Odada üç kişi var, görüyorum. Peki, bu üç kişinin eş zamanlı olarak içeri girmeleri mümkün mü? Düşünelim. Önce bir kişi vardı. Sonra iki oldu. En sonunda üç. Bu kulağa daha mı doğru geliyor? Yoksa üç sayısını bir bakışta elde etmenin keyfi nerede saklı? Zamanın içinde mi? Her an sayının ikiye, bire hatta sıfıra düşme ihtimali mi görüntüyü bu kadar cazip kılıyor? Beş dakika öncesini ve sonrasını bilmemenin verdiği kuşku, odanın bir saniyelik görüntüsünü cümlenin içerisinde acemice kullanma lüksü kazandırıyor bize, hepsi bu. Yani sayılar da duvarda, kolumuzda ve cep telefonumuzdaki saat kadar masumluktan uzak dersek abartmış olmayız bence.
Ezgi Ayvalı, hayli ilginç ve ilham verici bir fikir penceresi açıyor bizlere. Hem biçim hem de kurgu olarak çok özgün bir öykü ile baş başayız. Kırk Kabuklu Çekirdek, konusunu irdeleme keyfinden bağımsız olarak, yazarın yoğurt yeme şeklini seyrederek de çok farklı noktalara ulaşabileceğiniz bir kitap. Yaptığı sıra dışı başlangıç, konunun devamı için okuyucuya heves ve heyecan verirken, kitabın ezber bozacağını ilk bölümünü bitirdiğiniz anda kavrıyorsunuz. Zaman geriye doğru akıyor, kişiler aynı mekân üzerinde yer değiştiriyor ve kahramanımızın zihni ise hayli bulanık. İsimsiz bir adamla başlıyor hikâye ve kısa zaman sonra eşi dahil oluyor olaylara. Adam hangi anı yaşadığını karıştırıyor, hatıralarının ve rüyalarının yumuşak temaslarına maruz kalan şimdiki zamana inanmaya çalışırken epey bocalıyor. Zihnindeki zayıflığı su yüzüne çıkaran şey ise işittiği cümleler oluyor genellikle. Zaman ve rüyalar arasında sıkışan belleğin itirafı oldukça gizemli. “Bunama belirtisidir” diye peşin hükümlü olmaya meyilli biçimde satırları eleğinizden geçirirken, cevabın bu kadar kolay olmadığını araya ip uçları serpiştirerek ustaca veriyor Ezgi Ayvalı.
Dâhil olduğunuz öykü evreninde Ezgi Ayvalı hep bir adım önde ve bunu kitabın her sayfasında size ziyadesiyle hissettiriyor. İşte burası yazarın en güçlü olduğu yer. Bir sonraki adımda şaşıracağınız şeyin ne olacağını düşünüp sayfaları çevirirken, adeta çengel bulmacanın kilit noktasını keşfediyormuşçasına heyecanlanmaktan geri kalmıyorsunuz. Öyle ki bu yolda gaza basmak var, geri vitesi kullanmak hiç yok. Çünkü gerektiği yerde aynı yolun tekrarını lastiklerinizin altına tutuşturmayı kendine görev edinmiş kuvvetli bir kalemle baş başasınız.
Öyküde peşine takılıp zihnini kurcaladığımız, hatıralarını dalgalı bir denize benzeterek kıyıya vurduğumuz ve sonrasında çıkan düşünce seslerine hayret ettiğimiz karakter, ilk bakışta sıradanlıktan oldukça uzak. Tersten sayabilme özelliği, bağımlısı olduğu düşünülen oyunlarda harcadığı zamanı açık duran bilincinde toplaması, gördüğü veya görmediği rüyaların izlerini günlük hayatta bulması ve bilindik tüm klişe hayat çerçevelerinin içine girmeyi peşinen reddetmesi… Bunların içlerinden sadece bir tanesine sahip olan kişiyi gariplik, tuhaflık ve bilinmezlik yakıştırmalarıyla donatmaya hazırızdır aslında. Ancak işin en dürüst tarafından baktığımızda, neyin normal, nelerin norm ve hangi durumların herkesçe kabul görmeye meyilli durduğu, biraz da çoğunluk iradesi değil midir? Kalabalık gözüken tarafın çıkarlarını destekleyici veya onlara ses çıkartmayacak biçimde iradesini kılıfa saran herkes normaldir ve tartışılıp eleştirilmeye uzaktır. Ya diğerleri? Hiç kuşkusuz ki, üstü kapalı olarak diğerleriyle de uğraşan, okuyucusunu sormaya ve sorgulamaya iten, cesur bir öykü Kırk Kabuklu Çekirdek.
Çekirdeğe gelirsek, ona ulaşabilmek için her katmanda ayrı bir zırh, ayrı bir sır, yerine göre geceyi yerine göre güneşi bizden uzaklaştıran apayrı bir perde var. Ve kahramanın merhemi olmayan hastalığı unutkanlık, yakasından düşmek bilmiyor. Rüyaları hatırlayınca onları derhal birisine anlatırız ama bazen hatırladığımız şeylerin rüya mı yoksa geçmişte yaşanmış bir olay mı olduğuna karar veremeyiz. Bu şekilde arada kaldığımızda, parçalar halinde anımsadıklarımızı bizi gerçeği mi yoksa olmasını dilediğimiz şeylere mi götürür? Düşüncelerinin kararsızlığı içerisinde, insanın bulunduğu veya kendini bulabildiği ana demir atması tek çıkar yoldur belki de.
Aslında kitabın ayakları yere sağlam basıyor. Her şey kabuklu çekirdeğin sahibiyle başladı ne de olsa ve bu isimsiz kahraman hepimiz olabiliriz. Belki bu yüzden isimsiz veya ismini de hatırlamıyor ki bize söylesin. Veya herhangi biri olmanın sağladığı konfor içerisinde sandığımızdan çok daha mutlu. Huzursuz görüntüsüne aldanmamak gerekir. Bu, bütün çelişkilerin başımızı derde sokmayacağını anlatmanın bir diğer yolu olabilir pekâlâ. Unutmak ile karıştırmak, hayatı kolaylaştıran sevimsiz bahaneler sayıldığı zaman bizleri hangi renkte gösteriyor diye dış gözle kendimize bakmamıza yardımcı oluyor Kırk Kabuklu Çekirdek.
Özellikle geriye doğru akan zamanı kusursuz anlatması ve belirleyici bir son arayışı içerisinde olmaması Ezgi Ayvalı’nın öykü gezegeninin dışına çıkmasını sağlıyor diyebiliriz. Ağdalı anlatım telaşına düşmeden, günlük hayatı akvaryum, içindeki balığı da insan olarak betimleyip okuyucularına sunması hikâyenin tadını damağımızda bırakıyor. Özellikle büyüse bile oyunlardan ve oyuncaklardan vazgeçmeyenlere armağan tadında bir kitap olmuş Kırk Kabuklu Çekirdek. İnce düşünülmüş noktaları, siz onların farkına vardığınızda iki misli tat bırakıyor zihninizde ve o dakika yazarın zekasına şapka çıkarıyorsunuz. Evet, kitabı okurken şapkanız yakınınızda bir yerlerde olsun muhakkak. Keyifli okumalar dilerim.
Editör: Elif Türkoğlu
- Sakinler – Hande Ortaç - 27 Ağustos 2024
- Herkes Kocama Benziyor - 24 Mayıs 2024
- Cyrano de Bergerac – Tiyatro Peron - 1 Mart 2024