Yazar: 17:09 İnceleme, Kitap İncelemesi

Kambur: Bir İntihar Çok Ölüm

İnsan, sevdiklerini değiştirmeye çalışır. Hayatında yer teşkil etmediğini düşündüğü insanları olduğu gibi hafızasına kaydeder ve kolay kolay üstelemez farklı olmaları için. Hoşuna gitmeyen özellikleri olan kişilerden derhal uzaklaşır ya da onlara ayırdığı zaman dilimini kademeli olarak düşürür. Bu bile değişime zorlamaktır karşısındakini. İstediğim gibi biri olursan seninle daha çok şey paylaşırım, der dudaklarını kullanmadan. Ama sevdikleri ve sevmeye gönüllü oldukları ayrıdır. Onları kusurlarından arındırmak için sabırsızlanır. Hatta değişime ikna etmek için dev bir ayna bile kullanır. Evet, bazen ısrarla karşımızdaki insanın yüzüne ayna tuttuğumuzu iddia ederiz. Bunun adına açıksözlülük diyecek kadar da eminizdir kendimizden.

Bu nasıl bir aynaysa, gözlerimizin deklanşöründen çıkan görüntülerle kaplıdır yüzeyi. Sevdiğimiz bakar o aynaya, sırf biz ısrar ettiğimiz için. Kendini göremez ama gördüklerini de asla inkâr etmez. Mutludur kısmen. Çünkü ona bakan heyecanlı gözlerimizde bir parça umut, bir somun sevginin hemen yanında durmaktadır. İşte bu minik ziyafet insanları değiştirmese bile, en azından beklentilere itiraz etmelerinin önüne kolayca geçer. Aynayı yanlarına alırlar, biz uzaklarındayken bakmazlar ama yine de severler aynayı. Çünkü sevgi, hiç düşünmeden kabul edilen en güzel şeydir.

İşte bu sihirli sevginin bile yetersiz kaldığı, en kuytu köşemize inmeyi başarmış bir roman duruyor karşımızda: Kambur. Özdemir Asaf’ın, “Kime sorsan, evinde bir oda eksik,” dediği yerde buluyor insana ait yarayı ve herkesin yoruldum daha fazla sırtımda taşıyamam diyemediği bütün yükleri bir bir gözler önüne seriyor. Kolay olan, dış görünüşte bariz belli pürüzlerimize takılı kalan gözler, önyargı tetikçisidir. Çabuk reddederler sevmeyi. Aynanın karşısında şık ve güzel gözükmenin bir yolu da yanında güzel görünümlü birini taşımak değil midir? İnsanı sadece gözlerimizle özetlemeye kalkma yanılgımız, tedavisi mümkün olmayan hastalığımızdır belki de.

Ama girizgahıma aldanmayın. Çünkü Kambur, bu kadar kolay takip edilir bir yol tarif etmiyor bizlere. Zorluyor, düşündürüyor ve ayaklarımıza kara sular ininceye kadar yürümemizi sağlıyor. Esasında kitap boyunca yürüyoruz ve çok yoruluyoruz. Gittiğimiz mesafenin o kadar da uzak olduğu söylenemez. Biz yürümeye alışmamışız, hepsi ondan. Kusurlarımızla yüzleşmeyeli yıllar olmuş ya da eksik taraflarımızı gizlemek için insanların dikkatini başka yere çekme kurnazlığını kusursuz gözükmek sanmışız. İnsan kendine bile dürüst olmaktan bu kadar uzakken, bir kitap boyu aldığı yolu nasıl kısa bulur derseniz, Kambur’un yüzümüze değil, ruhumuza sürdüğü kırmızılığa bir bakın derim.

“Öldüm işte. Otuz beş yıl süren bir kâbustan uyanmak için bunu yapmak zorundaydım ve yaptım. Pişman mıyım? Belki, biraz… Yaşayan her insan kadar pişman ve ölen her insan kadar eksik işte…”

Duygularını üryan kılmasıyla derinleşen bir hikâyenin sahibi olan genç kızın intiharı, çevresindeki pek çok hayatın kapısını ardına kadar açıyor. Sonrasında onun hayatında rol alan herkes, dalgalı denizde savrulsa bile yolunu kaybetmemeye çalışan bir sandal gibi korku ve tereddütlerin dengeli karışımıyla geç kalmış bir dürüstlüğe doğru itiliyor. İnsanın konuşmaya kendiyle başlaması, öykünün ayakları yere basan atmosferinde olay zincirine çabuk ikna olmamızı sağlıyor. Sonra gerçekler geliyor bir bir. Sır perdesi aralanıyor ve karakterleri tanıdıkça, kamburun nerede olduğunu keşfediyoruz. Evet, biz tüm bunları yaparken, kıymetli yazar da bir an bile bunalım havası yaratmıyor, okuyucuyu boğmadan ve hayal kurma anlarında bile gerçeklikten uzaklaşmadan, geniş zamanın içerisinde bir intiharın arkasına saklanan üç ölümü anlatıyor. Baştan sona, kendi temposuna ayak uydurmanızı sağlayan, derinlikli ve çok katmanlı bir kitap Kambur.

Kıymetli yazar Esra Kahya’ya, Osmangazi Belediyesinin Ahmet Hamdi Tanpınar anısına düzenlediği 2021 Roman Yarışmasında birincilik kazandıran roman, insanları heybetli görüntüleriyle değil, halının altında gizledikleri zayıflıkları ve zaafları ile anlatıyor. Romanı benim için değerli kılan asıl özelliği ise, sahip olduğu derinlik ve karakterlerinin zamana kafa tutmalarından çok ötede. Yazarın kurguda gösterdiği titizliği ve olay akışı kadar karakter analizlerini de ince ince ördüğünü hayranlık içerisinde keşfettim diyebilirim. Öyle ki duygular kişilerin içinde muhafaza olmayı sürdürürken, bir yandan da aynı zaman dilimini eşit olarak paylaşan kahramanlardan taşarak hikâyeye hareketlilik kazandırıyor. Karakterlerin başucuna konan okur, onlarla birlikte hareket edip bir süre sonra romanda var olan her kişiyi anlamaya başladığını idrak ediyor. İşte bu, hepsinden çok daha değerli ve konu bütünlüğünün çok ötesinde bir lezzet bana göre. Esra Kahya’ya has, çok özel bir intiba yaratıyor ve o an okuduğunuz sayfa hangi mekâna aitse, kendinizi orada bulduğunuzu düşünüyorsunuz.

Diğer taraftan, kurgunun ait olduğu zaman dilimine duyulan sadakat, anlatım diline hâkim olmuş diyebiliriz rahatlıkla. Doğru kelime seçimi, cümlelerin ağırlığı ve karakterlere yakışan konuşma şekilleri, ilk bakışta zorlayıcı gibi gözüken dile çabuk adapte olmanızı sağlıyor. Hikâye ile beraber aynı yolda yürümenin ne demek olduğunu sevgili Esra Kahya’nın, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın izinden gittiğini belli eden güçlü ifadeleri sayesinde öğreniyorsunuz. Zaten Esra Kahya’yı farklı kılan en önemli şey, basit anlatım ve düz cümleler yardımıyla kolay anlaşılma hevesinde olmamasına rağmen karşı tarafa geçip abartılı tasvirlerle de okuyucusunu boğmamasıdır. Tam bir denge yazarıdır bana göre.

Romanın biçimsel tasarımındaki özgünlüğe gelirsek, başrolü birden fazla kişiye bölüştürmek büyük incelik olmuş. Hikâyeyi sırtlayacak karakterlerin birinci ağzından sırasıyla dinlediklerimiz, farklı bir olayı değil de aynı durumun içerisinde neler hissettiklerini ve eylemlerinin sebeplerini paylaşıyor bizlerle. Böylece sonuca gitmek yerine, sonucu hazırlayan kişi faktörlü nedenlerin derinlerine inerken, insana ve insanın en bencil yanlarına daha fazla yaklaşıyoruz. Demiştim ya, ayaklarınıza kara sular inecek ama çok uzaklara gitmiş olmayacaksınız aslında diye, işte bu kitapta beni doğrulayan şey, psikolojik dışa vurumların ayak izlerini görebilmek oldu. Mesafenin kısalığı, yolculuğun değerini hiç eksiltmedi.

Kıymetli kalem bence haklı: Görünen kamburların bizi birbirimizden uzaklaştırıp sevgisiz bırakması belki de tam olarak cinayettir. Ama görünmeyen kamburların ruhlarımızı boğazlaması intihar sayılır. Sonuç olarak biraz da Spinoza’ya selam çakarak, ölümün üçüncü hâlinin de ilk ikisinden bağımsız, gerçekten ölmek olduğunu düşünürsek, Esra Kahya üç karakterin farklı ölüm duygusunu yaşamasını anlatmanın yanı sıra, insanı ölü olarak kabul edeceğimiz üç unutma biçimine de gönderme yapmaktadır. Kambur, tepeden tırnağa düşünce kokan ve okuyucusuna ait olduğu hayatı sorgulatan, felsefi altyapısı güçlü, çok lezzetli bir roman. Aldığı ödülün hakkını veren bu kıymetli kitabı edinmenizi tavsiye ederim. Keyifli okumalar.

Editör: Elif Türkoğlu

Umut Kaygısız
Latest posts by Umut Kaygısız (see all)
Visited 14 times, 1 visit(s) today
Close