Yazar: 18:59 Öykü

Kesik Orhan

Köpek sesleri ne garip. Bir uzaktan, bir yakından. Kime havlıyor köpekler? Kime kızıyorlar? Bu normal mi, yoksa sadece garip olana mı havlıyorlar? Neden her gece bana havlıyorlar?

Elbette biliyorum, ama söyleyemem… Köpeklerin neden her gece ben eve dönerken bana havladıklarını söyleyemem. Söyleyemem. Çünkü ben sorumluluk sahibi bir insanım. Bana yapılmasını istemediğim şeyi başkalarına yapmam. Ben ahlaklı bir insanım.

***

Bu sabah kahvaltıda yumurta yedim. Hem de omlet. Üç ya da dört yumurta kırıyorsun, kaşar peyniri olursa iyi; yoksa beyaz peynir katıyorsun içine. Ben beyaz peynir kattım. Bir keresinde kaşar peynir almıştım, çok daha lezzetli oluyor. Bizim bakkaldan kestirmiştim, Salih abi yüz elli gram yerine iki yüz gram vermişti. Hepsini koymuştum omlete, kıymıştım. Çok daha güzel olmuştu. Bir pazar sabahıydı, televizyonda çok güzel kızların katıldığı bir program vardı. Televizyon başına oturup, somurtmadan yapmıştım kahvaltımı. Çabuk bitmişti omlet, acımıştım.

Bu sabah kahvaltıda yumurta yedim. Sonra çıktım evden. Yürüdüm. Yolda Emin’e rastladım. Şaşırmadım. Emin’le giderdik her zaman işe. O omzuma yüklerdi hep çuvalları, ben de taşırdım. Bazı zaman da bana yardım ederdi. Onun için şaşırmadım. Beraber yürüdük. Biraz midem bulandı yürürken, Emin’e söylemedim. Ona başka şeylerden bahsettim. Emin güldü, ben de güldüm. “Bugün çok mal var,” dedi, “akşam eve dönebilirsek kâr bizim için!” Ben güldüm. Emin gülmedi.

Saat yediye geliyordu. Emin, “Kahveye uğrayıp bir çay içelim, daha vakit var,” dedi. Köşedeki saatçinin yanındaki kahveye girdik. Hep aynı kahveye uğrarız. Mahallede başka kahve  yok zaten. Fazla takılmayız orda.  Ekmeğimizin derdindeyiz,  Ama bazen iş olmaz, kâğıt oynayanları izler, onların birbirlerine savurduğu küfürlere gülerim. Onlar büyük bir ciddiyetle küfür ederler, kaşlarını çatarak, ama ben neye, niye küfür ettiklerini bilmeden gülerim. Onlar da bana güler. Kahveci Hasan abi, “Ulan şu adam kadar olamadınız! Baksanıza herife, dünya umurunda değil,” diye takılır bana.  Sonra yanıma oturup hep aynı soruyu sorar: “Oğlum Ali, ne zaman evlencen sen?” Ne zaman evlencem? Bilmiyorum. Bir insan nasıl bilir ne olacağını?

Hasan abi çaylarımızı getirdi. Birer sigara yaktık Emin’le. Kahvehanenin içi tam aydınlanmamıştı. Ocağın üstündeki titrek ampulün dışında, kenarında oturduğumuz pencereden içeri sokağın zayıf ışığı vuruyor, havada uçuşan tozlar bir görünüp bir kayboluyordu. Zerreciklerin oyununa dalmışken köşede bir karartının oturduğunu fark ettim. Karartı kalkıp bana doğru yürüdü. Elleri kirliydi. Siyah yağ lekeleri gibiydi elindeki kir.  Kesik Orhan’dı bu. Deli Orhan da derlerdi, “Bir dal sigaran var mı tertip?” Bir sigara uzattım. Orhan, sabah akşam kahveye takılır, kâğıt oynayanlara yancılık yapar, onlardan sürekli sigara otlanır. Kimse ondan şikâyet etmez. Bir gün sormuştum Hasan abiye, o da anlatmıştı. Tertemiz bir çocukmuş Orhan. Aşağı mahalledeki marangoz İsa Ustanın yanında çalışırmış yıllar evvel. Liseye kadar okumuş, ama ondan sonra dikiş tutturamamış, İsa Ustaya çırak olmuş. Zamanla öğrenmiş zanaatı, iyi de iş gelirmiş elinden. Bir tek anasıyla yaşayıp giderlerken askere çağırmışlar Orhan’ı. Davulla zurnayla uğurlamışlar mahalledeki diğer gençlerle. Sonra doğuya komando çıkmış. Kahraman gibi gelmiş ilk iznine. Mahalledekilerle heyecanlı sohbetler etmiş. Dağları anlatmış onlara, anlatırken hop oturup hop kalkıyormuş, “Biz sizin için ordayız, siz rahat rahat uyuyun,” diyormuş. İkinci iznine hava değişimiyle gelmiş, suratında bir bandajla. Kimseye anlatmamış nedenini. Ama o eski heyecanlı halinden eser yokmuş Orhan’ın; o konuşkan, neşeli çocuk gitmiş, yerine hiç konuşmayan, yerli yersiz gülen, sürekli sigara içen bir adam gelmiş. İzni bitip askere döndükten birkaç hafta sonra annesi ölmüş. Ama Orhan gelememiş, uzakta oturan birkaç akrabayla mahalleli kaldırmış cenazeyi. Aylar sonra dönmüş Orhan. Suratında kocaman bir yara izi varmış. Soranlara “Yüküm ağır geldi, düştüm,” dermiş. Mahalleli şaşkına dönmüş ya, ellerinden bir şey de gelmemiş. O gün bu gündür Orhan’a “Kesik Orhan” derlermiş.

Sigara paketini Kesik Orhan’a bırakıp çıktım kahveden. Emin de ardımdan çıktı, “Hadi biraz hızlı,” dedi, “geç kalıyoruz.”               

Hafif bir rüzgâr, ay ışığına boyanmış bodur çalılıkların üzerinden sekerek vadi boyunca sürükleniyordu. Birden, uzak bir iklimden gelen belli belirsiz bir hayvan uluması, sessizliği yırtarak yıldızlara yükseldi, dağlara çarptı ve ayın üzerinde yükseldiği tepenin yamacına saplanmış kocaman bir hançer gibi parlayan büyük kayanın altında boylu boyunca yatanların kulaklarında çınladı. Koyunlarında ağır silahlar, sırtlarında kalın üniformalar ve burunlarının üzerine gömülmüş yorgun gözleriyle bir grup askerdi bunlar. Grubun en sağında yatan, bir an irkildi, tepeden tırnağa titredi. Yanındaki sessizce gülümsedi, sağ dirseğiyle dürttü onu. Sonra fısıltıyla konuşmaya başladılar.

“Ne korkuyon oğlum, kurt lan bu, bize ne yapar. Garibanın teki. Canı sıkılmış türkü çağırıyo..”

“Ben itten köpekten huylanırım aga! Kurt da bi nevi it işte.”

“Ulan Ali, bi acayip adamsın haa!. Kırk gündür buralardayız, şu huyundan kurtulamadın.”

“Neyse boş ver bunları. Beraberken hiç dert değil. Sırt sırta, omuz omuza verdik mi ne korku kalır, ne keder be Orhanım!”

“Öyle tertip, öyle tabii. Sivilde de benim gibi harbi arkadaşın var mı bakalım?”

“Senden harbi olmasın, Emin diye bi kardeşliğim var. Beraber çalışırız. Hamallık yaparız halde. Ben kendimi bildim bileli arkadaşımdır Emin. Biraz somurtkan bi herifçi oğludur ama, ben güldürürüm onu. Bende de onda da ne ana var ne baba… Aile maile hak getire! Kafamız rahat, anlıycaan..  Haftada bi gün vururuz rakının gözüne. Hele bi de o hafta yağmur yağdıysa, iki misli kazanırız. Patronlar bizden başka adam bulamazlar, biz de pazarlığımızı yaparız tabii… Sonra keyifler gıcır. Pazar günleri çalışmayız kesinlikle! Sabah bi iki saat fazla uyuruz, sonra şöyle kral bi kahvaltı hazırlarız. Çok güzel omlet yaparım ben. Şöyle iki üç yumurtalı, beyaz peynirli.. Bazen kaşar düşer eve, onunla daha şahane olur. Sündükçe süner namussuz, tadından yiyemezsin.. Geçeriz televizyonun karşısına, böyle fıstık gibi kızlara baka baka yeriz omletimizi! Valla ağzım sulandı bee!”

“Omletten mi, kızlardan mı tertip?”

İkisi de birbirine bakarak gülümsediler. Sonra yeniden sessizliğe bürünerek gümüş rengi vadiye çevirdiler başlarını. Sessizliği Orhan bozdu. Ali’nin kulağına eğilip fısıldadı.

“Evlilik falan yok mu tertip? Bak askerliği de yapınca bi şey kalmıyor artık. Ne zaman evlencen?

Orhan’a doğru eğdiği başını yeniden vadiye çevirdi Ali. 

“Ne zaman evlencem? Ne biliyim ben. Bi insan nasıl bilir ne olacağını”

“Öyle deme oğlum. Bak ben dönünce bi şeyler bakıcam artık. Ustamın yanında da işim hazır, artık ne kalır geriye? Bi anamla otururuz. Damı aktarıp, bi de pencerelere yeni doğramalar yaptım mıydı, hangi kız koşa koşa gelmez evime be”..

“Ne güzel, dedi Ali. Ananla, karınla pazar günleri televizyonun karşısına geçip sündüre sündüre omletinizi yersiniz. Kaşarlı yapın ama”..

Tam bu sırada başlarının üzerinden hızla sinek vızıltısı gibi bir ses geçti, Orhan’ın omzuna bir taş parçası düştü. İki saniye geçmemişti ki kayanın altında kulakları sağır eden bir gürültü koptu. Tüm yamaç bir alev topuyla aydınlandı. Orhan sağ yanağını tutuyordu. Sıcaklık, yanağından başlayıp dirseğine kadar yayıldı. Hiçbir şey duymuyordu. Son gördüğü şey, Ali’nin alevler içinde yamaçtan aşağı yuvarlanması oldu.               

***

Lastikçi Süleyman’ın çırağı Dalyan kahvede çayını yudumlarken, sigara paketini çevirip duruyordu kirli elinde. “Ne adam ulan bu Kesik de! Herife sigara veriyoruz ziftlensin diye, oralı bile değil beyimiz. Paketi bıraktı gitti al içersin diye.” Hasan kendisine de bir çay koyup Dalyan’ın yanına oturdu. “Aldırma, alışırsın,” dedi. Çayından bir yudum alıp devam etti.

“Senle alakası yok, kesin Emin’e bırakmıştır.”

“Emin kim Abi?”

“Yanında gezdirdiği hayali bir adam.”

“Hayali mi!”

“Ya işte kafasında kuruyo… Askerden sonra böyle oldu bu. Dağda bi çatışmada yaralanmış Orhan, sonra kafayı bozmuş falan dediler. Hastaneden geldiğinden beri bu Emin’le konuşur durur. Beraber hamallık yapıyorlarmış. Her sabah gelir, çayını içer, sonra akşama kadar şu sokağın başındaki direğin dibinde oturur. Anca bi köpek görürse kalkıp kaçmaya başlar. Çok korkar köpeklerden. Ha bi de Orhan diye çağırırsan oralı olmaz hiç. Adı Ali’ymiş. Deli Orhan işte…”

***

Elbette biliyorum, ama söyleyemem. Köpeklerin neden her gece havladıklarını söyleyemem. Söyleyemem.

Uğur Sarıcan


Fotoğraf: Bahar Dalga

Uğur Sarıcan
Latest posts by Uğur Sarıcan (see all)
Visited 21 times, 1 visit(s) today
Close