Yazar: 19:08 Deneme

İnkâr

İnsanın yaradılışında vardır inkâr. Daha dünyaya gözünü açar açmaz ağlamaya başlaması da bundandır hatta. Kulağa şişirilmiş bir laf gibi gelse de gerçek budur işte: Bir bebek ağlamasında, onun yıllarca sürecek bir sorumluluğu, yani yaşamın kendisini sırtlanışını kavradığı anın umutsuzluğu çınlamaktadır. Bu kavrayıştır ortadaki sorun, zira durumu kavradığı gibi inkâr etmeye başlar. Hastane odasında, evin ortasında, hatta bir arabanın arka koltuğunda yankılanmaya başlayan bu acı dolu bağırtının sebebi sadece ve sadece bundan ileri gelmektedir. Tabii o bebeği anlayan olmaz; o sırada etrafı kuşatanların kimi mutluluk gözyaşları dökmekle kimi ise tuhaf duygular eşliğinde sigarasını ateşlemektedir.

Büyüdükçe unutur bebekler bu elim durumu, unuturuz. Hafızamız yeni bilgilerle doldukça, heceleme, konuşma, yürüme, koşma, okuma, yazma derken ne büyük bir inkarla doğduğumuz siliniverir aklımızdan. Ruhumuzun en ücra köşelerine işlenen bu umutsuz hissiyat, gelip geçici hayat meltemine tatlı bir çiçek kokusu gibi karışır ve dağılır gider. O bebekler, yani her birimiz artık mutluyuzdur. İnkâr edilecek ne kalmıştır ki? Düşündüğümüz kadar berbat değilmiş ya bu yaşam dedikleri…

Fakat insan ayna görevi üstlenmeyi pek sever ve bir gün tıpkı kendisi gibi o derin sancıyı artık hatırlamayan bir zavallıya haddini bildirmek isteyiverir. Bunu ona ihanet ederek, yalan söyleyerek, kullandığını fark ettirerek, en kötüsü de hiçbir önemi olmadığını hissettirerek yapar. İşte tam o vakit insanın içinde nereye vardığı belli olmayan bir zaman yolculuğu vuku bulur ki, inkarıyla doğan bebek hayata gözlerini yeniden açıverir. O vakit, çekeceği acı ile ikinci doğumu meydana gelir. Tabii artık büyümüştür: Ağlar ya da ağlamaz, fark etmez; “bebeğin” yıkımı gerçek olmakla birlikte ilk anki kadar tazedir de. Tabii, hepimizin bildiği üzere, o anla birlikte başlayan bu yıkım asla ve kat’a sona ermez. Haliyle biz zavallı bebekler bir ömür boyunca defalarca doğar, aynı anda da ölürüz. Ta ki bir gün fiziksel olarak da ölene dek…

İnkâr silsilesinden bir kurtuluş yolu var mıdır peki? Mesela insanlara lanet edip de bir inin zifiri karanlığına sokulmak kırar mı bu döngüyü? Diğerleri tarafından ortaya çıkarılabilecek her bir olasılıktan kurtulmanın en kestirme yolu budur belki de… 

Aklıma gelmedi değil. Sahiden bir gün ansızın kaçıp gitmek, kimden geleceği belli olmayan ve dosdoğru ruha inecek olan tekmeleri, yumrukları savuşturmak anlamına gelebilir… di. Anılar zihin duvarlarına yapışıp kalmasaydı… Zira onlar, en aşılmaz kayaları da deler geçer, buzulları da eritir, en sık ormanları bile aşar.

Böylece farkına varmış oldum: İnkardan kaçış yoktur. O, en beklemediğimiz anda gelecek ve bizi atomlarınıza dek çiğneyecektir. Bile bile yanmanın mazoşistçe zevkiyle biz de ona izin vereceğiz elbet. İzin vereceğiz ki bize tekrar tekrar ne halt yemeye doğduğumuzu ve neden var olduğumuzu sorgulatsın. “Bu kadar da olmaz!” dedirtsin. Her insanın ne denli bencil olabileceğini kalbimizi kanatarak göstersin. Nitekim, öyle ya da böyle, hiç ummadığımız bir an, hiç ummadığınız bir yerde ve en kötüsü de hiç ummadığınız kişilerce inkarın gazabına uğrayacağız.

Yine de bu, madalyonun diğer yüzünü görebilecek kadar kör etmez beni.

Bilirim ki, inkâr her ne kadar iç karartıcı olsa da insana yaşadığını hissettirir. Şöyle bir sarsar, akıllandırır, büyütür, olgunlaştırır. Ne zaman inkara düşsek yine o tazecik bebek oluruz, lakin yaralarımız her seferinde daha az kanar. Dersimizi almayı bilebilirsek bir bilgine dönüşmemiz an meselesidir. Hele bir de tüm bu birikimi dönüştürmeyi bilirsek, yıllar sonra anlatacağımız, inkarlarla beslenmiş sarsıcı hikayeler kalplere ve ruhlara şölen verir. Kısacası, zehirli bir çamur olan inkârı, dişlerimizi sıkıp da büyük bir acı ve sabır eşliğinde şekillendirebilirsek şayet, ardımızda göz alıcı bir sanat eseri ortaya bırakırız.

Böyle işte… İnsanın yaradılışında vardır inkâr. Ondandır ki şoka, hüzne, korkuya, acıya gebedir hep. Kendi doğurur, kendi doğar, kendi ölür. Lakin bu tekrarlar arasında işlenir dantel gibi, bir zaman sonra da kendini bulur. Kendine has hikayeleri, kırgınlıkları, öfkesi, acıları onu eşsiz kılar. Artık hem bir sanat eseri hem bir ilham perisidir.

Kıssadan hisse, her inkâr anında buruk bir gülümseme bırakmalı yüzümüzde. Zira o gülümseme, kalleşliklere ve hayal kırıklıklarına savurduğumuz kılıçlarımız olur. Ve bizleri hayatta inkâr edilemeyecek tek olguyla buluşmaya hazırlar:

Ölüme…

Nilay Coşkundeniz
Latest posts by Nilay Coşkundeniz (see all)
Visited 2 times, 1 visit(s) today
Close