“Farklı yıllarda, farklı ülkelerde, farklı bedenlerde ataerkinin şiddetine maruz kalan nice Esmeler’in anısına…”
Hep erkeklerin kadınlara olan düşmanlığından bahsedilir. Mizojini, geçmişten günümüze gelen köklü bir hastalıktır. Ancak kadının kadın düşmanlığı gölgede kalır. Yaşar Kemal’in “Yılanı Öldürseler” romanı çerçevesinde bu olguyu inceleyelim.
Toplumsal bir paranoyanın insanı yiyip bitirmesini inceler Yaşar Kemal bu romanında. 6-7 yaşlarındaki Hasan’ın toplumun yönlendirmesiyle yaşadığı erkeklik krizine şahit oluruz. Güzelliğiyle birçok insanın aklını alan Esme, romanın sonunda oğlu tarafından öldürülür.
İyi romanların sonu mühim değildir pek. Bizim için önemli olan Esme’nin ve oğlu Hasan’ın yaşadıklarıdır. Anaokulu çağındaki bu çocuk nasıl olur da anasını öldürür?
Roman, 1976’da kaleme alınır. Tam da 80 olaylarının arifesinde. Ataerkinin bayrak açtığı o devirlerde Yaşar Kemal gibi solcu, sosyalist bir yazarın Çukurova’daki bir kan davasına odaklanmasını ‘yersiz’ bulanlar bile var. Ancak bu kan davası kökü çok eskilere uzanan dişli, tehlikeli ve bir kara delik gibi her şeyi içine çeken mizojiniye gider.
Eserin isminden de anlaşılacağı üzere ‘yılan’la kastedilen Esme’dir. Havva ve Adem hikâyesine uzanmaktadır yılan motifi. Tekvin’e göre yılan, kadını kandıran bir varlıktır. Bu yüzden yerde sürünür. Havva da ona inanmakla hayatının hatasını yapar. Tanrı buyruğundan çıkar. Zaman içinde “yılan” imgesi kadınla bir tutulur. Dahası lanetlenir.
Bu romanda çok ilginç bir nokta vardır ki Hasan’ın annesini öldürme motivasyonunu bir erkekten değil de daha çok bir kadından almasıdır: Babaannesinden!.. Babaannesi, oğlunun intikamını Esme’den almak ister. Zira oğlu Halil, Esme yüzünden ölmüştür. Halil’in katili Abbas, Esme’ye sevdalı biridir. Ancak büyükanne Abbas’ı değil Esme’yi suçlu tutar. Çünkü o Abbas’ı ‘ayart’mış ve Halil’in canını almıştır (aldırmıştır). Ölmesi gereken Esme’dir.
Oysa Esme’nin bu konuda hiçbir suçu yoktur. Kocasını aldatmamıştır bile. Abbas’ın ona göz koyması sonucu hayatı değişir. Abbas tarafından kaçırılır, şiddet görür, tecavüz edilir. Ama günün sonunda fatura yine Esme’ye çıkar. Edebiyat tarihi içerisinde sıkça gördüğümüz “baştan çıkarıcı kadın” imajı güzeller güzeli bu masum Esme’nin üzerine yapışır. Üstelik yok yere. Yazarımız Esme’nin masumluğunu vurgulayarak onu Meryem Ana gibi bir azize statüsüne yükseltir. Ancak Esme’nin cinsiyeti suçlanması için yeterlidir.
Ataerkinin kurucuları erkekler olsa da onun muhafızları kadınlardır. Evet, burası çok ilginç. Bilhassa yaşlı kadınlar. Çünkü onlar toplumsal normları ellerinde tutarlar ve ahlakı denetlerler. Çünkü onlar adetten çıkmış, menopoza girmiş kadınlardır. Yani cinsellik yaşayamazlar, doğuramazlar. Ama ataerkil sistemde çok önemli bir vazifeleri vardır: Genç kadınları, doğurabilecek kapasitedeki kadınları yani sevişebilecek kadınları denetleme görevi! Bu görevi de canla başla yerine getirirler.
Gerek romanlarda, gerek dizilerde, gerek sosyal hayatta görürüz ki belli bir yaşın üstündeki kadınlar özellikle genç kadınların üstünde tahakküm kurmak için her şeyi yaparlar. Onlara nasihat verirler. Bu öğütler cinsel içeriklidir ve kadının kendisine ket vurmasıyla alakalıdır. Böylece ataerkil sistem tıkır tıkır işlemeye devam eder.
Yaşlı kadın imajı, kadınlıktan çıkmış ‘erkekleş’miş karakterleri vurgular. Yani ataerki tarafından tehdit unsuru olarak görülmezler. Bu sebeple patriarkal sistem içerisinde yaşlı kadınlara büyük önem verilir. Bilhassa erkekler tarafından.
İhtiyar kadınlar, trajik kahraman vazifesini üstlenen genç erkek için sığınılacak limanlardır. Ancak o erkeklerin sevgilileri/eşleri risk unsurudur. Onların doğurma ve sevişme vasıfları hâlâ geçerlidir. Özgürce cinselliğini yaşayan bir kadın ataerki tarafından aşağılanır, şeytanlaştırılır.
Esme’de Medusa’yı görüyoruz. Bilindiği üzere Medusa, Yunan mitinin mizojiniye kurban gitmiş en talihsiz karakterlerinin başında gelir. Seviştiği için (veya bazı kaynaklara göre tecavüze uğradığı için) ‘yılan başlı Medusa’ olur. Athena hemcinsini cezalandırır. Medusa’yla sevişen Posedion’a ise hiçbir şey olmaz. Çünkü seks, ataerkide erkeklerin elindedir. Kadın hep kurban konumundadır.
Bu mitin üzerinden binlerce sene geçse de kadının cinselliği üzerinden cezalandırılması aynı şekilde devam eder. Medusa’yı cezalandıran Athena, Yılan’ı Öldürseler’de buruşuk, bunak, intikamcı bir büyükanneye dönüşür.
Yaşar Kemal’in gerilim tonunda ilerleyen romanı şu çarpıcı bölümleriyle bize antik bir tiyatro metni okuyormuş havası verir:
“Ne bilsin çocuk… Anası yatağına alınca adamları ne bilsin çocuk.”
“Bir insan her şeye dayanır da anasının orospuluğuna dayanamaz.”
“…… Anasını da öldürür, anasının üstündeki adamı da öldürür.”[1]
Görüldüğü gibi Yaşar Kemal, anonim konuşmalarla halkın nabzını okura yansıtır. Kendimizi bir tragedyanın içinde buluruz. Bu teknik ‘zamanlar üstü’ bir açıdan romanı okumamızı sağlar. Yani yer ve zaman fark etmeksizin bu vahim hadiseler tekrar, tekrar, tekrar eder.
Hasan, eril hegemonyaya boyun eğmek zorunda kalmış talihsiz bir çocuktur. Hem köydekilerin dedikoduları hem babaannesinin doldurmaları sonucunda (erkekleşmiş ihtiyar kadın motifi) annesine düşman olur (olmak zorunda kalır) Romanın sonunda da anasını öldürür.
Hasan, ataerki sınavını başarıyla geçer. Oedipus gibi olsaydı yani babasını öldürseydi kör olurdu. Hayatı berbat olurdu. Ancak anasını katlettiği için erkeklik krizini aşar. Romanın sonunda Hasan’ın iyi bir yaşamı olduğunu şu ifadelerle yazar bize bildirir:
“… Hâli vakti çok yerindeymiş. Üç tane biçerdöveri varmış, beş traktörü, bilmem kaç dönüm tarlası… Kocaman bir konak yaptırmış ki, heeeeey…”[2]
[1] KEMAL, Y., Yılanı Öldürseler, İstanbul, YKY, 2020, sy.96.
[2] KEMAL, Y., Yılanı Öldürseler, İstanbul, YKY, 2020, sy.102.
- Yalnızlığın Girdabında Bir Kiralık Oda - 15 Kasım 2024
- Kına Yaktım Saçlarıma - 10 Ekim 2024
- 09.08 - 30 Ağustos 2023