Belki aylar sonra ilk defa geçtim aynanın karşısına. Sabahları el yüz yıkarken bile kendimle göz göze gelmem.

Bir akşam seansında oldu olanlar. Oturduğum yerden kalktım ve doğruca banyoya gittim. Yerine alıştığım anahtara bastım, ışık ben içeriye girmeden dışarıya taştı. Karşımda iki yanı dolaplarla çevrelenmiş bir ayna vardı. Aynanın içinde de birisi. Soyut, sevimsiz, yorgun, kasvetli. Kendime pisliğe bakar gibi baktım göz ucuyla. Ne oldu sana çocuk? Sen hangi arada bu kadar şeyi nakşettim suratına? Saçların dökülmüş, sakalların karışmış, dudakların görünmüyor bıyıklarından, aralarda beyazların var. Gözlerin, gözlerinin çevresi mor halkalarla bezenmiş. Hırpani görünüyorsun.

Suyu açıp başımı yıkadım, sakallarımı köpürttüm. Ucuzcudan aldığım küçük makine çalışmadığından jilet kullanarak hem sorguladım hem tıraşladım yüzümü. Favori boyumu hesap etmem için kabaca bir hiza verdim ve başladım kazımaya. Sakallarımın altından arınmış bir ömür gibi çıkmaya başladı suratım. Üç bıçaklı iki jilet eskitiyordum. Lavabom bu kadar sıkıntıyı süzemeyecekti belli ki! Sakallarım, başımdan geçen sorunlar kadar uzuyor diyerek alıştırmıştım kendimi bu tıraş tembelliğine. Çeneme kadar bin bir zahmetle kurtuldum sıkıntılarımdan. Böyle kıyas şansım olduğunda hemen kullanırım. Bıyıklarımın da yarısını kestim. Bir süre baktım kendime. Sorunlarım çözüldüğünde böyle olacakmışım demek ki, dedim. Ne kadar beyaz, pürüzsüz, sorunsuzdu suratımın yarısı. Böyle mi olacak sahiden? Kendimce “büyük” addettiğim sorunlarımdan kurtulunca böyle pürüzsüz mü olacak her şey? Tamamlayayım şu seriyi, diyerek sürdürdüm tıraş olma eylemini.

Bir de sigara yaktım. Ağzımın üzerindeki örtünün yarısı sıyrılmıştı çünkü. Meğer ince dudaklarım varmış. Sigara içmek gereksiz bir karizma algısı oluşturmuştur bende her zaman. Bir bıyıklı taraftan içtim bir de bıyıksız… Böyle de fena olmadı aslında. Jiletin tıkanan ağzını temizleye temizleye bitirdim tıraşımı. Kabuk değiştirdim, beden değiştirdim dahi hayat değiştirdim sanki.

Önemli kısma geldim. Favori kesimleri ve hizasını ayarlamak. Bu öyle sinir bozucu bir iştir ki… Ayarlayacağım diye ergenlik döneminde canım favorilerimi kulaklarımın üzerine kadar tıraş ettiğimi bilirim. Olanca dikkatimi vererek bir defada bu meseleyi de hallettim. Suratımdan ayrılmak istemeyen son birkaç sorunu da tıraşladıktan sonra, anın verdiği motivasyonla aynanın yanındaki dolapları açtım. Kız kardeşimin mutlaka yüz maskesi olacaktır buralarda bir yerlerde. Buldum. Karbonlu muymuş neymiş! Yüzüme boca ettim. Bir taratan da dişlerimi fırçalamaya koyuldum. İnsanın en önemli cephaneliğidir ağzı. Tüm teçhizatı koruyan, kollayan, yönlendiren dişlerin temiz ve intizamlı olması önemlidir. Sigara içsem de bıyıklarımdan görünmüyorlarsa da günde birkaç defa temizlerim cephaneliği. Bu meşgale esnasında, suratım ruh halim gibi kuru ve çatlaklarla dolu bir vaziyet aldı. 

Musluğu öyle ustalıkla ayarladım ki. Batarya diyorlar bunlara malum. Soğuktan sıcağa geçişte ince bir ayara ihtiyaç duyuyor insan her defasında. Ilık su lazım çünkü bana. Sorunlarından kurtardığım suratımın üzerinde ölü toprağı gibi serili karbon maskesini de yıkadım. Tıpkı defedemediğim her şey gibi çıkası yoktu suratımdan onunda. Sevgili ellerim sağ olsunlar bu sorundan da kurtardı beni.   

Fön makinesiyle kuruttum saçlarımı. Bir atın kahküllerini andıran saçlarımı da sola doğru hacimlendirdim. Sanki tepemdeki kellik yokmuş gibi hissettiriyor şuracıktaki üç tel. Kolonyaya pek tahammül edemem. Babamın losyonuyla da iyice parlattım yüzümü.

Gözlerimin içine bakmadan evvel bir telaş kapladı içimi. Sanki bir kadına randevu teklif edecekmişim gibi. Sakallarım sakal değil de prangalarımmış da onlardan kurtulmuşum, hürriyetimin ilk günüymüş gibi. Sevdiğim kadının elini ilk defa tutmanın sancısı gibi. Bakışlarımı kaldırıp yerden, gözlerimin içine baktım. Hiç tıraş edemeyeceğim, yenileyemeyeceğim gözlerimin içine baktım. Baba ocağı gibi irislerim cesaretlendirdi beni bana karşı. Bir adım açıldım geriye doğru. Tastamam yüzüme baktım. Yüzümü gördüm, kendimi… 

Meğer düşündüğüm kadar eskimemişim. Gülümsedim, dişlerim göründü. Pırıl pırıl değillerse de iyi gibiler. Gamzelerim bıraktığım yerde duruyorlar. İçleri derin çukurdur onların. Neleri gömdüğümü nelerin üzerini sakallarımla kapattığımı anımsadım. Fakat olduğum tıraşla beraber, onları da kazıdım diye kabul ettim. 

Dik bir duruş takındım. Jest ve mimik kontrolü yaptım. Kızgın baktım, gülümsedim, göz kırptım kendime. Gövdemden sarkan göbeğim gibi sarıyordu çene altım. “Gıdık” denir bizim evde buna. Olsun bu benim bir parçam, dedim ve ona da gülümsedim. 

Sonra bir sigara daha yaktım. Ruhumun derinliklerinde kendi tarifimi ararken, yüzümde savan rüzgarları esiyordu. Klozetin kapağına oturdum. Demek ki sorunsuz yaşamak böyle bir şeymiş deyiverdim dışımdan. Sigaranın külünü düşürmeden tekrar aynanın karşısına dikildim. 

Kendime kestirmeden bir nasihat çektim. Bana bak! Kestiğin sakallar gibi yeniden çıkıverecek sorunların. Temizlediğin cephanelik kirlenecek. Kahküllerin önüne düşecek. Sen bunları sistemlemek, idare etmek için yaşıyorsun, dedim. Sigaramı sol elimle içerim sağ elini kullanan bir adam olmama rağmen. Boşta olan sağ elime de kendimden bir makas aldım.

Gülüyordum kendi halime içten içe. Gül tabii, güleceksin. Hem güleceksin hem yaşayacaksın hem de mücadelene devam edeceksin. Yanağından makas alacak kimsen yoksa da ellerin var olduğu sürece kendi makasını kendin alacaksın. Sigaramı söndürüp, izmaritten kurtuldum. 

Sıra, salonda oturan sevgili çekirdek aileme tıraşlı halimle sürpriz yapma ve “ben daha bitmedim” mesajı vermeye gelmişti. Anlatamadıklarımdan, anlayamadıklarımdan, anlamak istemediklerimden bezdiysem de, ben daha bitmedim.    

Mustafa Enes Ardıç
Latest posts by Mustafa Enes Ardıç (see all)
Visited 7 times, 1 visit(s) today
Close