Yazar: 19:15 Öykü

Eşitlendik mi?

Bir yumruk atıyorum. Ama sağlam bir yumruk. Bir yumruk daha, bir daha, nefesim kesiliyor, yoruluyorum. Sıkı sıkı sarılıyorum. Nasıl? Nasıl ulan nasıl? Beni nasıl aldatırsın? Karnımda bir şey kaynıyor yukarı doğru. Gözlerimde çağlayana dönüşüyor. Hüngür hüngür ağlıyorum iyi mi? İleri geri sallanıyoruz birlikte. Aklım kabul etmiyor. Kalbim kabul etmiyor. Durduramıyorum kendimi. En son ne zaman ağlamıştım. Çocukken miydi neydi? İtiyorum tüm gücümle. Ellerimle başımı tutup bağırıyorum. Öfkeyle bir de tekme atıyorum. Bir ileri bir geri sallanışını izliyorum. Yavaşlayıp önümde duruyor. Yere çöküyorum. Sırt üstü yatıyorum. Orada öyle ne kadar yattım bilmiyorum. Spor salonundan çıktığımda hava çoktan kararmış. Arabada eve doğru ilerlerken her zaman yaptığım gibi arayıp bir şey lazım mı diye sormam gereken yerdeyim. Ama o telefonu bir türlü açamıyorum. Bir şey lazım mı diyecekken ya beni neden aldattın dersem. Yok aramayacağım. Kafamda kendi kendime cevapladığım sorularla eve varıyorum. Zili çalmayı es geçip anahtarla giriyorum. Yer ayaklarımın altından her an kayacak. Sanki yürümeyi yeni öğrenen bir bebek gibiyim. Adımlarım öylesine çarpık çurpuk. Mutfakta televizyon açık. Duymadı geldiğimi. Etli dolma yapmış. En sevdiğim yemeği niye yaptı ki? Gidip ben geldim mi diyeceğim şimdi? Nasıl bakacağım yüzüne? Tutabilir miyim kendimi? Of Allahım sen aklıma mukayyet ol. En iyisi bir duş almak. Evet, evet en doğrusu bu. Sesleniyorum mutfağa doğru. “Ben geldim. Duşa giriyorum. Çok terliyim.” Ses yok, duymadı mı acaba? Banyoya girip kapıyı çarpıyorum. Hay ben böyle işin.

Gelmiş. Niye sessiz sedasız girdi ki eve? Yanıma da gelmedi. Bir şey olmuş belli de ne? Neyse anlarız. Hiç kafama takamayacağım şimdi seni. Zaten kaç gündür yüzüne bile bakamıyorum. Sanki hak ediyor da. Ama işte gel de benim içime anlat. Şeytan diyor geç karşısına anlat her şeyi. Böyle böyle oldu de. Oh, ben de seni aldattım de. Sofraya tabakları bırakıyorum çat çat diye. Denmiyor işte anasını satayım, denmiyor. O bunu nasıl yaptı peki yıllarca? Nasıl baktı yüzüme? Çorbanın altını kapatıyorum. Duştan da çıkamadı bir türlü. Kim bilir hangi kadının koynundan çıktı geldi? Sorsan spor salonundaydım diyecek. Sanki bilmiyoruz. Bak gene sinirlendim. Gelse de bir an önce zıkkımlansa. Dizim başlayacak birazdan. Gidip baksam mı? Tam koridora adım atıyorum ki banyonun kapısı açılıyor. Tekrar mutfağa girip tabaklara çorbaları koyuyorum. Hiç yüzüme bakmadan direk sofraya oturuyor.

“Ooo beyimiz lütfettiler. Kaçıncıya ısıtıyorum çorbayı.”

“Ne oldu parmakların mı ağrıdı.”

“Of saçmalama istersen.”

“Neyse seninle tartışmayacağım.”

“Ya sabır. Sanki seninle tartışmak isteyen var. Ne bu afra tafra?”

Cevap vermiyor. Kafasını eğmiş çorbasını içiyor. Sol eli mi titriyor? Niye ki? Şimdi sorsam yok öyle bir şey diyecek. Ama bacaklarını da sallıyor. Bir şey var ama ne? Dökülür birazdan, dayanamaz. Sormayacağım işte. Ne halin varsa gör.

Şuna bak ya hiçbir şey olmamış gibi bir de hesap soruyor. Lütfetmişim de bilmem ne. Geldiğime dua etsin. Ulan şimdi bu masayı dağıtmak vardı ya. Niye içimden konuşuyorum ki? O da aynısını yapıyor kesin. Bu sessizlik sinirimi bozuyor. Elime bakıyor. Titreme, titreme. Sorma sakın, dayanamam patlarım. Hızlı hızlı yiyor yemeğini. Hiç yaptığı bir şey değil. Ne yaparsa yapsın. Benle uğraşmasın da. Tezgâhta duran telefondan mesaj sesi geliyor. Bir an içi duraklayıp sonra yemeğine devam ediyor. Tutamıyorum kendimi.

“Mesaj geldi bakmayacak mısın?”

Hiç yüzüme bakmıyor. Ağzında geveliyor. “Sonra bakarım. Yemek yiyorum.” Öfkenin yavaş yavaş parmak uçlarımdan yukarılara doğru çıktığını hissediyorum. Bir mesaj sesi daha geliyor. Kendime verdiğim telkinler fayda etmeyecek. Bu fırsatı değerlendirsem mi? Ne olacaksa olsun. Ha şimdi, ha sonra. Ne fark eder ki? Çatalımı masaya bırakıp yüzüne bakıyorum.

“Baya ısrarcı her kimse. Bir bak istersen. Kimmiş? Merak ettim.”

“Hayret bir şey, mesaj işte, bakarım sonra. Sen niye dert ettin ki şimdi?”

“Niye sinirleniyorsun ki? Alt tarafı bir mesaja bakacaksın.”

Yüzüme bakıyor, yüzü kıpkırmızı oldu. Evet, foyası ortaya çıkacak. Hiç tahmin etmiyor. Ama hesap vereceksin birazdan. Az daha sinirlendirirsem işlem tamam.

“Senin derdin ne akşam akşam?”

“Derdim falan yok. Mesaj kimdenmiş bakıp söyleyeceksin. Bu kadar basit.”

“Sana ne bana gelen mesajdan?”

“Bakmayacak mısın mesaja?”

“Bakmayacağım.”

“İyi o zaman ben bakarım.”

Ayağa kalkıp telefona uzanıyorum. Aynı anda o da kalkıyor. Ama ondan önce kapıyorum telefonu. Elimden almaya çalışıyor.

“Sen delirdin iyice. Ne yapmaya çalışıyorsun. Ver şu telefonu!”

Arkamı dönüp şifreyi giriyorum. Ama ekran açılmıyor.

“Şifreni değiştirmişsin. Hayırdır?”

“Ne hayırdır be. Sana hesap mı vereceğim?”

Şifreyi söyle.

Omuzlarını silkip oturuyor yerine. Bir sigara yakıp yüzüme doğru üflüyor. Kafayı yiyeceğim ne bu şimdi? Bu rahat tavırlar ne oluyor?

“Söyle dedim. Hemen.”

“Kendin bul.”

Buna ne oldu akşam akşam. Delirdi mi ne? Öğrendi desem nereden öğrenecek? Hem hangi hakla kıskançlık yapıyor aklım almıyor. Ne bulacağını sanıyor acaba? Yıllarca gözümün önünde her haltı yedi. Şimdi bana sarıyor. Kişi kendinden bilirmiş işi hesabı. Sanki ben senin şifreni biliyorum da. Tuşlara deli gibi basıp deniyor. Manyak mı ne? Telefonum kapanacak. Söylüyorum şifreyi. Bak bakalım ne arıyorsun acaba? Telefon açılıyor. Hemen mesajlara giriyor. Sol şakağındaki damar atıyor. Arkama yaslanıyorum iyice.

“Ne oldu kimden gelmiş? Söyle de ben de öğreneyim.”

Hiç cevap vermiyor bana. Bir uygulamadan çıkıp ötekine giriyor. Ciddi ciddi bir şey arıyor. Ama niye ki? Yoksa? Yok, kendime bile itiraf etmediğim şeyi nereden öğrenecek? Sadece bir kez günlüğüme… Bilmiyor ki yerini. Kalbim hızlı hızlı çarpmaya başlıyor. Bulmuş. Günlüğümü bulmuş. Sakin olmalıyım. Peki niye bu kadar tuhaf davranıyor? Niye hesap sormuyor? Aradığını bulamayınca telefonu masaya sertçe bırakıp yüzüme bakmaya başlıyor. Zurnanın zırt dediği yerdeyiz şu anda. Omuzları düştü. O yüzündeki yenilmişlik ifadesi hiç geçmiyor bana. Sonuna kadar inkâr onun taktiğiydi. Ben de mi uygulasam acaba. Yoksa yekten söylesem mi? Ne yapacak dövecek mi, öldürecek mi? Bir kereydi desem hafifletici unsur sayılır mı beyefendi? Onun hamlesini bekliyorum. Birbirimize bakmaya devam ediyoruz.

“Her şeyi biliyorum. Bütün delilleri yok etmişsin belli ki.”

Cevap vermiyorum. Sadece bakıyorum.

“Ballandıra ballandıra da anlatmışsın. Yumuşak halılar, şehir ışıkları, boğaz manzarası.”

Benden cevap gelmedikçe devam ediyor. Hepsini ezberlemiş resmen.

“İntikamını almışsın güya. Neydi? Dur. He, eşitlendik. Evet, tam böyle söylemişsin. Başın göğe erdi mi? Aslında pek de anlayamadım. Pişman gibisin de ama değil gibi de. Hangisi?”

Gözlerim dolmaya başlıyor. Buğulu bir resim gibi duruyor karşımda. O geceyi hatırlıyorum. Sonrasındaki pişmanlıkla oh olsun arasında kıvranan ruhumu. Kadınlığımı kutsamakla kendimden iğrenmek arasında kalışımı. O kadar kendime odaklanmışım ki adam hiç hafızamda kalmamış. O sadece konu mankeniymiş. Yıllarca mağdur olan tarafta olmaya o kadar alışmışım ki bu taraf çok yabancı bana. Neyi soruyor ki şimdi? Yazmışım işte her şeyi neyi soruyorsun yani.

“Okumuşsun zaten. Niye soruyorsun ki?”

Ayağa kalkıp mutfağın içinde volta atmaya başlıyor. Bir tekme savuruyor buzdolabına.

“Senin aklın yerinde mi? Elin adamıyla sevişmişsin ulan. Ne yapmamı bekliyorsun? Helal olsun karıcım mı diyeceğim?”

Senden bir şey demeni beklemiyorum. Bu benimle ilgiliydi. Yaşandı bitti. Evet yaptım. İnkâr edecek değilim senin gibi.

“Allah’ım aklıma mukayyet ol. Sen bana kafayı yedireceksin. Ben ne yapayım şimdi? Söyle. Aklımdan çıkmıyor. Kafayı sıyırmama şu kadar kaldı.”

“Ne istiyorsan onu yap. Yılarca aldattığına say diyeceğim ama onu anlayacak gibi durmuyorsun.”

“Ne? Senin ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu? Sus, elimden bir kaza çıkacak. Kendimi zor tutuyorum zaten.”

Bende de film kopuyor. Ayağa kalkıp masanın örtüsünü hışımla çekiyorum. Ne var ne yoksa yere gürültüyle düşüyor.

“Neyi öğrenmek istiyorsun? Ha neyi? Evet, elin adamıyla bir otelde sabahladım. Tıpkı senin yıllarca yaptığın gibi. Ben sana sordum mu nasıl yaptın diye. O kadınlarla nasıl seviştin diye.  Bir kere, bir kere yaptım evet. Eşitlendik mi, yoo. Yıllarca yalnız geçen gecelerimin karşılığı olur mu tek bir gece. Yoo. Olmaz. Ama ben sen değilim. Bir kere bana yetti. Senin yüzünden kendimden nefret ettim. Önceden tek kişilikti nefretim. Sadece sanaydı. Ama şimdi iki kişilik. Benim anlayamadığım nasıl yaptın yıllarca. Hiç mi suçluluk duymadın? Hayır, ben ölüyorum günlerdir de ondan soruyorum.”

“Aynı şey mi? Sen kadınsın ulan.”

“E tabii senin elinin kiriydi değil mi? Sen her bir haltı ye gel, sonra…”

“Seni ihmal ettim mi hiç?”

“Şaka mısın? Her şey yatakta mı bitiyor? Hâlâ anlamamakta ısrar ediyorsun. Biliyor musun artık konuşmak yararsız. Ne olacaksa olsun. Ne yapmak istiyorsan yap. Hiç umurumda değil.

“Sen kafayı yemişsin kızım. Ne demek ne istiyorsan yap? O kadar kolay değil o işler.”

“Ne istiyorsun o zaman?”

“Kabul edemiyorum. Ne ruhum ne vicdanım ne bünyem ne aklım kabul ediyor. Delireceğim.”

“Ee yani. İster delir ister delirme olan oldu. Madem her şeyi ortaya döktük. Sen söyle ne yapalım?”

Sinirle gülüp kafasını sıvazlıyor elleriyle. Anlamıyorum. Amacı ne? Ne istiyor? Söylesin diye bekliyorum. Seni boşayacağım, desin. Ama demiyor. Vurmuyor, kırmıyor, dökmüyor. Ne yani, bir de seni seviyorum desin de tam olsun.

“Benden kurtulmak istediğini biliyorum. Ama o kadar kolay değil. Ne dememi beklediğini anlamadığımı mı sanıyorsun. Ama çok beklersin. Seni asla boşamayacağım. Ömrün boyunca benimle evli kalacaksın.”

Gülme sırası bana gelmişti. Kafayı yemişti bu adam.

“Sen delirdin mi? Ne demek o? Herkes istediğini yapacak ama evlilik devam edecek. Çok beklersin.”

“Saçmalama.”

“E ne o zaman.”

“Söyledim işte. Sen benim karımsın ve bu böyle kalacak. Sana istediğini vermeyeceğim. Benden habersiz bakkala bile gitmeyeceksin. Yani karıcım bana mahkûmsun.”

Alkışlıyorum onu. Modern kölelik devam edecek aklı sıra. Ama unuttuğu bir şey var. Ben eski ben değilim ki. O da eskisi gibi olamayacak, kendi de bal gibi biliyor. Kaç gündür yaptığım vicdan muhasebesinin üzerine koca bir çarpı atıyorum. Temiz bir sayfa açmanın tam zamanı. Yavaşça kapıya doğru ilerliyorum. Afallıyor bendeki bu sessizliğe. Mutfaktan çıkmadan bakıyorum yüzüne.

“Senin sürekli dolandığın o yoldan bir kere geçtim ben. Bana bu kadarı yetti de arttı bile. Ne senin ne bu evliliğin mahkûmu olacağım. Ne senden daha fazla nefret etmeye takatim kaldı ne de kendimden. Ne, ne, ne. Bir sürü sayarım da boş ver.”

“Sen ne diyorsun ya.”

“Diyorum ki boşuna esip gürleme. Bitti.”

Mutfaktan usulca çıkarken son bir kere dönüp bakıyorum. Kolları yanına düşmüş, yere dikmiş gözlerini, boş boş bakıyor. Günlerdir kıvranan ruhum o an sanki tüm bağlarından kurtulmuş gibi. Netlik ne güzel bir şeymiş. Karar vermek. Bitti demek. Bitti.

Editör: Gülhan Tuba Çelik

Nilgün Erdem
Latest posts by Nilgün Erdem (see all)
Visited 37 times, 1 visit(s) today
Close