Adam kapının dibinde durdu . Zaman da orada durdurdu . Elindeki anahtarın ağırlığını taşıyamadı . Uzunca bir düşüş yaşadı anahtarlar . Anahtarların yere çarptığında çıkardığı ses adamın beyninde yankılandı defalarca . Gözlerini bile kırpmadı . Tek bir nokta vardı kapıda baktığı . Baktığı ama görmediği . Sadece öylece duruyordu. Tüm yaşadığı , nefes aldığı yıllar birikmiş ayak parmaklarına dolaşıp onu aşağı çekiyordu  . Daha ne kadar aşağıda olabilirdi ? Daha ne kadar boğulabilirdi ?  Nasıl yaşanır unutmuş gibiydi. Şimdi ne yapacaktı? Ne yapması gerekiyordu ? 

       Bir şeyler akıp gidiyordu . Bir şeyler delip geçiyordu . 

      Kapının önünde ne kadar beklemişti , bilmiyordu . O , kapının önünde bekledikçe kapı uzaklaşıyordu sanki . Gözlerinin yandığını hissetti . Başını ilk defa oynattı . Yere düşen anahtara baktı . Zorlukla eğilerek yerden anahtarı aldı . Tüm hayatı boyunca hayalini kurduğu evine girmek istemiyordu . Kızarmış göz kapaklarının kenarından birkaç damla süzüldü . Yığılmak istedi . Kendini bırakacak kadar hafif değildi zihnindeki düşünceler. Evinin içinin korkunçluğunu hayal etti : duvarları , parkenin terlemiş ıslaklığını , tabloları , hala sıcak olan çiçekli battaniyeyi , mutfak tezgahında duran kirli tabakları , onun dudağının değdiği kaşığı , çatalı , açık kalmış beyaz perdeyi , yerde dağınık duran ayakkabıları , dolapta duran sevdiği yiyecekleri , kitaplarını , her gün defalarca ağzına değen ruju , boynunu defalarca öpen parfümü …

       Adam engel olamadı yanağında durmadan akan ıslaklığa . Göğsü derin derin inip kalkmaya başladı . Ağzından almaya başladığı nefesinin sesi yankılanıyordu içinde . 

        Keşke bazı şeyler biz tükendiğimizde de bitebilseydi . Biz tükenirken hayat devam etmeseydi . Tükenmek yaşayan , nefes alabilen bir şey olmasaydı . Hayat içimizde tükendiğinde gözlerimiz hala bulutlara bakmaya devam etmeseydi , ellerimiz dokunamasaydı bir ağacın gövdesine , ayaklarımız gezmeseydi insanların gülüştüğü sokaklarda  ; biz kuruduğumuzda gözlerimiz ıslanmasaydı , geçmeseydi gırtlağımızdan ıslak bir nefes … Ama biz ölsek de yaşıyoruz . 

      Adam hala yaşıyor olabildiğine hayret etti . Anahtarı kapının kilidine doğru itti . Kapının kolunu tuttu sıkıca . Kapıya bir adım daha yaklaştı . Nefesi , kapının yüzüne çarpıyordu .  Anahtarı , kapının kilidinde çevirdi . Kapı ezilen bir çığlık sesiyle açıldı . Adam tüm gücüyle kendisini içeri itti . Hiç içeri odaklanmadan hemen anahtarı kilitten çıkardı . Kapıyı kapatıp kilitledi . Yüzü kapıya dönük sırtı eve dönüktü . Gözlerini açtı . Derin bir nefes aldı . Ayağına çarpan topuklu ayakkabıya baktı . İki siyah topuklu ayakkabı … Dişlerini sıktı . İki gün önce bu ayakkabının içinde olan ince bilekli ayaklar geldi gözlerinin önüne . Bu onun giydiği son ayakkabıydı ve şimdi o da kendisini özlemişti sanki . Ayakkabı hafifçe kendi ayakkabısının üzerine eğilmişti . Orada öylece çakılıp kalmak istedi . Orada son bulmak istedi . Ama yine de nefes alıyordu . Nefes alabilmesine öfkelendi . Evin içindeki hava hiç eskimemişti . Son bıraktığı gibiydi .  Gülüşleri gelip geçmişti bu havanın içinden . Son gülüş olduğunu ikisi de bilmiyordu . O son gülümsemenin verdiği bir hafiflik vardı evin içindeki havada . Bu hava kaçıp gitmesin diye , onun ağzından çıkan son hava gitmesin diye pencereleri bir daha açmayabilirdi . 

         İki yanında salınan kollarını durdurdu . Acıyan gözlerini kapattı . İçindeki her şeyin zerrelere bölünerek evin her yanına dağıldığını hissetti . Kendisinden geriye kurumuş bir çiçek kaldı . Ayağını yavaşça çekti . Ayağına yaslanan siyah topuklu ayakkabı devrildi . Devrilirken çıkardığı ses olduğundan , olabileceğinden yüksek çıkmıştı . Bu sese tahammül edemedi . Evdeki her şeye bağırmak istedi . Bir ömür susmalarını isteyecekti . Bir ömür matem değil bir ömür sessizlik istiyordu . Üstündeki ceketi orada çıkardı ve yere bıraktı . Ceketi çıkarınca binlerce sözcük omuzlarından aşağıya döküldü . Biraz olsun rahatladığını hissetti . Kadın elleri en son omuzlarındaydı . En son bu ceketin omuzlarına dokunmuştu . Artık hatırlayacağı her şey en son olan şeylerdi . Oysa her şeyin ilkini sürekli romantik bir sayfa gibi açıp hatırlarız . Peki ya en son ? Her an en son olabilir değil mi ? Bir şarkı bir yerde son bulur . Belki de omuzunun çukurunda … belki bir bakış sonrasında … belki kollarınızın arasındayken … 

        Ayakkabısını çıkardı olduğu yerde . Gömleğinin ilk bir iki düğmesini açtı . Çıplak ayaklarıyla oturma odasına doğru yürüdü .  Bastığı yerlerde ayaklarının tabanları ıslak bir iz bırakıyordu . Ardından o iz uçup gidiyordu . 

      Oturma odasına geldiğinde ince bilekleriyle bir kadın ağır ritimleriyle dans ediyordu koltukların arasında … hala . Adam oturdu koltuklardan birine . Kadının ince hareketlerini izlemeye başladı . Kadının yüzünde hala sıcacık bir gülümseme vardı . Öldüğüne inanmak mümkün değildi . Adam kalkıp öpmek istedi ince bileklerden . Dağıldı kadın her zerresi ile . Geriye kurumuş bir çiçek kaldı . 

       Adam ağlamak istedi , ağlamadı . Adam bağırmak istedi , bağırmadı . Adam uyumak istedi , yanan göz kapakları izin vermedi . Adam düşünmek istemedi , evin her yeri konuşmaya başladı onunla . Adam gitmek istedi bu evden , kadına ait her parça daha da ağırlaştırdı ayaklarını , kollarını . Adam görmek istemedi ama gözlerini delecek bir mil bulamadı … 

        Adam dalıp gitti . Tek bir noktada  gözleri dondu . Yanakları ıslanmaya başladı . Vücudundaki kemikler kırılmaya başladı . Kemikler kırıldıkça et yığınına dönen vücudu koltuğa daha çok gömülmeye başladı . 

        “  Gökte yalnız bir bulut , izliyor yerde olanları  .  Gömülüyor genç bir kadın  . Henüz yirmi beş yaşlarında . Yine kopan bir çığlık . Bir kadın titriyor çukurun yanında . Bir adam soluksuz dikilmiş çukurun başında . Sonsuz dakikalarca sürüyor anlar . Sonsuzmuş gibi gırtlağı yırtıyor soğuk bir çığlık . Sonra dağılıyor  incecik , kuru kalabalık . Kadın yalnız kalıyor toprağın ağzında . Tüm gece kemirecek toprak o yumuşacık saçları . Tüm gece bir köpek girecek rüyasına kadının . İlk gece kırık olacak . İlk gece zor olacak hem kadın için hem adam için . Adamın sıcacık kolları yerine toprağın soğuk kolları uykuyu çağıracak kadını … “

       Adam zorladı kendini . Uzaklaştı o andan . Sadece bir an için . Yine biri başını itti suyun içine . Yine nefes alamamaya başladı .  Elini bastırarak göğsünde gezdirdi . İçinde boğulan nefesi dışarı çıkarmak ister gibiydi . Yüzü yanmaya başladı .  O sırada ceketinin cebindeki telefonu çalmaya başladı . Vücudunun hiçbir yerinde en küçük bir kıpırtı bile olmadı . Evdeki hiçbir şeyde de en küçük bir kıpırtı olmadı . Evin içinde dolanan hava da ritmini değiştirmedi . Telefon sustu . Sonra tekrar çaldı mı çalmadı mı adam hiç duymadı . 

        Bir bahçeden geriye kurumuş bir çiçek kalınca yağmur yağsa da fark etmiyor , güneş çıksa da fark etmiyor .  

       Evin içinde nefes alacak bir şeyler aradı . Loş bir karanlığı vardı evin .  Boşlukta salınan bir ağaç dalı kadar sessizdi .  

       Nefes alacak bir şeyler aradı . Parmaklarını evin duvarlarında gezdirmek istedi : onun dokunduğu duvarlara … 

       Nefes alacak bir şeyler aradı adam .  Başını hafif yana yatırdı . Uzun koridoru görebiliyordu . Kadının koridorda durmadan bir yerlere gidişini seyretti . Ayak seslerini duymaya başladı . Arada bir ona dönüp küçük bir gülümseme göndermesine dalıp gitti . 

       Adam nefes almak istedi . Kadının adını dudaklarının arasından çıkarmak istedi . Olmadı . Adını çağırmak istedi . Ne güzel şeymiş sevgilinin adını dudaklardan üflemek ve ardından üflediğimizin dumanın göğe dağılıp gitmesi . Şimdi o isim ciğerlerinde yapışıp kalmıştı . Artık o da bir Tanrı’ydı . İsmi çağırılınca karşılığı sadece bir dolu sessizlik olacaktı . 

      Adam nefes aldı . Sarıldı kadının kulağında kalan son cümlelerine , sarıldı kadının son dokunuşlarına , sarıldı kadının son bakışlarına , sarıldı kadının son nefesine kadar ki mutluluğuna .

     Bir odadan diğerine gidip geldi oturduğu yerde  . Bir duvardan diğerine vurdu yumruk yaptığı parmaklarını oturduğu yerde . Önünde duran masayı dağıttı , tabloları parçaladı , tüm bardakları kırdı oturduğu yerde . Beyninin içinde ev paramparça olmuştu . Oysa onun nefesinin değdiği tek bir şeye bile zarar vermemişti . Bunu o an yapabilmeyi isterdi . Keşke yapabilseydi . 

      Ayağa kalktı . Dağınık saçları , dağınık baktığı yerler hem dağınık zaten gözlerinin bebeği … dağınık parça parça hatıralar … 

    Kadın gülümsüyor hafifçe uzandığı koltuktan … kadın öfkeli yemek masasında beceremediği yemekten … kadın yorgun elleriyle çalıyor evin kapısını .. kadın koridorda geziniyor aceleyle … kadın ağlıyor yatağın kenarında başı zarif ellerinin arasında … kadın dalıp gitmiş bir kitabın sayfalarında … kadın  bir şarkı mırıldanıyor … Adam onun kollarında uyuyor . 

Ronay Ronay
Latest posts by Ronay Ronay (see all)
Visited 3 times, 1 visit(s) today
Close