Yazar: 18:30 İnceleme

Kertenkelenin Ardından

Amma da büyütüyorsunuz yalnızlığı. Kalbinizde kapladığı yeri kimseye göstermeden, öyle büyük harflerle döküyorsunuz ki dudaklarınızdan, sizi dinleyen en az üç adım geri atmak zorunda kalıyor. Sonra es kaza biri dokunacak olsa kıyameti koparıyorsunuz hemen. Halbuki bir sıkımlık canı vardır onun. Kapı çalsa, telefon zırlasa veya bir mektup ulaşsa şıp diye bölünür içinizdeki boşluk. Hatta pencereyi açarak veya sokağa çıkarak kalabalıkla yüzleşmek bile bu derde deva olabilir. Ama yok. Bunların hiçbiri iyileştirmiyorsa sizi, o zaman hayatınızı bölüştüğünüz insanlarda aramalısınız yalnızlığınızı.

Aynı evde yaşamak, hayatın en gösterişsiz anlarını paylaşmaya dönüştüyse şayet, farklı duyguları birbirine dikte etmeye çalışan eşlerin ruhlarını kapının veya odanın dışında bırakmalarına üzülmek oldukça anlamsız değil midir? Yaklaşıp dokunarak, daha çok hissederek sevgisini göstermek isteyen biri, kertenkele ile yaşadığını fark etmekte geciktiği için paylaşacak hiçbir şey bulamaz o evde. Her şey kendine kalır. Bir başınalık ve onunla birlikte olmanın toplamaya kattığı koca bir sıfır… Dedektife hacet olmadan hem yalnızlığı hem de kertenkeleyi bulmak bu kadar kolaydır aslında. Yok, yok. Şaşırmamalı. Korktuğu zaman kuyruğunu düşüren kertenkele, avcısını hep yanıltır zaten. Hareket etmeye devam eden kuyruğun kopuk olduğunu avcı anlayıncaya kadar geçen süre, zaman kazandırır kertenkeleye. Ama bundan daha ilginci, kopan kuyruğun yerine yenisinin gelmesidir. Hem de öncekiyle benzerlik taşımadan, apayrı biçimde.

“Kertenkelenin Ardından” oyunu da tam olarak bu noktaya odaklanıyor. Umut etmekten daha büyük sevgi elçisi bulamadığı için, hayatına anlam katış basamaklarının her birini kişisel dönüşümü ile perçinleyen, zengin ruhlu bir kadın, kertenkelenin tongasına düşmekten nasibini alıyor. Hayır, ona şaşırmamalıyız. Çünkü hata yapma cesareti gösteren biri, öyle ya da böyle, yaşıyor, hayata dokunabiliyor demektir.

Bu cesur ve özgüveni ile devamlı çatışma halinde olan, duygularını rüzgâra karşı koruyamayan kahramanımız, gözümüzün önünde açan bir çiçek gibi beliriyor sahnede. Güvenli bölgesine sığınması beklenen, hayata dahil olmadan ve ona bir şey katmadan yaşayıp gitmeye koşullandırılmış biri, o sığınağın içinde tatlı rüyalar görmeye devam etmektense uykusuz kalmayı göze alabiliyorsa, hayatı hissetmek istiyor demektir. Öyle ya, içinden, ta derinlerinden bir şeyler akıtmalıdır insan. Evinden dışarı, dünyanın tam üzerine doğru.

Her şey bu minvalde, yani deniz kenarından dalgaların kıyıya vurma sesleriyle huzur bulması beklenen kadının, hayatın orta yerine, dalgaların tam göbeğine kendini bırakması ile başlıyor. Sonra bir de bakıyor ki, beklemek onun en büyük tutkusu ve asla vazgeçemediği hayalinin ta kendisi olmuş.

Bekledi kadın. Önce evin içinde akşam olmasını. Kocasının gözlerinde işe yarar bir şeyler bulmayı. Bulduğu şeye sımsıkı sarılıp adını mutluluk koymayı. Başaramayınca itirazına karşı küçücük bir sevda cümlesini duymayı. Ama kelimeler büyüdü, irileşti. Beklediği her şeyi çöpe atacak şiddette esti bazen. Vurdu, geçti, darmadağın etti. Bazen de ağlamaya yüz tutan bir eşin tutmadığı el, paylaşamadığı yalnızlık oldu. Kadın bekledi. Hayatı beklediği gibi.

Kertenkelenin kuyruğuna dokunmaktan korkmadı ama kertenkele kadının yüreğinin kapılarını ardına kadar açmasından öylesine korktu ki, gidişine şaşırmadı bile.

Beklemeye devam etti kadın. Bu kez de uzaktakini, bir hayali, olması mümkün olmayanı bekledi. İlk defa birinin onu duyduğunu fark ettiğinden olsa gerek, susmak istemedi. Kâğıdı kalemi kuşandı, yazdıkça sevdi. Sevdikçe daha çok bekledi ve umut etti. Kapı aralığından sızan belli belirsiz bir ışık içeriyi ne kadar aydınlatabilirse, tam o kadarını hayal etti. Ve beklemeyi herkesten daha çok sevdi.

Pes etmek için onlarca bahane elinin altındayken, devam etmek için geçerli nedenler buldu hep. Godot’u bekler gibi bekledi kadın. Kavuştuğu an artık bağımlısı olduğu beklemekten nasıl vazgeçeceğini bilemeden, çıplak bir sevgiyle sarıldı ona. Sıkıca tuttu, sahiplendi. O küçük dünyasının kırılmış kabuğunun içine okyanus sığdıracak kadar geniş bir hayalle donattı sofrasını. Giderse ne olur diye düşünmeden, kertenkelelerin çabuk korktuğunu ve korkunca kuyruklarını düşürdüklerini unutarak bekledi. Kuyruklar biçim değiştirse bile, sahiplerinin hep kertenkele olduğunu anımsamak istemeyecek kadar çok sevdi hem de. O yüzden o her şeydi, değişimdi, dönüşümdü, çok şeydi. Ama asla yalnız ve mutsuz değildi.

Merve Conker, sahnede büyüyen oyunculardan. Seyircisini daha ilk dakikada etkisi altına almayı başardığı için, oyunun akışını istediği gibi belirleyebiliyor. Bizleri bekleyen, susan, konuşan, düşünen ve bir şeyin içinde tıkılı kalmak yerine dönüşüm geçiren kadına çabuk ikna ediyor. Kadının içsel devinimi, sorguları ve yol arayışı içerisinde kademe kademe değişimini hayranlıkla seyretmekse seyirciye kalıyor. Merve Conker büyük oynadığı için, oyun da yükseklere çıkıyor.

Oyunu sahneleyen Tiyatro Mora ekibine, oyunun kıymetli yazarı Tolgay Hiçyılmaz ve yönetmen koltuğunda oturan Kübra Şafak’a ayrıca parantez açmak istiyorum. Çok içten, aile gibi sevecen bir ekibin elinden güzel bir oyun çıkması şaşırtıcı olmamalı. Tolgay Hiçyılmaz’ı takip edenler bilir. Özellikle kadın sorunlarına ustalıkla eğilen, hassas ve cesur bir kalem. Film, öykü, şiir ve de tiyatro… Sanatın her dalında mücadele etmeye devam ettiği için alkışı fazlasıyla hak ediyor. Kübra Şafak’ın da oyuna kadın zekâsını kattığını hissetmemek imkânsız. Ama ben ekstra şanslıydım. Çünkü oyunu seyretmeye gittiğimde beni Kübra Hanım karşıladı ve görür görmez ismimi söyledi. Hem de çok nazik bir üslupla. Yönetmenin oyunun her zerresine hâkim olmakla yetinmemesi, izleyicisine de dokunup saygı göstermesi beni gerçekten çok etkiledi.

Sonuç olarak kadın özelinde başlayıp, cinsiyet ayrımı yapmadan herkesin iç meselesine uzanabilen geniş bir öykü seyrettim. İçinde basın ve yargı sistemi eleştirileri de barındırdığı için çok zengin ve farklı dillerden konuşabiliyor “Kertenkelenin Ardından.” Ve oyunun içinde Merve Conker’in harika bir taklit (ses) sürprizi var. Mutlaka izleyin diyorum ve altını çiziyorum: Etrafımız kertenkelelerle dolu.  

Editör: Çisem Arslan

Umut Kaygısız
Latest posts by Umut Kaygısız (see all)
Visited 50 times, 1 visit(s) today
Close