Yazar: 12:30 Öykü

Kısmet Değilmiş

Dünyada Brad Pitt, Antonio Banderas gibi yakışıklılar dururken insan niye gider de komşunun oğluna âşık olur. Karşılıksız kalacaksa bir takım ünlü yakışıklılara âşık olmak daha mantıklıdır da işte, Brad Pitt’in annesi değildir seni görüp beğenen, komşununkidir. Ben yirmi sekiz yaşındayım, komşunun çocuğu otuz altı. Evleneyim çocuğum olsun istiyorum. Şimdiye kadar kurduğum ilişkilerle değil evliliğe, arkadaş düğününe bile gidilmez. Tam ben bu düşünceler içindeyken komşu teyze beni oğluna yakıştırmış. Bu fikrini de duvarı duvarına, kapısı kapısına değen kuzenime açmış. Ondan aldığı cesaretle sokağı paylaştığı anneme de açmış. “Oğluma sizin kızı gösterdim. Bildiğimiz, tanıdığımız insanlar dedim. Gıyabında beğendi. Bizim kız evleniyor, siz de gelin, hem gençler birbirini görür, belki anlaşırlar,” demiş.

“Kızım bir gitsen, iyi insanlar, bir baksan.”

“İyi de bu yaşa kadar neden evlenmemiş?”

“Senin de yaşın geçiyor. İyiydin de bu yaşa kadar niye evlenmedin?”

“Tamam, anne yaa, kuzenim zaten gider. O gün daha eğlenceli bir işim olmazsa ben de giderim.”

Düğün günü gelmeden evvel komşu çocuğunu balkonda sigara içerken gördüm. Geniş omuzlu, kollar maşallah kaslı. Bir de güzel keten gömlek giymiş. Yakışıklı yüzüne nazar değmesin diye gömleğine nazar boncuğu iliştiresim geldi.  Evlerinin önündeki yoldan geçiyordum. Bakıştık. O da benim ben olduğumu anladı gibi ama henüz tanıştırılmadığımız için konuşmadık. Tamam yaa, benim o düğüne gitmem lazım. Kaç gün var ki? Bugün pazartesi. Cumartesiydi hatırladım. Tüm programlarımı iptal ettim gideceğim.

Komşu kızı ayarında giyindim, çok da abartmanın gereği yok. Düğün evine, bitişik yerleşkedeki kuzenimin refakatinde gittik.  Düğün dedimse kına. Apartmanın arkasına sandalyeleri dizmişler. Davul zurnayla orkestra sırayla çalıyor. Duvarın dibine çay ocağı kurmuşlar, onun yanına da döner.  Komşunun çocuğu bizi görünce koştu. Kimsenin tanıştırmasına gerek olmadan “Hoş geldin,” dedi. Uzattığım eli epey zaman geri vermedi, gözümün içine baktı. Başım döndü. Şıp diye sevdim ben bu adamı. Meğerse elimi tutması yetermiş, fazladan zamana gerek yokmuş. Aynısından ona da oldu ki kuzenime selam vermeyi unutup gitti. Kuzenim Sinem bu ihmalkârlığın cezasını anında kesti.

“Bu Remzi de ne kadar terbiyesiz, sana hoş geldin deyip bana demeden gitti. Küstah herif.”

“Yok be abla, niye öyle dedin ki çok tatlı bir adam.”

Halay çektik. Remzi yanımdan tuttu. Sol yanım uyuştu. Bugün beyaz gömlek giymiş, siyah pantolon. Çok yakışmış yine. Kuzenim davul zurnanın ritimsiz çaldığını söyledi.

“Her şey çok güzel be abla, niye memnun olamadın.”

“Senin için işler iyi tabii, bakışıp durdunuz.”

“Ne yapayım, Brad Pitt bana bakıyor, bakmayayım mı?”

Yemek servisi başladı. Köpük tabildota benim için döner, pilav, ayran koymuş Remzi. Bana o getirdi. Kuzenime de başkası verdi. Yedik. Düğün devam ediyordu ama komşular sonuna kadar beklemezmiş. Hediyelerimizi verdik. Remzi vedalaşırken yine tuttuğu elimi bırakmadı. “Seni gördüğüme çok sevindim. Kafeye de gel,” dedi.  Yanındaki adamla tanıştırdı. Ortağıymış. Remzi’nin hatırı için onunla da tanıştığımıza memnun olduk.

Akşam sosyal medyama istek geldi. Remzi sizi takip etmek istiyor. Etsin be etsin. Gerisi gözleri uzaklara yatırıp mesaj beklemek. Düğün daha devam ediyormuş. Herkes alkol kısmına geçmiş ama o hizmet ettiği için hiç içmemiş. Ertesi gün de düğünün damat tarafındaki devamı için Antalya’ya gideceklermiş. Dönünce görüşürüz o zaman. Ben de öğretmenim, aylardan temmuz, okul tatil. Onlar Antalya’dayken İzmir’e gideceğiz arkadaşlarla.

Mesajlar Antalya’dan İzmir’e gidip geliyor. Bir sabah yazdığım mesajı okudu ama cevap vermedi. O gün geçti, sonraki gün de mesajıma hâlâ cevap veren yok. Tatilimizi zehir edecek, ne bu şimdi, alıştık muhabbetine, bekliyoruz. Denizin serin suları, kumların sıcağı arasına bir tatsızlık çöktü. Tüm yıl çalıştım ki üç gün kumlarda yatayım, elin oğlu geldi tadımı kaçırdı. İzmir’den Aydın’a geçerken “Kusura bakma, düğün telaşesi yazamadım. Nasılsın?” mesajı geldi.  “Lan oğlum kına akşamı her işi sen yaptığın halde dakikada bir mesaj yazıyordun da ne oldu da telaşeye girdin,” diyemediğim için inanmış gibi yaptım. Sonuçta daha yeni tanışıyorduk “Yalancı seni!” demek de olmazdı. Tatil bitti döndük İç Anadolu’nun kurak şehrine.  Mesafeli de olsa konuşuyoruz. Fakat yüz yüze görüşmedik. Bu adam otuz altı yıl bekledi de Antalya’dayken kısmeti mi açıldı, nedir. Hani olmaz olmaz işler, sonra hepsi birden olur. Var bir şey de anlamadım. Dayanamadım bu ilgisizliğe sildim sosyal medyadan, ohhh ferahladım. Gelemem belirsizliğe, Vladimir de değilim, Estragon da; o da Godot değil bekleyemem öyle. Gelecekse gelsin, yoksa kaybolsun gitsin. Sildik dediysek öyle hepten bakmamak da olmuyor. Herkese açık hesabından profiline bakıyordum. Kartalı da Beşiktaş’ı da çok seviyor. Başkası olsa ergen mi ne derdim, ona demiyorum. Sayfada kendinden çok kartal fotoğrafı var. O da ne öpüşen kartalların fotoğrafı! Kartal da öpüşür müymüş diye yakından bakarken elim beğene değdi. Ha gördün kartalı da öpüşmeyi de. En manidar fotoğraf. Geri aldıysam da beğeni bir kere gitti ya. Telefonun başında bekliyormuş, saniyesinde beni geri ekledi. Kabul ettik artık. Mesaj yazdı.

 “Sürekli seni eklemek zorunda kalıyorum. Niyeyse silinmiş.”

“Sana küsmüştür belki.”

“Küsmesin bana. Ben çok yoğunum. Beni ziyarete gelsin.”

“Gelir de işi var, o da yoğun. Ancak üç gün sonra gelir.”

“Öyle olsun. Üç gün sonra görüşürüz.”

Yoğun olduğumdan değil tabii, daha önemli bir işim de yok, sırf o da beklesin. Randevu gününden bir gün önce arkadaşım Emrah’la buluştuk. Remzi’nin kafesinin sokağından geçerken camına bakıyordum oralarda mıdır diye. Emrah birdenbire “Ben eskiden bu kafeye çok gelirdim. Sahibi alkolik, hovarda. Artık gitmiyorum,” deyiverdi.

“Yani içmeyen mi var? Hepimiz içiyoruz. Ne var bunda?”

“Emin ol senin benim gibi değil onun içmesi. Kaç gece gördüm, devriliyordu.”

Arkadaşıma diyemedim onunla görüştüğümüzü. Allah söyletti herhalde, dedim. Ona gıyabında gıcık oldum. Hadi alkol neyse, bir de hovarda ha! Bir evlilik için olmayacak her şey onda var. Bu yaşa kadar evlenmediğinin sebebi ortaya çıktı. Evrene soru sormasam mı daha fazla? Yarın gitmesem mi acaba?

Suratım asık. Ona çok kızgınım ama nedenini bilmiyor. Belki kendince bana şans verdi o gün. Dökük binanın merdivenlerini tırmandım. Kafenin içi tertemiz, ışıl ışıl. Beni görünce koştu, kapıda karşıladı. Bu defa sarıldı. Kokusu da neyse burnuma yapıştı mis gibi. Pencere önünde yer gösterdi. Ben gelmeden kendisi oturuyormuş belli; sigarası, çakmağı, telefonu masanın üzerinde. Alkolsüz bir yer ama masanın üzerinde duran, votka olduğunu tahmin ettiğim içeceği el çabukluğuyla kaldırdı. Muhtemelen çalışırken de içiyor. Telefonun tersini çevirdi, gözümden kaçmadı, muhtemelen sesini kısmıştır. Her şey arkadaşımın tanımına uyuyor.  Yine çok yakışan keten gömleğini giymiş, omuzlarına baktıkça bakıyorum. Sinirim geçti mi bilmiyorum.

“Yemek yer misin?” dedi.

“Yok,” dedim “Kahve içerim.”

Pencereye bakan tarafa oturdum. Karşıma geçti, kapıdan içeri girenleri görebileceği yere. İkimizin de keyfi yerinde. Sigara yakıp “İçer misin?” dedi. “Yok,” dedim. “Kullanmıyorum.” Üzülür gibi oldu. “Sigara bile mi içmiyorsun?” dedi. “Sen ne zaman başladın?” dedim. Dudaklarını büktü. “Emziği bıraktıktan hemen sonra olabilir.” Güldü. “Tatil nasıldı?” Sayende bir tık zehir denmediği için “İyiydi,” dedim. “Deniz, kum severim.”

“Ben yüzme bilmediğim için deniz tatili aramıyorum.”

“Ben sana öğretirim.”

“Bir ara beraber gidersek öğretirsin.”

Komşunun oğluyla yaptığımız tatil planından sonra “Olsun be, hayırsızsa bile olsun,” dedim. Konuşulacak en mühim konu mülteci sorunuymuş gibi onu bile konuştuk. Dükkânı kapatma saati yaklaştı. Mahalleye beraber geçeriz diye düşünmüştüm. Neredeyse gece yarısı ama onun için gün yeni başlıyor, muhtemelen buradan içmeye gidecek. Aklından beni çağırmak geçti sanki bir an, sonra gece gece ayıp olur diye düşündü. Bakışından mı anladım, canım anladım işte. “Mahalleye geçecek misin?” dedim.

Tereddütle “Yok, sen?” dedi.

“O zaman ben gideyim,” dedim.

Ne diyeceğini bilemeden, yarım ağız “Görüşürüz,” dedi.

Ne var sanki beni de çağırsaydın. İki kadeh de ben içerdim, olmaz mıydı? O günden sonra yoğun olmamakla birlikte birkaç irtibatımız daha oldu.  Bir gün “ Nasılsın?” sorusuna “İyi spora başladım, sen de gel. Hem telefonunu ters çevirip sesini kısmak zorunda kalmazsın. Burada dolaplar var kilitlersin, çıkışta da alırsın,” yazdım.

Cevap vermedi, haliyle. Çenemin de ayarı yok. Spordan telefona nasıl bağlantı kurdum öyle. Başka gün yine onu görmek için kafesine gittiğimde “Telefonum şarjda, niye ortada yok deme,” dedi. Utandım. Bir şey demedim. O gün yine keyifliydik fakat aramızda bir şey yok. Yüz yüze görmediğim zamanda da ilgili desem değil, ilgisiz desem değil.

Eve giderken epey bira aldım, misafirim de vardı, film seyredip bira içtik. Film bittiğinde kafayı bulmuştum. Kartal imgelerinin bol olduğu bir hesaptan mesaj gelmiş. Sayfanın adı da Tembel Kara Kartal. Metnin dili, sesi, biçimi Remzi’ninki gibi duruyor. Remzi içmiş demek ki, kafası da karışık, yazmış. Sarhoşluk haliyle “Remzi sen misin?” diye başlayıp epey açıldım galiba. Ertesi gün uyanıp eyvah ne yazdım diye bakarken hesabın beni engellediğini gördüm. Uyanınca ne diyeceğini bilememiş, engellemiş. İkimiz aynı anda birbirimizi düşünüyorduk ya, bu da bir şeydi.

Sonraki günlerde beraber düğüne gittiğimiz kuzenim dedi ki “Bir daha konuşma o adamla, kız kardeşine senin için dengesiz demiş. Bana bir iyi davranıyor, bir kötü demiş.”

Ben onunla ilgili düşler kurarken hem de. Aldım elime telefonu. “Yüzüme niye demiyorsun. Asıl ne istediğini bilmeyen dengesiz sensin. Ben senin gibi sahte hesaplardan yazmıyorum en azından. Sana da alkolik diyorlar, bir de hovarda.”

“Seni kırdıysam özür dilerim. Yapmadığım şeyleri yaptı diye anlatmışsın. Benim için kimin ne dediği umurumda değil. Hem ben seni üzerim.”

“Evet, söylediğin gibi kötü birisin, sen beni üzersin.”

Bir daha konuşmadık. Kuzenim ve onun kardeşi hakkımızda epey konuşmuş. Mesajlı kavgamızdan sonra kuzenimden duydum. “Ağzına geleni söylemişsin adama. Alkolik olduğumu nereden duydu, diyor. Kardeşiyle benden biliyor.” Vay be, hani kimin ne dediğini umursamıyordun? Emrah söyledi diyemezdim herhalde.

Kavgamızdan birkaç gün sonra eski sevgilimin Whatsapp durumunda Tembel Kara Kartal diye bir şey paylaşıldı. Dayanamadım açıp baktım. Remzi’den bildiğim mesajın eski sevgilimin karısının işi olduğunu anladım. Kıskanç manyak, evlendiği halde kocasının eskilerini takibi bırakmamıştı. Kaç kere iletişime geçmeye çalışmıştı da engel olmuştum. Kızım kıskanacaksan mantıklı kıskan, eski sevgilime bakacak kadar salak mıyım? İnsan aldatılmaktan korkuyorsa eskiye bakmaz, yeni tanıdıklardan şüphe eder. Adı üstünde eski, hevesimizi aldık, bitti. Artık kocasını sevmediğimi net şekilde anlamıştır. O kadın bile huzur bulmuştur da bir tek ben mutsuzum. Tek başıma mutsuz olamam. Çağıracağım Emrah’ı; alkolik, hovarda deyip bilmeden beni doldurduysa çeksin nazımı.

Self servis kahveciden siparişimizi aldık, camın önündeki koltuklara yan yana oturduk. Çocukken çitlediğimiz çekirdekleri apartman penceresinden birilerinin kafasına gizlice attığımız günlerdeki gibi dalga geçiyoruz sokaktan geçenlerle. “Şu yeşilli ne öyle yaa, Kurbağa Kermit gibi giyinmiş.” Kahkaha. Tadından önce kokusu baskın gelen kahve yudumu.

“Emrah, ben Kafeci Remzi’yi seviyordum.”

“O alkoliği mi? Sonra ne oldu.”

Yan gözle Emrah’a baktım. Derin bir nefes aldım.

“Sonra mı? Sen beni bilmeden onun hakkında doldurdun. Hakkımda yaptığı dedikodu kulağıma geldi. Ondan bildiğim mesajın eski sevgilimin takıntılı karısının işi olduğu ortaya çıktı. Bir de iddia etmiştim sen bana sahte hesaptan mesaj attın diye. Benimle bir şey yaşamadığı için hangi dilenciye sadaka verdiğini düşünüyordur.”

“İçinizden birisi mutlu olmuş en azından. Eski sevgilinin karısı bayram ediyordur.”

“O mutsuz olacak başka sebepler bulur da benim nasıl olmadı öyle? İşler bu denli nasıl karışabilir?”

Emrah elini omzuma attı. “Üzülme. Ne olduysa olmuş. Her gün defalarca söylediğimiz gibi. Kısmet değilmiş.”

Editör: Gülhan Tuba Çelik

Zeynep Şahin
Latest posts by Zeynep Şahin (see all)
Visited 104 times, 1 visit(s) today
Close