Yazar: 21:55 Kitap İncelemesi

Bir İhtimal Daha Var “Gerçeğe Değen İhtimal” Kitap İncelemesi

Çıkamaz çocukluğundan dışarı;
Kimse.
Kardeşliğimiz bundandır,
Mavi sularla binlerce yıl
.

Can Ediboğlu’nun son romanının dolu dolu sayfalarını çevirirken aklıma düştü Dağlarca’nın bu dizeleri. İyi bir hikâyeyi edebi emekle, sakin, geçirgen ve okuyanı içine alıp götüren üslubuyla geçtiğimiz günlerde Sayfa6 Yayınları etiketiyle yayımlanan Gerçeğe Değen İhtimal, maviliğin dinginliği içinde çocukluğun karmaşasını ve neşesini, dünyaya ötekinin gözünden bakan keşif hazzını aktarıyor bize. Doksanların kendine has dünyasında dolaşırken, romandaki kahraman anlatıcı karakter Eser ile yıllarımın sayfalarını bir bir çevirdim. 

Kalp Kıran ve Yapan Bir Büyüme Hikâyesi

Büyümek bazen farkındalığı yüksek bir çocuk olan Eser gibi bizi erkenden varoluşun gerçekleriyle yüzleştirir bazen de sadece bir romana eşlik eder. 

Gerçeğe Değen İhtimal, doksan yazında bir kanal müdürü ve ülkenin önemli iş kadınlarından olan bir annenin ergenliği keşfeden oğlunun ve dünyaya küçük kalbinin zarafetiyle bakan kız kardeşinin kalabalık ve gürültülü yetişkin dünyasında kendilerini var etme serüvenlerini usul usul işliyor. Tatlı bir doksanlar geçidi yaşanırken, ülkenin gündeminden düşmeyen bir mafya babasının kızı Ekim ile Eser’in yolları büyüklerin dünyasının aksine olanca masumluğuyla bir aşk hikâyesi doğuruyor. Doksanlardaki siyasi gerilimi, kültürü, aşkın en saf halini çerçeve alarak bize bambaşka bir İstanbul perspektifi çiziyor.

Kahramanımız etrafındaki kalabalık aile üyeleriyle, eğlenceli karakterleriyle kayıp bir çocukluk aşkının izini sürerken özel bir çocuğun gözünden insanın dünyayla uyumunu ve uyumsuzluğunu bazen bir sızı gibi bazen de yüksek bir mizah enerjisiyle anlatıyor.

Eser’in ergenlikle tanışan zihniden şu satırları okuyoruz romanda: Yalnızlığımı düşündüm. O sıralar Özdemir Asaf’la hemhâldim, onun dediği gibi, anlaşılamayan bir şey olmalıydı bu yalnızlık. Anlamıyordum ve benleydi ve anlamak istiyordum. Annem ıslık çaldı. Esna isabetsiz bir kartopu fırlattı. Gözlerimi kapattım birden. Seni hayalledim ve birden kafama dank etti: yalnızlık bir yabancıyla yarıda bırakılmış ilintisiz sevgiydi. Seni ilk gördüğüm an bir alev parladı ve kendimden senin boşluğuna bir is bıraktım. O is sevgiydi ve neden bilmem o is sende büyüyor ve yayılıyordu. Pipim hâlâ dışarıda orayı arzuladım, seni arzuladım, birden her yanımı ateş bastı. Senin yüzün bir siluet misali karşımda belirdi. Kafamda Naciye teyzemin efkârlı bir akşam dinlediği bir şarkının sözleri belirdi: “Saçların alev gibi, gözlerin rüya gibi.” Kim söylüyordu hatırlamıyorum, kalbime o buruntu saplandı, ciğerlerim sıkıştı. Boğazımda tıkanıklık, ileriye, hayalimdeki sana doğru uzandım. Görüntün silikleşti, kayboldu. Kafama kartopu vurdu, sendeledim. Hayalin bile güzeldi.

Doksanlar Siyasetinden Bir Panorama

Kitabın sayfalarında ilerledikçe yakın dönem siyasetinden canlı örnekler karşılıyor bizi. Koalisyonlar dönemi, yeni bir politik iklimin çalkantıları içinde hayatları birebir etkilenen ve bazen de sürece etki eden bir anne ile babanın hareketli hayatı, çocukların bu karmaşaya eşlik etmeleri ile yakın tarihi izlerken, doksanlarda büyüyen çocukların bu süreçler içinde neler yaşayabileceğine de tanık oluyoruz. Bugün de yaşanan o günlerin izleri olduğu için bağlantılar bir bir beliriyor.

Zaman, 90’ların başı… Devletin karanlık güçlerle işbirliği içinde “rutin dışına” çıktığı, Türkiye’nin ilk defa hiper enflasyonla tanıştığı… Her türden tarikatın, faili meçhul cinayetlerin patladığı, darbeci generaller ile medya patronlarının hükümet kurup, hükümet düşürdüğü, mafyanın siyaseti teslim aldığı, servetlerin el değiştirdiği yıllar… Bu zamanların izini bir kez daha Gerçeğe Değen İhtimal içinde izliyoruz: Babamın ne kadar tez zengin olduğundan sana bahsetmiştim. Keza annem de çalışkanlığının ve vaktinin ekseriyetini işine ayırmasının meyvelerini almıştı. Babamın kurduğu televizyon kanalı durmadan yayınladığı dizilerle birinci kanal vaziyetine gelmişti. Annemi yabancılar bankanın başına getirmişlerdi. Bir gece hele Esna gizlice odasından odama sızıntı yapmış, radyoda Kent FM’de Kaybedenler Kulübü’nü dinlemiştik. Sonra kafam gene karışmış, mutfaktaki M&M’lerden biraz yiyesim gelmişti. Mutfağa giderken içeride babamı Jeton’un babası Burak Metin’le içerken gizlice ayrımsamıştım. Yanlarında da babamın ünlü yaptığı o depresif şarkıcı vardı. Sigara dumanı kocaman bir bulut halinde salondan antreye sızıyordu. Mutfaktaki sedirin köşesine bağdaş kurarak oturdum ve bir yandan çikolataları tek tek lüpletirken öte taraftan onları dinledim. “Nasıl beceriyorsun be Engin? Yine AB grubunda birincisin, hem de ilk bölümde.

“Sır nedir bilir misiniz? İlk acemilik zamanlarımda fazlasıyla idealisttim. Bir değişim yaratmak istiyordum. Herkesi aydınlatacak içerikler. Kafa açacak yayınlar. Bu ülke bizimdi ve ben bir Atatürk çocuğu olarak bu ülkeyi kalkındıracaktım. Hiçbiri tutmadı. İstemediler. Sen biliyorsun. O sel felaketinde kanalın arşivleri sular altında kaldı. Suya atlayıp çoğunu kurtardım ama olmadı. Tansu’nun krizi. Batıyorduk. Orada kendimle karşı karşıya geldim. Debelenerek muvaffak olamayacağım aşikârdı.”

“94’ü hatırlar mısın?” dedi Burak Metin. “Hepimiz Zülfü’yü desteklemiştik. Bütün medya, ünlü simalar. Oyları böldük o adamı başkan yaptık.”

“Bunu diyorum işte, ülke bir yöne akıyor ve karşısına set çektiğimiz ne varsa reddediyor.” Babam yeni bir sigara yaktı. 

“Onların dümen suyuna gidecektim. Halkı ruhum gibi biliyordum.”

Reddedilemez Bir Kavram: Entropi

Roman sadece iyi edebiyat kaygısı ve yaşanmış bir Türkiye panoraması değil, aynı zamanda doksanlı yıllara dair özlediğimiz, her birimizin çocukluğuna dokunan karakterleri, oyunları, çizgi filmleri, şarkıları ve yıldızları da sık sık hatırlatarak bizi gülümsetiyor. Bu gülümseme Eser ve Ekim arasındaki aşkın kavuşmayla bitip bitmeyeceği endişesi ve fonda durulmayan olaylar eşliğinde akarken yazar karşımıza reddedemeyeceğimiz bir kavram çıkarıyor: Entropi

Büyümek alışmak mıdır, unutmak mıdır sorusu zihnimde dolaşırken şu alıntıya takılıp kalıyorum: Büyüdükçe etraf olduğu gibi kalacak diye düşünürken tam tersi oluyor, bense sindire sindire ilerlemeyi düşünürken çevreme alışamıyordum. Kafamın içinde karıncalar, arılar, sivrisinekler vızıldıyordu sanki. Babam “entropi” diye bir kavramdan bahsetmişti. Bozulmak demekmiş ve bozulma devamlı büyürmüş, dünyam da böyleydi. Beynim, legodan yaptığım o kaleyi Esna’nın sinirle duvara vurduğu andan sonra halının üstüne saçılan parçacıklar gibiydi. Sesim bile kafayı yemişti. Söz söyledikten sonra bir süre duraklayıp, “Acaba bu ses bana mı ait?” hissinden bir türlü kendimi kurtaramıyordum. Bu ses kalınlaşması işini hiç sevmemiştim. Sesim bozuk plakları andırıyordu, utanıyordum ve galiba bu büyüme işini hiç sevmemiştim. Büyümek bozulmakmış.

Cesur Bir Edebiyat Atağı

Can Ediboğlu hacimli bir roman yazmış ama ana karakterleri besleyen yan karakterler öyle doğal bir şekilde akış içinde yerini bulmuş ki sayfalar akıp giderken bize edebi gücüyle ikinci bir çocukluk şansı tanıyor. Birdenbire içinizde bu çocuk kayıp yaz aşkını bir an önce bulsun istiyorsunuz. Gerçeğe değen yepyeni bir ihtimal için şimdi biraz da buradan, Ediboğlu’nun güçlü kelimelerinden ve berrak zihin dünyasından ilerlesin hayat diyorum. Çünkü hayat nasıl ilerlerse ilerlesin, bize çocukluğumuzdan miras kalan bir ihtimal daha var.

Visited 7 times, 1 visit(s) today
Close