Yazar: 12:12 Röportaj

Hatice Günday Şahman Söyleşisi

Yarım Kalmasın, Hatice Günday Şahman’ın son kitabı. H2O Kitap etiketiyle bu yıl okurlarına sunuldu. 

On iki öyküden oluşan Yarım Kalmasın, Şahman’ın ilk kitabı Kırmızı Etek’te olduğu gibi akılda kalan olay ve kahramanlarla örülü. 

Şahman’a okurları için, merek ettiğim soruları soracağım

Sevgili Hatice, okurunun bol olması dileği ile başlamak isterim. Kitabın Yarım Kalmasın, aslında bir dilek kitabı. Karakterler ve olaylara yani kitabın bütününe baktığımda hayata direnme dileği diye özetleyebilirim. Doğru mu düşünüyorum ne dersin? 

Öncelikle ilgin, yorumların ve dileklerin için teşekkür ederim sevgili Nilgün. Evet haklısın kitabın ismi ve öykülerin bütünü bir “Yarım Kalmasın” dileği, ereği ve mücadelesi ekseninde şekilleniyor. Yaşam hepimize farklı koşullar sunar, kimi zaman sert gerçekliğin duvarına çarpar yeni bir yol çizmeye çalışırız, kimi zaman kar altında boy veren kardelen oluruz, kimi zaman kırıldığımız yerden sürgün veririz. İlk öyküde Gelincik’in yarım öykülerini tamamlayan terzi Mediha, kocasına rağmen anne olmak isteyen Bilge, toplumsal normlara boyun eğmeyen Ceyda, Sumru ve anne Hayriye, tüm yaşamınca el iyisi madalyası uğruna çabalayan Yılmaz, hikâyeleri harf harf, ilmek ilmek çoğaltan Adoş ve Emel, aşkın sınırlarını zorlayan Ayla… Arzularının, aşklarının, hayallerinin, amaçlarının yarım kalmaması için hayata/koşullara direnen insanları temsil ediyor. Yazmak ve öykülerin kitap bütünlüğünde okura ulaşması da bir tamamlanma hali aslında. Kalemin çağrısına uyup yazarken zihninizdeki, yüreğinizdeki saklı düşünce, duygu, anı kırıntıları, tanıklıklar metinde birleşip, somutlaşıyor. Zaman zaman bilinçaltınızdan yükselen itkiyle yazılan her öykü, her cümle, her kelime yazarın kendi içindeki bilinmeyeni açığa çıkaran, bellek ve imgeler dünyasındaki yolculukta yeni bir adım, yeni bir keşif, öz farkındalık, yeni duygulanımlar yaratıyor.

Kuş Balık Oldu” kitabın içinde beni en çok etkileyen öykülerinden biri oldu. Çocuk Nazif’i öyle güzel çizmişsin ki ben de onun ve öğretmeninin gözüyle öykünün içine anlatılacak masalların diyarına giriyorum. “İki yana sallanarak uğunan Gülsüm Nenenin deyişiyle yiğit donuna bürünüp gelen Ak Oğul, alevden atlara binip masallara karıştı.” Bir çocuğun dramıyla beraber doğanın harap edilmesine de bir gönderme var öykünde. Ben doğayı bir yana bırakarak, öyküde çocuk dilini ve ruhunu vermenin zor olduğunu düşünüp bunun için nasıl bir çalışma yaptığını merak ediyorum.

Nazif kurmaca da olsa benim için çok özel bir karakter, en sevdiğim. Farklı bir deneyim yaşadım bu öyküde. Yürüyüşü, hareketleri, yüzü, “örtmenim” diyen sesi öykünün yazım sürecinde hep benimleydi ya da ben onunla. Sesiyle doğdu Nazif karakteri ve ben bu doğal sese kulak verdim. Seyhan öğretmen gibi onun gözleriyle baktım dünyaya.  Hayali bir karakteri gerçekmişçesine elinden tutup yürüdüm dere boyunca. Onun donuna girdim bir anlamda. Onun masum çocuk yüreğinin atışını dinledim, içindeki bulutu gördüm, anne özlemini hissettim, doğa sevgisini… Bu tamamen içselleştirmekle bağlantılı. Karakteri ne kadar içselleştirebilirsem onun bedenine, ruhuna, zihnine erişebilirsem onu daha samimi daha sahici biçimde ete kemiğe büründürebiliyorum. Nazif’in engeli nedeniyle tam ve düzgün konuşması olası değildi, inandırıcı olmazdı. Onun bazı sözcükleri öyle telaffuz etmesinin daha doğru bir tercih olacağını düşündüm. Nazif oğlana ait bölümler böyle yazıldı. Senin de belirttiğin gibi çift katmanlı “Kuş Balık Oldu” öyküsü. Bir aile dramı ile doğanın talan edilmesi sorunu iç içe geçiyor ve öyküyü sırtlayan Nazif karakteri. İlişkilendirmeyi doğru noktalardan kurmak üzerinde epey kafa yordum. HES’lere gönderme yaparken gerçekleri öykü dokusunu zedelemeden Nazif’in diliyle vermeye çalıştım. Derenin dile geldiği, manzum biçiminde yazdığım bölümde ise gülbenklerden faydalandım.  

“Düğüm”Kaos GL Derneği 17. Kadın Kadına Öykü Yarışmasında birincilik ödülü almış bir öykü. Burada da bir direnç örneği okuyorum. Yaşam baştan sona direnmekse eğer kalemi güçlü bir yazar olarak söylemeni isterim, bu kadar stresli yaşam koşullarında okurlar için bu minvalde öyküler ümit oluşturur mu? Senin çıkış noktan neydi?

Öyküler, edebiyat, sanat benim için kesinlikle yaşamı anlama ve anlamlandırmanın mihenk taşı, umut kaynağı, yaşama tutunma yolu, mücadele noktası. Yaşadığımız bu dünyada, bu koşullarda Edip Cansever’in “Ne gelir elimizden insan olmaktan başka” dizesine atıfla ne gelir elimizden yazmaktan başka diyorum. İnsanların cinsel yönelimlerinden, yaşam tarzlarından, siyasi düşüncelerinden, kimliklerinden dolayı etiketlenmesini, ötekileştirilmesini, dışlanmasını, linçe uğramasını insan olarak onaylamıyorum ve yazan birisi olarak bireyselden toplumsala uzanan bu insani durumları öykülerime taşıyorum, onların sesi olmaya çalışıyorum. Onların duygu ve düşün dünyasını anlamak, yaşadıkları sorunlara, ataerkil dayatmalara daha yakından mercek tutmak insani bir sorumluluk ve duyarlılık bence. Okuyucunun öykü kişisiyle özdeşlik kurabilmesi, onu tanıması, anlaması, olayın ya da olgunun farklı yönlerini görmesi asıl meselem. Okurda böyle bir duygudaşlığı, farkındalığı yaratabiliyorsam, yeni açılımlar keşfetmesini sağlayabiliyorsam ne mutlu bana. 

Öykülerinde mitolojik kahramanlardan beslendiğini tam yerinde kurguyu beslediğini görüyorum. Mitoloji senin yazım hayatında nasıl bir yer teşkil ediyor?

Mitoloji özellikle ilgi duyduğum bir alan. Mitoloji Sözlüğü (Azra Erhat), Mitologya (Edith Hamilton), Türk Mitolojisi (Bahaeddin Ögel) beslendiğim mitolojik kaynakların başında geliyor. Bu kadim anlatılar zaman ve coğrafyadan bağımsız olarak şekil değiştirse de hâlâ geçerli. Labirentlerden kurtulmak için İkarus’un balmumu kanatları yerine farklı kanatlar takınıyoruz. Çevremizde farklı şekillerde düzene başkaldıran Sisyphos gibi, Prometheus gibi kahramanlar, hepimizin ulaşmak istediği bir İthake var. Amazon kadınlarının genlerini taşıyan toplumsal cinsiyet eşitliği uğruna mücadele eden kadınlar var. Bu mitolojik motifleri, kahramanları, arketipleri günümüzde yaşanan sorunlarla, durumlarla doğru yerden örtüştürüp/bağdaştırıp örüntüye katmayı seviyorum. 

Öykülerinde kültürel yaşamla sosyal yaşama da güçlü göndermeler yapıyorsun. Evden ayrılan kahramanınla “beyin göçü”ne, babası ile çatışma halinde olan bir evladın eve döndüğünde yan karakterlerle ve babasıyla “aile şiddeti”ne okurun dikkatini çekiyorsun. Bunlar psikolojiyi de yakından ilgilendiren konular. Psikolojik kitaplardan ne kadar faydalanıyorsun? Vazgeçilmez olan bir eser var mı senin için?

Kuramsal kitaplardan ziyade kurgusal metinler, denemeler okumayı tercih ediyorum. Dostoyevski, Borges, Woolf, Saramago, Fowles, Yalom, Ursula le Guin, Murathan Mungan ve Engin Geçtan’ın farklı kitapları insan psikolojisine, karanlıkta kalan yönlerimize dair benim açımdan ufuk açıcı oldu. İnsan edebiyatın ana malzemesi ve yazmaya gönül verenlerin insan psikolojisini mutlaka iyi çözümlemesi gerekiyor. Okumalardan edindiğim birikim kuşkusuz öyküleri yazarken bir şekilde metne sızıyordur ama bu ilişkilendirme mekanizması nasıl çalışıyor bilemiyorum.  İnsan ruhunun inceliklerini ayrıntılardan, beden dilinden okumak, görünenin ardına ulaşmak, sözlerin yanı sıra suskunlukları duymak için gözlem gücüne sahip olmak, yaşamın kişiyi konumlandırdığı yere bağlı kalmadan, yargılayıcı olmadan doğrudan bağ kurmak, empati becerisini geliştirmek gerektiğini düşünüyorum.

“Daha Ne Kadar?”  Bir üst soruyla bağlantılı olarak, bu anlamda özellikle altı çizilmesi gereken öykülerinden biri.  Kahramanın iç konuşması ve çok güçlü benzetme ile öyküyü yükseltiyorsun. “Bakarım demek, eve dönmek, kendimi derimin altına gömmek…”  Öykünün finali ise unutulmaz kılıyor kurguyu. Kahramanların ruhsal süreçlerini çok başarılı sunuyorsun. Psikolojiden etkilenen bir yazar olarak aile ve çocuk ilişkilerinde başarı nasıl sağlanır, çocukların mutluluğu neye bağlıdır, diye sormak isterim. 

Her ailenin kendine özgü bir yapısı, dinamiği vardır. Birey aile ilişkileri çok boyutlu, farklı parametreleri var. Aile hem sığınağımız, hem en incindiğimiz yer, çatışmalı bir alan. Konunun uzmanı değilim kendi deneyimimden yola çıkarak sadece şunu söyleyebilirim: Olayın özü anlamaya çalışmak ve onu olduğu gibi kabulden geçiyor. Soruna cevap olarak sık sık okuduğum ve uygulamaya çalıştığım Halil Cibran’ın dizelerini paylaşmak isterim: 

Çocuklarınız sizin çocuklarınız değil,
Onlar kendi yolunu izleyen Hayat’ın oğulları ve kızları.
Sizin aracılığınızla geldiler ama sizden gelmediler
Ve sizinle birlikte olsalar da sizin değiller.
Onlara sevginizi verebilirsiniz, düşüncelerinizi değil.
Çünkü onların da kendi düşünceleri vardır.
Bedenlerini tutabilirsiniz, ruhlarını değil.
Çünkü ruhları yarındadır,
Siz ise yarını düşlerinizde bile göremezsiniz.
Siz onlar gibi olmaya çalışabilirsiniz ama sakın onları
Kendiniz gibi olmaya zorlamayın

Öykülerinde kuşlara da yer veriyorsun.  Kırlangıç, iki öykünde dikkatimi çekti. Bunun bir anlamı var mı? 

Bildiğin gibi kırlangıç göçü temsil eder, umudu, özgürlüğü, yeni başlangıçları. Koşullar yaşamı zorlaştırdığında kırlangıçlar gibi insanlar da farklı yerlere doğru kanat çırpar, çırpmak ister. “Gök ve Kök” zaten beyin göçü izleğinde kurgulanan bir öykü, son dönemde çevremizde çok sık tanık olduğumuz. “Daha Ne Kadar?”da ise öykü kişisi genç taşradan, ailesinden, dayatmalardan uzaklaşmak istiyor. Kolundaki kırlangıç dövmesi bu arzuya işaret ediyor. Babanın balgamının sıçradığı dövme gerçekleşmeyen, engellenen arzunun yansıması.   

Yerel dili başarıyla kullanıyorsun. “İlmek İlmek” adlı öykünde bunu daha yoğun hissetim. Bu birikimi nasıl edindin?  

Cümle kalıbını, sözcük seçimini öykü temasına ve karakterin kişilik özelliğine göre oluşturmaya önem veriyor, kimi öykülerde yerel söylem ve şive kullanıyorum. Diyalog ve monologlarda karakterleri kendi meşrebince konuşturmaya özen gösteriyorum. İstiyorum ki her karakter kendi dramını / meramını kendi diliyle anlatsın. Bunun yolu da kulağımın çevremdeki farklı seslere açık olması, not almak, gerekirse araştırma yapmaktan geçiyor. “İlmek İlmek” öyküsünde Orta Anadolu’nun yerel söylemini kullanmam ailem dolayısıyla bu ağıza aşina olmamla bağlantılı. 

Kitabının yolu açık olması dileği ile yeni çalışmalarını merakla beklediğimi söylemek isterim. Yeni çalışman öykü mü olacak? Roman yazmayı düşünüyor musun? 

Yarım bir öykü dosyam ve yazılmayı bekleyen öykü uçları var, umarım yarım kalmaz.  Bir de henüz zihnimde gezinen bir roman taslağı var, ufaktan notlar almaya başladığım. Hangisi kendini daha önce yazdıracak bilemiyorum. 

Sevgili Nilgün, kitaba gösterdiğin ilgi, kıymetli yorumların, iyi dileklerin ve kitabı farklı yönlerden kuşatan incelikli soruların için teşekkür ederim. 

Editör: Melike Kara

Visited 35 times, 1 visit(s) today
Close