Yazar: 19:30 Kitap İncelemesi

Kayıp Yüz

Kolay şeyleri sevmişim en çok, mesela susmayı. Sessizce bir köşede oturmayı, yalnızca kendimi korumayı. Sakinlikte mutluluk var sanışım hep bundan. Birilerinin acısına “ah vah” çekerek uzaktan, bardağıma çay dolduruşum, televizyonu açıp haberlere göz atışımdan. Biri bana kim olduğumu hatırlatıncaya dek, yüzüm yokmuş gibi aynalardan uzak duruşumdan hep. Kendimi görmeyince, hafızamda kaldığı kadarıyla idare ediyorum işte. Mutluyum demek için, o günü kötülükten uzak geçirmiş olmam yetiyor ya da bana öyle geliyor. Keşke bir yüzüm olsaydı… Olsaydı da insanlar beni şıp diye tanısaydı. En azından ismimle çağrılırdım. Efendim, derdim ve bir ihtimal kumandayı düşürürdüm elimden. Çünkü herhangi birisi için insan olmak, bir yüze sahip olmayınca, başım sıkıştıkça yalan söylemekten fazlası gibi gelmiyor artık.

Elçin Poyrazlar, yeni romanı Kayıp Yüz ile eşine az rastlanan, toplumsal polisiyecilik iç türüne eşsiz bir örnek sunuyor. Bilindik gerilim-polisiye kitaplarındaki yüksek tempo, çözülmesi zor cinayetler, seri ipuçları ve umulmadık sonlar, okuyucuyu bir noktaya getirip mutlu ettikten sonra kitap hakkında düşünmeye sevk etmiyor ne yazık ki. Ama söz konusu Elçin Poyrazlar olunca iş tamamen değişiyor.

Konu yine derin ve çoğumuzun gözden kaçırdığı veya hiç düşünme gereksinimi duymadığı bir toplumsal yaranın aynadaki görüntüsü. Üstelik ders verme ya da öğretme hevesiyle üstten atılan bir bakışla değil, olaylara komiser Suat gözüyle bakarak, onunla detayları keşfederek, adım adım ilerleyerek gerçekleri sunma nezaketinde bulunarak anlatılmış. Poyrazlar, bu iç denge sayesinde okuyucu arasında ayrım yapmıyor, katı feminizm veya eleştiri bombardımanı ile insanlar arasında duvar örmüyor. Her şeyi olabildiğince realist pencereden göstererek yorumu hikâye bitmeden, daha olayları yaşarken bırakıyor bizlere.

Dil konusunda da benzerlerinden ciddi biçimde ayrışıyor Kayıp Yüz. Romanda tempoyu sağlamak için özellikle benzetmeleri ayıklanmış, kısa cümlelerle örülmüş, sadece eylemin ön plânda tutulduğu gerilim romanları ile arasında dağlar kadar fark var. Edebî lezzet barındıran geniş tasvirler ciddi yer tutuyor Elçin Poyrazlar’ın kaleminde. Olayın geçtiği yerin resmini çizmek ve karakterleri hayal etmeyi kolaylaştırmak dışında, yaşanan anları da güzel benzetmelerle donatmak için edebî sanatları kullanırken gayet bonkör davranmış diyebiliriz. Üstelik bunu yaparken hikâyenin bütününe derinlik kattığı su götürmez bir gerçek. Ama en önemlisi, yazarın hiçbir sayfada kolaya kaçmadığına, bizleri olay akışıyla avutmadığına inanmamızı sağlayan doygun anlatı dili her daim baş köşede duruyor.

Konuya gelince, kurbanların ve mağdurların kadın olması kimseyi aldatmamalı. Dediğim gibi, Elçin Poyrazlar’ın en önemli özelliği katı feminizmle sizi bir söylemin veya düşüncenin içine çekmeye çalışmamasıdır. Görünenle beraber, olumsuzluklara eşlik eden erkek güruhun da yer yer mağdur, bazı dominant kadınların da gayet suçlu olabildiğini bariz biçimde görmeniz mümkün. Bu da cinsiyetçilik yüzünden canı yanan onlarca insanı görmeyen gözlerimizin, yanı başında duran ve her şeyden uzak, huzurlu, yolunda giden bir hayatı olanların da pekâlâ aynı çukurun içine düşebileceğinin en güzel ispatını seyretmesine yardımcı oluyor.

Sorular peş peşe patlıyor. İlk göze batan şey, devlet veya özel kurumlar olsun, aslında hiçbir şeyin değişmediğidir diyebilirim. Belli bir kalabalığın yönetildiği dairelerin her metrekaresinde kadın-erkek ayrımının bilinçli veya bilinçsizce sürekli yapıldığı bir fotoğraf kadar anlaşılır. Esasında bilinçli kısmını hepimiz biliyoruz da, bilinçsiz olanı Elçin Poyrazlar başarılı biçimde Suat Komiser karakteri ile özdeşim kuranlara anlatıyor. Attığı her adımda erkek olmamanın dezavantajlarıyla yüzleşmek zorunda kalan Suat Komiser, mecburen cinsiyetinin de mesleğinin de dışına çıkmak zorunda kalıyor ve başarı dedikleri şeye ulaşmayı önemsemeden, sadece insanları kurtarmaya odaklanıyor. İşte tam burası, duygusallığın mantığı değil; kolaya kaçmaya alışmayı mantık diye özetleyerek geçiştirişimizi yendiği yer.

İkinci olarak, genç kızların mağdur olduğu büyük bir çetenin derinlikleri karıştırıyor kafaları. Zorla fuhşa sürüklenen kızların çalıştırılma, sisteme bağlı tutulma şekilleri ve kurallara uymadıklarında karşılaştıkları cezalandırılma metotları çıkıyor karşımıza. Aslında burada ilgi çekici olan, sistemin günlük hayatlarımızda bizlere çok yakın olması ve bizlerin bunu hiç mi hiç fark edememesi. İşleyişi bu kadar kusursuz hâle neyin ve nelerin getirdiğini anlatmak için, yine polisiyenin karanlık sokaklarını kullanmak zorunda kalmış sevgili Elçin Poyrazlar.

Üçüncü nokta ise, ne yazık ki içlerinde olumsuz ve çözümsüz olanı. Çünkü her şey sona erse, suçlular yakalansa ve adalet yerini bulsa bile kötülük çarkının bir şekilde yoluna devam etmesi gerçeği çıkıveriyor masanın üzerine. Sadece bir olaya bağlayabildikleri suçluları adalete teslim etmeleri hiçbir şeyi değiştirmiyor. Başarı, ödül töreni, bir sürü alkış sunuluyor komiserimize. Ve karşılığında örgütün gözden çıkardığı birkaç üyesi dışında kocaman bir hiç var. Gerisini karıştırmayın, yolunuza devam edin der gibi. Yani yine bazı evlerde ışıklar sönecek, birileri sokakların soğuk yüzünde unutulacak, bazı ölümler çok erken olacak, kimileri hiç mi hiç konuşamayacakları şeyleri yapmaya devam edecek, isimsiz bir sürü insan yüzünü kaybedecek ve bir daha asla bulamayacak. Tüm bunların devam edeceğini bile bile alkışlara karşılık vermesi beklenen bir polisin duygularını tartıya koymak yazarın, tartıda gözüken ağırlığı tahmin etmekse biz okurların işi. Keşke diyor insan, tüm bunlar bilinmeyen bir gezegende olsaydı ve gönül rahatlığıyla bu okuduğum kitabın bilimkurgu türünde olduğunu söyleyebilseydim sizlere.

Kayıp Yüz, onu okumaya başlamanız ve bitirmeniz arasında geçen süreyle ilgilenen bir roman değil. Onu bitirdikten sonra kafanızın içerisinde oluşacak soru cümleleri onun dert havuzunu oluşturuyor. Sorulara yanıt verebilmenize rağmen çevrenize baktığınızda, akşamları haber bültenlerini seyrettiğinizde, günlük gazeteleri okuduğunuzda cevaplarınızı cılız buluyorsanız, bu güçsüzlük hepimize ait demektir. Kimseyi değil, önce kendimizi suçlamalıyız. Çünkü aslında her birimizin yüzü çoktan kayıp ve bunun gayet farkındayız. İlân vermek istemedik sadece. Hepsi bu.

Kısa ve net bir cümle de benden olsun: Elçin Poyrazlar’ı okumak ufuk açıcıdır. Tavsiye ederim. Keyifli okumalar.

Editör: Çisem Arslan

Umut Kaygısız
Latest posts by Umut Kaygısız (see all)
Visited 6 times, 1 visit(s) today
Close