Yazar: 20:35 Röportaj

Bülent Ayyıldız ile Edebiyat Üzerine

Fazlasıyla sıradışı bulunan bir eğitimci olmanızın yanı sıra fantastik kurguda yıldızlı, postmodernizme kafa yoran, kitapları çok sevilen bir yazarsınız. Bize biraz yazın hayatınızdan ve eğitimciliğinizden bahseder misiniz?

Sıradışı bir eğitimci olduğumu sanmıyorum. Hatta eğitimci olduğumu da sanmıyorum. Bunu birileri dediyse, teveccüh etmiş. Ben kitaplarla haşır neşir olmak için akademik kariyer peşine düşmüştüm. Bu kariyerin içerisinde ders anlatmak da paketin içine dahil ediliyor. Hoşuma giden konuları anlatmak, bana ilginç gelen fikirleri paylaşmak, beni heyecanlandıran yazarlar ve eserleri üzerine konuşmak benim için dersi makul kılıyor. Fakat zaman zaman karışınızdaki kitle beklentinizi düşürüyor. Böylece sadece kitaplara dönüş başlıyor. Yazın hayatım da mesaiden ve diğer işlerden artırdığım zamana sığdırabildiğim kadar.

Klişelere değmeden fantastik ve yerli kurgu nasıl yapılır?

Klişelere değmeden fantastik yazılmaz. Bir tür edebiyatından bahsediyorsak, bunu tür yapan belli başlı özellikleri vardır ve yazarın ortaya bir eser koymasında yol gösterici olabilir bu özellikler. Çeşitli kaynaklardan, farklı türlerden beslenmek klişeye düşmekten kurtarır. Şöyle diyelim, modern fantastik edebiyatın temelinde iki ekol vardır. Tolkien ve Le Guin. Piyasadaki fantastik kitapları okuduğunuzda bu iki isimden birine yakın olduğunu görürsünüz. Biraz acımasız bir özetleme oldu ama metinleri takip ettiğimizde iki kapıdan birine çıkıyor. Fakat kurgumuz Orta Dünya’da geçiyor diye Tolkien’in bakış açısını kullanmak zorunda değiliz. Tolkien ve Le Guin kitapları okumuş biri, Şehnâme, Seyahatnâme, Makamat, Âmâk-ı Hayal gibi eserleri okuyup yazının fantastik bir bağlamda özünü kavrayabilirse, metnine kendinden bir şeyler katabilir. Buraya kadar sadece bir kurgu ve türden bahsedebiliriz. Türü bir anlatı zemini olarak kullandığımızda yaradılışa dair bir fikir sahibi de olmamız gerekiyor. Bu da bizi ya dini ya da felsefi metinlere götürüyor. Doğu ve Batı’nın bu konudaki metinlerini de taradığımızda, klişe dışında bir şeyler üretilecektir.

Edebiyat ile evli, sinema ile flörtleşen hoca diyorlarmış size, enfes bir tanım yalnız! Bayağı kıskandım. Öyle mi sahiden, bu durum hakkında biraz bahseder misiniz?

Bilmiyorum bu benim düşüncem değil. Kurmaca okumaya ve yazmaya daha disiplinli sarıldığım doğru. Sinema ve kurmacanın bariz farkları var tabii ki, ama ben bunları incelerken birbirlerine yaklaştırıyorum. Farklı yöntem ve teknikler kullanılsa da ikisinin nihai amacı bir hikâye anlatmak. Hikâyeyi nasıl anlattıkları dikkatimi çekiyor. Şöyle bir kanaat var, eğer bir roman ya da öykü güzelse onu filme aktarmak zordur. Katılmakla birlikte sanatın herhangi bir kuralı çok rahat eğip bükebileceğine inanıyorum. Sanat dalları arasındaki farklılıklardan ziyade benzerlikler dikkatimi çekiyor. Bir hikâyeyi/temayı belli bir türün imkanlarında yazmak demek, aynı hikâyeyi/temayı başka türlü anlatamayız, anlattığımızda iyi bir şey çıkmaz demek değildir. Uyarlama yapmaktan bahsetmiyorum. Sinemayla flörtleşmek daha kaçamak, daha eğlenceli, daha serbest bir alan. Sinemanın popüler kültür olarak tüketimi buna uygun. Fakat bunun dışında başka bir “sinema” var ve ciddi bir ilişki istiyor.

Çeşitli alanlarda yazıyorsunuz, çevirmenlik de yapıyorsunuz sanıyorum. Hangi alanda çalışırken kendinizi daha özgür hissediyorsunuz?

En rahat hissettiğim alan kurmaca yazmak. Yapmak istediğim şey de bu. Diğer alanlarda da üretmeyi seviyorum ancak, “ne olarak anılmak istersin? Yazar mı? Çevirmen mi? Yoksa akademisyen mi?” sorusuna yazarlık derim. Yazarlığa kutsallık falan atfetmiyorum, sadece kendimi rahat hissettiğim bir alanda vakit geçirmeyi seviyorum. Aslında bu üç meslekte de kuralları esnetebilir, yeni fikirler ortaya atabilir, yaratıcılığınızı kullanabilirsiniz, fakat kurmacanın hayatla daha sıkı bir ilişkisi var. Aynı zamanda da hiç ilişkisi yok. Bunu seviyorum.

Bize biraz rutininizden bahseder misiniz? Kâğıtlar, kitaplar, taslaklar arasında ne kadar vakit geçiriyorsunuz? Latife Tekin son kitabını yatakta yazdığını anlattı, sizin bir yazma rutininiz var mı?

Kurmacaya konu olacak bir mesele kafama takılınca, onu kafamda yuvarlayıp duruyorum. Sağa sola gitmesine izin veriyorum. Kar topu gibi büyüyüp, zihnimi rahatsız edecek bir boyuta geldiğinde ya oturup yazarak ondan kurtulmaya başlıyorum ya da baş ağrısı gibi kafamda tutmaya devam ediyorum. Yatarak yazmak iyi fikir. Kurmacaya başladığımda ilk taslağı kesintisiz yazmaya özen gösteririm. Bir hafta ya da bir ay gibi bir sürede sonunu getirmeye çalışırım. Genelde evde yazarım. Ama kafe veya iş yeri fark etmez. Yeter ki bitsin. İlk taslak bittikten sonra gelen rahatlamayla birlikte ara veririm. Dosyayla ilgilenmem. Ara vermek iyidir. Geri dönüp dosya üzerine çalışmak bazen çok eğlenceli bazen de çok stresli oluyor. Stresli olursa erteleyip duruyorum. Bazen yok oluyor.

Biraz Evhamlı İshak Hoca’nın Karda Gece Yürüyüşü ile Vedat Türkali Roman Ödülleri’nde uzun listeye kaldınız. Ne hissettiniz?

Uzun listeye kaldığımı bilmiyordum. Haberi bir arkadaşım ulaştırdı. İyiye yakın hissettim. Ödüller yayınevlerinin işine yarar. Satışları canlandırır. Öte yandan Epona’nın kitabımı basma sebebi finansal çıkarlardan daha çok sanatsaldı. Sedat Demir kalemini sevdiği yazarları, yarına kalabilecek eserleri basmayı seviyor. İshak Hoca da bunlardan biriydi. Ödüller ve listeler iyidir, ama sadece ödüller ve listelerle anılmak iyi değildir.

Neden yazıyorsunuz?

Küçük yaşlardan itibaren kitaplarla teması olduğu ve bu yönde bir tercih yaptığım için. Arkadaşlar çağırdığında dışarı çıkıp top oynamayı severdim ama bir davet olmazsa tek başıma kalıp kitaplarla takılmak daha iyiydi. Yazma işi de bir süre sonra kendiliğinden gelmeye başladı. Kitaplara gönüllü maruz kaldım. Kendimi ifade etme biçimim de kitaplar üzerinden olmaya başladı. Eğer küçük yaştan beri bir restoran mutfağına maruz kalsaydım, muhtemelen kendimi ifade etme şekli olarak yemek yapmayı deneyecektim.

Editör: Enes Yılmaz, Onur Özkoparan

Visited 7 times, 1 visit(s) today
Close