“Ne diye içersin bu kadar İsmet!”
Karanlıkta etrafımı göremedim, burnuma midemi bulandıran bir rutubet kokusu geldi. Bedenimden etrafa yayılan yoğun alkolle birlikte sessizce sızmıştı odaya. Sonra anladım nerede olduğumu. Sütyenimin kopçası sırtımı acıtmıştı, başparmağımın ucuyla hafifçe kaşıyarak ovaladım orayı. Bir de giyinmeden uyumuşum. Daha ne haltlar ettim acaba. İçimdeki deli kız gülümsedi bana, “Yine yaptın yapacağını İsmet,” dedi.
Aylardır dışarı çıkmamıştım hele ki geceleri. Hayatın tadı geceleri çıkmaz mı aslında. Ama çocuklardan korkuma kıpırdayamıyordum.
Eskiden de annem, “İsmet!” derdi, “kızım baban öldürür bizi.” Ne zaman dışarı çıkmak istesem aldığım cevap buydu. Ben de, “İsmet,” derdim kendime, “güzelliğini gençliğini sıkı sıkı sakla, bir gün o prens gelecek.” Ve çok bekletmeden geldi. Ben de fazla sorgulamadım; neden atı bu kadar çelimsizdi, neden saçları dökülmüştü, bütün prenslerin mi burnu bu kadar kocamandı. Mutlu sona kavuşmuştum ya yetmişti bana.
Sarkmış memeleri, pörsümüş kolları ve bembeyaz saçlarıyla yanımda yatan adama baktım. Allah’tan dişlerini çıkarıp bardağa koymamış diye güldüm kendi kendime. Dürttüm uyansın diye, derin uyuyordu. Büyüktü benden. Kendimi genç kız gibi hissetmeme sebep olan da buydu sanırım. Yoksa iki torun sonrası benim de pek genç kalabildiğim söylenemezdi. Yeni, kısacık kestirdiğim saçlarımı düzelttim ellerimle, dayanamam bakımsız görünmeye. Dün konuşmuştum kızımla. “Yalnızlık çekme anne, ne zaman istersen gel bizimle kal,” demişti, “hem bana yardım edersin.” Onunla konuşurken sağ kolumun içine yaptırdığım üç martı dövmesinin üzerinde elimi gezdirmiştim. Bunu ona ne zaman göstersem diye düşünmüştüm.
Yataktan kalktım. Pantolonumu ve kazağımı sandalyenin üzerinde gördüm. Buna vakit bulabilmişim demek ki. Yanımda yatan adama tekrar baktım. Bütün gece uyumayıp güzelliğimi seyredecek yaşı çoktan geçmişti, “Bari yorulacak bir şey yapabilseydin,” dedim sinsice. Dürttüm kalksın diye, derin uyuyordu. Düğün gecesi koca burun da böyle uyumuştu. Çok içirdiler zavallıcığı diye düşünmüştüm. Ne saftım.
Yalınayak odadan çıktım, mutfağı buldum. İçim çok yanmış, canım tatlı bir şeyler istiyordu. Buzdolabının üzerindeki uzun ilaç listesine şöyle bir göz atıp, açtım kapağını. Beklemiş yemeklerin soğuğu esti yüzüme. Kalori falan düşünmeden, buzdolabındaki çikolata paketini aldım ve bir bardak suyu doldurup balkona çıktım. Kaçıncı kattaydık bilmiyordum. Aşağı eğilip saydım. Altı. Sokak lambasının ışığında bile yemyeşil görünen bir bahçe vardı. Lambanın aydınlattığı bölümde uçuşan yarasaları gördüm sonra. Ürperdim. Ne diye derin uyumuştu bu adam bu kadar. Korkmalıydım bilmediğim evlerde gece gezmelerinden, yaşımla tezat cesaretimden, kendimden.
“Tanımadığın evlere gitme İsmet. Başına her şey gelebilir kızım. Hiç bir erkek iyi niyetle yalnız kalmaya çalışmaz seninle, bunu unutma.” Sonra… Sonra bir imza yetmişti, sırtına vura vura yanıma atmışlardı koca burunluyu.
Yerler kirliydi, toz ayaklarıma bulaşmıştı sanki, karanlıkta bile belliydi balkonun hiç yıkanmadığı. Ellerimde, balkon perdesini açarken yapışıp kalan yağ lekesi vardı. Kadınsız evlerin, tekinsiz dağınıklığı işte. Çikolatamdan koca bir parça ısırdım. Yere dökülmesine hiç aldırmadan… Düğünümde henüz reşit değilim diye, babam atmıştı benim yerime imzayı nikah defterine. Uzun kuyruklu gelinliğimi zayıf bedenim taşımakta zorlanınca, prensim yardımcı olmuştu bana. Ve sonrası her yıl artan hayal kırıklıkları, zoraki akraba ziyaretleri, sadece hatırları için mutsuzluğa katlandığım çocuklarım. Yatak odasına geri döndüm. Kaçıncı görüşmemizdi bu adamla. Epey olmuştu. Marka gömleğini dertop edip fırlatmıştı bir kenara. Yaşından fazla gösteren bir tarzı vardı. Saçının kesimi mi, sürdüğü koku mu, yürüyüşü mü tam bilemedim. Genç bir delikanlı heyecanı ile bakan gözleri etkilemişti beni sadece. Bu akşam hediye ettiği bilekliği parmak ucumla okşadım. Hoşuma gitmişti ama gözümü adamın evinde açmak yoktu hesapta. Çok içmiş olmalıyım. Hafifçe dürttüm, kalkıp eve bıraksaydı beni, derin uyuyordu
Oğlan yine bozulacaktı eve geç gittim diye. “Anne, babamı hiç aradın mı?” diye sormuştu geçenlerde. Koca kazık hala anne babasının barışabileceği hayalini kuruyordu herhalde. “Şeytan görsün babanın yüzünü,” diyememiştim. Onun yerine, “Şu senin motora yine bindirsen ya beni,” demiştim kızacağını bile bile.
Neyi rahatlıkla ve zamanında diyebilmiştim ki zaten. Anneme keşke okutsaydınız beni dediğimde bütün kararlar zaten kocama devrolmuştu. Kocama çalışmak istiyorum dediğimde ikinci çocuğuma hamileydim. Mutsuzum dediğimde bunu sadece içimden dile getirebilmiştim. Boşanalım diyebildiğimde ise kaç yaşındaydım. Tekrar dürttüm. Uyanmadı, derin uyuyordu.
Telefonundan eski karısını bulup aradım, artık hiçbir cenazeyi tek başına kaldıracak gücüm kalmamıştı…
- Gençliğin Ertesi - 10 Nisan 2022