Adının yazıldığı son defter miydi bu? Bir daha herhangi bir şekilde anılır mıydı? Zorlasa hafızasını, hatırlar mıydı adının bulunduğu her yeri? Hepsini değil herhalde.
Doğduğu hastanede bir deftere geçmiş olmalıydı adı ilk kez. Hayır hayır olmaz bu. Doğmadık çocuğa isim mi konur? Olsa olsa anne-baba adı yazılmıştır. Bu onun adı yazıldı sayılmaz. Tabii ya; nüfus müdürlüğünde, babasının koyduğu adla ilk kez mürekkep harcanmış olmalıydı onun için. Sonraları birkaç kez gitmişti de o daireye, o zamanlarda görmüştü adının yazıldığı ilk defterin ne büyük olduğunu. Memurun taşımakta, sayfalarını açmakta zorlandığı, kocaman bir defter. İnsanın adının yazıldığı ilk defter, insanın o zamanki halinden büyüktü. O koca defter daha da büyük bir dolapta dururdu. Kocaman defterin, çarşaf kadar sayfasında tek bir satır. Olsun, adı yazıyordu ya orada. Sonraları bilgisayar çıktı ve bir daha göremedi o defteri. Acaba sildiler mi adını yazıldığı ilk yerden?
Hayal meyal hatırlıyordu okula kaydının yapılışını. Çok düşünse de bilemedi; nasıl bir defterdi adının gözünün önünde yazıldığı? Zaten okuyamadıktan sonra hatırlasa ne fark ederdi? Nasıl da heyecanlıydı adını okuyup yazmayı öğreneceği için. Bunu ilk becerdiğinde birkaç sayfasını doldurmuştu defterinin kendi adıyla. Adı ve soyadı. Daha sonra çok defteri oldu; güzelce kapladığı ve üzerine minik etiketler yapıştırdığı. En önemlisi etiketti elbette. Yine adını yazabileceği. Adını en çok kendi yazınca severdi. Başkası yazsa da olurdu ya. Yeter ki kalsındı bir yerlerde. Sınıf defterlerinde de hep oldu adı. Yoklama yapılırken, adının okunmasını heyecanla beklerdi. Duyabilmek için yazıldığı yerden okunurken; o yüzden hiçbir zaman okulu kırmayı düşünmedi. Hatta yaşı büyüdükçe gittiği yeni okullarda böyle yoklamalar yapılmayışına hayıflanmıştı başlarda. Büyüdükçe adam yerine koymuyorlar mıydı kimseyi?
Yaşı geldi, askerlik zamanı dediler. Tepiş tepiş, üst üste bir kalabalık arasında, gördüğü yine kocaman bir defterdi. Belli ki adı yazılıydı orada; tabii yine küçücük, tek bir satırda. Sayılı gün pek de çabuk geçmedi, yalandı söylenen. Say say bitmedi.
Çabuk olmasa da bitti; hiç kimsenin adını bırakın, kendini bile okuldaki kadar olsun umursamadığı günler. Evlilik yaşın geçiyor dediler. Bir masaya oturttular. Yanında çok da tanımadığı bir kadın, yine kocaman bir defterde adı yazılıydı; zaman zaman unuttuğu bir kadın adının yanında. Ama bu sefer fiyakalı bir imza attırmışlardı. Ardından alkışlar, tebrikler, kutlamalar. Sonraları bilemedi o imzayı atmakla iyi mi etmişti.
İyi etmişti tabii ki de. Yoksa çocuklarına sahip olamazdı belki de. Çocuklarının adını yazdırırken birtakım defterlere, yine yazmışlardı onun adını da. Çocuklar da illaki yazmışlardır babalarının adını kimi defterlere. Kaç defter etti ki hepsi buraya kadar? Sayabilir miydi?
Giderek daha kötü işler için yazılıyordu sanki adı defterlere. Daha küçük, daha çirkin, pis defterlere. Esnafın tuttuğu veresiye defterlerinden de eksik olmadı adı çocuklardan sonra. Bilseydi marketler gelince o uyduruk defterlere bile yazılmayacağını bir daha, üzülmezdi adının borçla anıldığına.
Evet yine anımsıyordu eskiden, üstelik de adam yerine konarak, adının başkaca büyük büyük defterlere yazılışını. Koskoca devlet, adamdan saymıştı nihayet. Ta kapısına kadar koca koca memurlar göndermişti hem de. Onun adını yazmak için. Sayım mı dedilerdi, seçim mi ne?
Oof! Ne sıkıntılı günler hatırlıyor düşündükçe. Yaşlandıkça hastane defterlerine yazılır oldu adı kendi okuyamasa da. Okumayı da mı unutuyordu yoksa? Bu kadar mı ihtiyarlamıştı? Okul kayıt defterinde okuyamamıştı adını son kez. Yok canım, kim okuyabilmiş ki doktorların yazısını eczacılardan başka? Hatta bir keresinde eczacıların tüm becerileri bu mudur diye düşünmüştü.
Şimdiyse ona sormadan adını yazıyorlardı yine bir deftere. Kendi istememişti bunu. Umursamaz bir el, alışık bir tavırla, son kez yazıldığına aldırmadan, özensizce mürekkep akıtıyordu yarısı kırık plastik bir kalemden. Bu kez adını yazdıran çocuklarından birinin boğuk, titrek sesiydi. İsterdi ki son kez kendisi yazdırsın, hatta kendi elleriyle yazsın gönlünce. İnsana ne ilk kez ne de son kez yazdırıyorlar adını. Başka bir el yazıyor ilkini de, sonuncuyu da.
Hayat boyu en çok istediği adam yerine konmaktı. En çok korktuğuysa bir gün hatırlanmamak. O yüzdendi bir yerlerde adının yazılmasına takıntısı. Belki kalıcı olurdu böylece. Yoksa kim hatırlardı onu? Sayamasa da yine de pek çok defterde olmalıydı adı. İşe yarar mıydı unutulmamak için? Yoksa en iyisi, şu hayatta birinin gönül defterine yazılmak mıydı? Girebilmiş miydi birinin gönlüne Yunus misali? Hiç değilse “tüm çabam sizin için” dediği çocuklarının? Karısı hatırlardı bakarsın; o karısının adını unutsa da bazen. Adamlar bilirdi adıyla defterler dolduran ya da adına defterler doldurulan. Onlardan olmadı hiçbir zaman, olamazdı da. Birazdan konacağı çukurun başına, akıl etse de biri hiç değilse defter şeklinde bir taş diktirse. Adı son kez o taşa yazılsa. En azından silinene kadar, bir zaman gelen geçen okur, bir Fatiha’ dan önce. Tamam adı Süleyman değil, zaten nasır derdi de yoktu ama yine de fena durmaz onun adı da beyaz taşta. Bir de bu defa büyük büyük yazarlarsa…
- Kuşlar mı Konar - 25 Kasım 2021
- Defter - 21 Aralık 2020