Yazar: 16:30 İnceleme

Dünya İle Derdi Olanlar: Tolstoy’un Varoluş Arayışı

Lev Tolstoy, edebiyatın büyük isimlerinden biri olmasının ötesinde, insan ruhunun derinliklerine nüfuz eden bir filozof olarak da dikkat çeker. Onun eserleri, sadece Rus toplumunun geniş bir panoramasını sunmakla kalmaz, aynı zamanda insanın varoluşsal sancılarını, ahlaki ikilemlerini ve ruhsal arayışlarını da keskin bir şekilde gözler önüne serer. Tolstoy’un dünyasında karakterler, sıradan insanların ötesine geçerek evrensel insan deneyimlerinin taşıyıcıları haline gelir. Bu evrensellik, onun felsefi ve psikolojik yaklaşımını benzersiz kılan unsurlardan biridir.

Tolstoy’un en bilinen eserlerinden biri olan Anna Karenina, yüzeyde bir aşk hikâyesi gibi görünse de aslında insanın kendi içsel çatışmalarıyla olan mücadelesini anlatır. “Bütün mutlu aileler birbirine benzer, her mutsuz ailenin ise kendine özgü bir mutsuzluğu vardır,1 der Tolstoy, romanın açılışında. Bu cümle, onun insan ruhuna dair derin bir içgörüye sahip olduğunu gösterir. Aile hayatının ve sosyal ilişkilerin karmaşıklığını açığa çıkaran bu başlangıç, aynı zamanda bireyin kendi iç dünyasındaki bölünmeyi ve çelişkileri de simgeler. Anna Karenina, aşkın ve toplumsal beklentilerin arasında sıkışmış bir kadının trajik hikâyesini anlatırken, aslında insanın özgür iradesi ile toplumun baskıları arasındaki mücadelesini gözler önüne serer.

Anna’nın trajedisi, bir anlamda Tolstoy’un insan doğasına ilişkin karamsar ama bir o kadar da gerçekçi yaklaşımının bir yansımasıdır. Anna’nın Vronski’ye olan tutkusu, bir özgürlük arayışının sembolüdür, ancak bu arayış onu daha büyük bir esaretin içine sürükler. Tolstoy, insanın kendi tutkularının kurbanı olabileceğini ve mutluluğun peşinden koşarken nasıl kendini yok edebileceğini incelikle işler. Burada Tolstoy’un, insanın kendi doğasıyla olan çatışmasını ve bu çatışmanın getirdiği trajediyi ele alışı, onun psikolojik çözümlemelerinin derinliğini ortaya koyar.

Tolstoy’un bir diğer büyük eseri Savaş ve Barış, sadece bir tarih romanı ya da savaşın dehşetini anlatan bir destan değil, aynı zamanda ahlak felsefesi ve inanç arayışının da bir ürünüdür. Eserde, Pierre Bezuhov ve Andrey Bolkonski gibi karakterler, bir yandan hayatın anlamını sorgularken diğer yandan da toplumun beklentileriyle kendi ahlâki değerleri arasında kalırlar. Tolstoy, burada insanın Tanrı’ya olan inancını ve ahlaki sorumluluğunu derinlemesine sorgular. Özellikle Pierre’in yaşadığı dönüşüm ve içsel çatışmaları, Tolstoy’un kendi hayatındaki inanç krizlerinin bir yansıması gibidir.

Pierre, savaşın ve şiddetin anlamsızlığı karşısında sarsılır, yaşamının gayesini bulmaya çalışırken bir yandan da toplumun dayattığı rollerin ağırlığını hisseder. “İnsanlar, yaşamı kolaylaştırmak için Tanrı’yı, ruhu ve ahireti uydurdular,2 der Pierre, bir anlam arayışının ortasında. Tolstoy, bu karakter üzerinden insanın Tanrı’yla olan ilişkisini, inancın gerçekliğini ve insanın nihai kurtuluş arayışını derinlemesine sorgular. Bu sorgulama, Tolstoy’un hayatının son dönemlerinde bir ruhsal ve felsefi krize sürüklenmesiyle sonuçlanır. Yazar, sonunda sade ve anlamlı bir hayat sürme arzusuyla, aristokratik yaşamını terk eder ve sade bir köylü gibi yaşamaya başlar.

Tolstoy’un felsefi ve psikolojik derinliğinin en net görüldüğü eserlerden biri de İvan İlyiç’in Ölümü adlı uzun öyküsüdür. Burada Tolstoy, ölümün kaçınılmazlığını ve insan hayatının kırılganlığını merkez alarak varoluşun anlamını sorgular. İvan İlyiç, hayatı boyunca statü ve prestij peşinde koşmuş, ancak ölümün eşiğinde her şeyin ne kadar anlamsız olduğunu fark etmiştir. “Bir hiç uğruna yaşadım,3 der İvan İlyiç, ölüme yaklaştıkça kendi hayatının ve seçimlerinin boşluğunu kavradıkça.

Bu eser, Tolstoy’un ölüm temasına ilişkin düşüncelerini, insanın ölüm karşısındaki çaresizliğini ve yaşamın anlamını bulma arayışını derinlemesine işler. İvan İlyiç’in ölüm süreci, insanın hayatı boyunca kaçtığı gerçekle yüzleşmesini ve sonunda içsel bir uyanışa varmasını simgeler. Tolstoy, burada ölümün sadece bir son olmadığını, aynı zamanda bir başlangıç olduğunu savunur. Ölümün farkındalığı, insanın gerçek anlamda yaşamasını sağlayacak bir kapıdır.

Tolstoy, hayatının ilerleyen dönemlerinde, Hristiyanlığın özüne dönme ve sade bir hayat sürme fikrini savunmuştur. O, İsa’nın öğretisini basit bir yaşam biçimi, şiddetsizlik ve kardeşlik üzerine kurulu bir hayat olarak görmüştür. Bu görüşleri, onun Diriliş adlı romanında da kendini gösterir. Romanın kahramanı Nehludov, bir kadına karşı işlediği haksızlık sonucu vicdan azabı çeker ve ruhsal bir dönüşüm yaşar. Nehludov’un hikâyesi, Tolstoy’un ahlaki mükemmellik ve içsel arınma arayışını simgeler. Yazar, bu eserinde, toplumsal adaletin ancak bireyin içsel dönüşümüyle mümkün olabileceğini savunur.

Tolstoy, hayatının sonuna doğru, kilisenin dogmalarından uzaklaşmış ve dini inancını kendi ahlaki ve felsefi görüşlerine göre yeniden şekillendirmiştir. Onun inanç dünyası, hayatın her anında bir anlam arayışı, insanın kendi içsel yolculuğunu ve ruhsal uyanışını keşfetme çabası üzerine kuruludur.

Lev Tolstoy, eserlerinde insan ruhunun karanlık dehlizlerinde gezinen bir kâşif, varoluşun anlamını sorgulayan bir filozof ve psikolojinin sınırlarını zorlayan bir gözlemci olarak karşımıza çıkar. Onun felsefi ve psikolojik yaklaşımları, yalnızca edebi bir deha ürünü olmakla kalmaz, aynı zamanda insanın varoluşsal sancılarına, ahlaki arayışlarına ve ruhsal uyanışına dair derin bir anlayışı yansıtır. Tolstoy’un dünyası, nihayetinde, yaşamın ve ölümün, aşkın ve acının, inancın ve şüphenin, her birinin insan ruhunda bıraktığı izleri anlamaya yönelik bitmek bilmeyen bir arayışın adıdır. Bu arayış, Tolstoy’un eserlerini ve düşüncelerini edebiyat tarihinin ölümsüz sayfalarına kazır.

Kaynakça:

1Tolstoy, Anna Karenina, İletişim Yayınları, 2023.

2Tolstoy, Savaş ve Barış, Türkiye İş Bankası Yayınları, 2016.

3Tolstoy, İvan İlyiç’in Ölümü, Can Yayınları, 2003.

Editör: Çisem Arslan

Visited 24 times, 1 visit(s) today
Close