Gökyüzünün tüm lanetli ruhlarını selamlarken 
Bir veda aralığında, kırmızı bir yalnızlık ve yeşil 
bir şeker vardı elimde. 

Sabun kirleri kapladı sarmaladı 
beni kekik dağıttı sonra. Bir 
manifesto bu, uzak olmayan 
dağların yakın olmayan yanlarına..

Susama ant olsun ki, her bir güvercin 
boğazında ve her kırtlamada Mavi akan 
mürekkeplere inatla, kara…

Özlem yorgunluğu en acısı, 
biraz kırık ve hazanlı. Siyah 
taşın sarıya olan aşkı, 
Kayboluş belki, altınlara 
haset gümüş griliği 

Söyleyememenin beyazlığı, ceviz biraz da. 
Parmak parmak dağılan bulutlarla raksı 
toprağın 
Bir yalnızlık manifestosu bu, 
biraz fosforlu.. 

En çok neremden acıyor bilmiyorum, dokunamadıklarımdan 
korkarak titriyorum. Sonra demircilerin benim için dövdüklerini 
hissediyorum alaşımlarını Kahveler bana kapatıyorlar telvelerini 
Kırk yıllık hatıralar kaldırılıyor raflara, bayramlıkların yanına. 

Bir bakmışsın yol olmuş akıyor 
gettolardan ve çelik gibi soğuk bir alın 
değiyor avcuma Ölmüşüm! 

Çekilen onca fermuara ve içilen tüm sigaralara 
inatla, ölmek ne saçma!

Bir küp şeker atıyorum katrana 
ve beyazlanıyor ardıç Bir 
kişniş tanesi, çokça gürgen 
bolca bâde bir de. 

Vişneçürüğü kokusunu duydun mu hiç? 
Ben duydum, hem de gözlerimle 
kokusunu gözlerimle aldım tüm 
reyhanların ve gördüm ağıtlarını 
turnaların. 
Takla atıyorlardı buğdaylar 
güvercinlerse yasta. Keser 
yaptım inciden, döküldüler her 
çaldığımda taşa. 

Dilerim bir çocuk, Çok boğumlu ellerine doldurur 
safran bir yumurtayı bir de tüm pireler çıkar 
yorgan altlarından 

Şimdi uyumak vakti uyanmamayı düşünerek 
üç kadın demişti biri, üç rayiha sumak 
doldurduğum memeler biraz da lavanta. 

Terime yapışan bıttım akıyor sırtımdan 
toplanmayacak biliyorum ve hiçbir boyna 
dolmayacak hikâyem. Onikibin yıl geçecek 
üstünden ve is saracak ciğerleri 

Bu bir manifestodur! Tüm 
matemlere çekilmiş olan..

Farsça fısıldıyor sincaplar kozalaklara, 
farelerse pusuda yok olmaktan 
bihaber. Endülüs bir ezgi doluyor 
burnuma kokluyorum topuk seslerini 
yine bir çakmak çok eflatun bir ışık 
saçıyor. 

Akıyor dağlar altımdan, atlar bağırıyorlar haber vermek için 
tanrılara. 

Bu bir manifestodur! Tuz 
tanelerinin keskinliğinde.. 

Umarım bir gedikte bir Fransız kumaşına sarılı bulunur 
ve Hindistan selam durur geç kalan varoluşuma. Birinin 
ağzında dağılır dört ayaklı peynir hurma olur kim bilir? 
İşte yine sen işte pamuk ne olacağını bilmeyen 

Turkuaz bir mezar taşı diksinler başıma harfleri gökkuşağından 
alınma Arbane çalın başucumda Bu bir manifestodur! 
Arafın cehenneme hasreti benimkisi 
Yanı başında ki cennetin 
kıskançlığıyla 

Sülükler yapıştırdım zihnimin karanlık 
dehlizlerine çekip alacaklar bütün kirli 
hatıralarımı sonra onlar da ölecekler bu 
ağırlığın altında. 

Kaçmayan tüm çaylar Allahların rızasını alıyorlar her 
yudumda kavil desen yorgun fazlaca telaffuzdan altın 
geçiyor bir gelinin dişinden kapkara bir sürme damat 
gözlerinde 

Rüyalara giren peygamberler dut 
vadediyorlar. halay dönüyor kediler ve 
köpekler ve mendilden süt damlıyor, 
masmavi 

Bu bir manifestodur!

Havuç köklerine saklanmış türküler çıkarıyor 
olgunlaşmamış tırnaklar zılgıt değiyor 
toprağa akmayan bir dilek sıkıca bağlanmış 
bir çaputla Ve yaklaşıyor başlangıç çizgisi 
ters bir son. Kurumlu bir trenin aksini bir 
kazma kesiyor

Çıkıyorum mezardan Tüm hüsn-ü 
yusuflar doluyor çukura 

Hoşça kal mor gözlüm, Çift kişilik bir 
kefen bırakıyorum sana istediğin 
renge boya şimdi

Unutma! 

Bu bir manifesto… 

Derya Özkan
Latest posts by Derya Özkan (see all)
Visited 6 times, 1 visit(s) today
Close