu konuda da eğitim veriyorsunuz. Pek çok yazarın diyalog yazmaktan kaçındığını biliyoruz. Sizce diyalog yazmak ne kadar zordur? Ve diyalog yazımında işimize yarayacak bir ipucu verir misiniz?

Evet, “Konuşan Kelimeler” isimli bir diyalog yazma eğitimi veriyorum Sanal Yazıevi çatısı altında. Evet, biliyorum ki iş konuşma yazmaya gelince çekinceleri olan yazar arkadaşlarımız var. Bana sorarsanız hiç zor değil. Karakterin birey olduğu ilk yerdir diyalog. Ben bu mevzuyu anlatıcıları aradan çıkarıp özgürleştikten sonra dineldiği yer olarak anlatıyorum. Yani bir nevi başkaldırı diyalog yazmak. Hikâye anlatıcılığını en gerçek hali o. Karakterlerin kendini kendilerine anlattırsanız her şey daha gerçekçi olacaktır. Hikâye anlatıcılığının mimetik malzemesinin en direk ve en dokunulmaz anlatısıdır diyalog. Aktarılan kısmın bittiği ve anı gösterme halinin başladığı en müstesna andır. Yazarın, bana göre en önemli aracını, kulağını kurgunun içine yerleştirdiği andır diyalog. En sağlam ve net kurgu süzebileceğiniz yerdir aynı zamanda. Diyalog yazmaktan imtina etme halinden kaçınmanın arkasında yazarın direksiyonu kaptıracağına olan sabit inancı yatar. Karakteri karakter gibi konuşturmanız ve içine yazar olarak sızmamanız çok mühimdir. Sizin konuşmak istedikleriniz değil kendi söylemek zorunda olduklarını konuşmalıdır karakter.

“Bölünen” öyküsü hem kara mizah unsuru taşıyan hem de psikolojik yönü ağır basan bir öykü. Bu öykü özelinde bize öykü tasarımındaki çalışma planınızdan bahseder misiniz?

Çok çalıştım o öyküye. Yazım aşaması gerçekten zordu. Kişilik bölünmesi olan bir karakterin bir gününü anlatacaktım. Severek çalıştığım bir öyküydü. İçinde bulunduğu psikolojik durum için fazlaca makale okudum.  Flora Rheta Schreiber’ın Sybil isimli romanını okuduktan sonra aynı isimli iki uyarlama sinema filmine okuma yaptım. Yazma aşamasında ilk taslak karamsar ve içine kapanıktı doğruyu söylemek gerekirse. Çok savaş veriyorlardı içlerinde her biri. Sebep aradım uzun süre, kişiliğin bölündüğü anı çok kere yazdım. Sonra o anı kurguya yerleştirmekten caydım. Önemli olan “onlar”dı yalnızca. Mizah unsurunu koymak öyle planladığım bir şey değildi. Ben ‘ilk cümleci’yim. O cümle gelmeli bana ve başlamalıyım. O cümle Evgeny Grinko konserinde geldi bana. Oturuverdi yanıma, gülümsedim. Birden fazla bilinç olduğu için bilinç akışı çok rahatlattı yazımımı. Ben anlatmak istemedim; karaktere yakın anlatıcılar ne anlatmalıydı. Çok severek yazdığım bir öyküydü “Bölünen”.

“Leke” öyküsü de diyaloglar üzerinden betimlenmiş ve bize pek çok şey anlatan bir öykü. Aynı zamanda kitaba da adını veriyor. Bu öykünün sizin için bir önemi var mıdır? Niçin kitaba adını verdiniz?

Dosyayı tamamladığımda koydum adını. Leke. Herkesin tüm lekeleri gördüğü, bildiği, dillendirmediği, sustuğu, bununla birlikte bildiğini itinayla inkâr ettiği bu kocaman cam fanusun içinde ufacık birer karaltıyız hepimiz. Kimi zaman aşırı görünüyor aynadaki bize. Halbuki her şey aynı ve gayrı ile anlatılıyor sadece. Tek metot o. Hayatı sakince sonlandırmak için ne olursa olsun ısrar, inat ve sabra ihtiyacımız var. Üçü de ümit varsa doğuyor, gönlümüzdeki lekeler ne olursa olsun.

Çağdaş Türk edebiyatına baktığımızda öykü türünün geldiği noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Yazmak çok kıymetli bana göre. Temelinde hayal kırıklığıyla süslenmiş ne kadar fazla çalışma ve tekrar olduğunu çok iyi biliyorum. Benim kalbim büyüyor yazarken. Harika öyküler, romanlar yazan tükense de çalışmaya devam eden şahane kalemler olduğuna inanıyorum ben. Bugün olmasa bile zamanını bekleyen nice kalem olduğuna eminim. Yayınlanmış herhangi bir kitabı olmayan ama yazmaya gönül vermiş çok yazar arkadaşımız da bulunuyor. Hepsine buradan selam olsun, iyi ki varlar!

Sizce edebiyatımız diğer ülke edebiyatlarıyla rekabet halinde mi? Ya da geride olduğumuzu düşünüyor musunuz?

Edebiyat acıyla yoğrulur. Malumunuz, bizde de gani… Yok düşünmüyorum böyle bir şey. Yalnız bizim yazarlarımız otosansürü daha aktif kullanıyor olabilir çok farklı ve çeşitli sebeplerden. Kabul edin ya da etmeyin bu tarz içe dönük bir fıtratımız var. Eksiklik olduğunu düşündüğümüz hallerimizi ya da fikirlerimizi anlatmaktan, kabuğumuzu kırmaktan kimi zaman imtina edebiliyoruz.

İnsanı yazarken etkileyen, rahatlatan veya dolduran sanatlardan biri de müziktir. Siz yazarken müzik dinler misiniz? Ve bu hangi tür, hangi müzikler (şarkılar) olur?

İlk başladığımda beceremiyordum. Zaman ilerledikçe bu konuda kendimi eğittim ufak ufak. Şimdi genelde müziği takıyorum kulağıma. Ha bir de ne yalan söyleyeyim devam eden ve çokça gürültü halinde beni rahatsız eden ev ahalisinin seslerinden de kaçıyorum böylelikle. Mark Eliyahu ve Evgeny Grinko en popüler albümlerim. Bir de film ve dizi soundtracklerini dinliyorum.

Adınızı Mahal Edebiyat Öykü Yarışması (2022)’nda görüyoruz. Sizce edebiyatın gelişmesinde yarışmalar ne gibi bir öneme sahiptir?

Adımı görünce listede mutfakta yemek hazırlığı yapıyordum. Kalbim durdu bir an, şaka değil bir an sanki koptu evrende ne varsa bende. O andır yazar olduğum an… Birbirinden kıymetli ve şenlikli birçok arkadaşım oldu o yarışma sayesinde. Birkaç eşik var yazma yolculuğunda atlamak zorunda olduğunuz. İlk eşik sesinizi bulmak, ikincisi egonuzu törpülemek, yolun hiçbir zaman nihayete ermeyeceğini kabul etmek, kendinizi görünür ve okunur kılmak. İşte bu eşiğin en önemli ayağı öykü yarışmaları kanımca.

Davetimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Sizi tanımak ve yolu birlikte yürümek paha biçilmez bir zevk. En anlatılmaz olan tarafı da sizleri uzun zamandır tanıyor, biliyor ve seviyor olma duygusu. İyi ki varsınız! Teşekkür ederim. Var olun…

Hazırlayan: Mete Karagöl

Editör: Melike Kara

Mete Karagöl
Visited 56 times, 1 visit(s) today
Close