Yağmurun incecik yağarken kar geliyor diye haber verdiği ve karın göz yüzünde birikip yeryüzüne yağmak
için sabırsızlandığı bulutların, içindeki yağmuru kara dönüştürmek için renklerini değiştirdiği bir akşam
üzeriydi. Gökyüzü pembe bulutlarla dolmuş, bulutların rengi karın pembe yağacağı hayali kuran çocuklara
heyecanlı bir bekleyiş verirdi. Karın renkli olacağı beklentisi içinde olan çocuklarda, yağan beyaz kar kısa
süren hayal kırıklığı sonrasında eğlenceye dönüşürdü. Eline muşamba, naylon leğen alan kasabanın dik
yolunun başında alırdı soluğu. Sevinç çığlıkları ata ata… Kasaba öyle bir yere kurulmuştu ki düz alan
bulmak zordu. Dağların zirvesinde, kar yağınca her yer kışın kaymak için uygun olurdu. Gece yarılarına
kadar kayan çocuklar, vücutlarında kuru yer kalmayıncaya kadar eğlencenin tadını çıkarırlardı. Sonra
yorgun düşüp uyumak için evlerine gitmeye mecbur kalınca, sokakları köpeklere bırakırlardı.
Yağmur, Selma’ya okul dönüşünde o istemese de arkadaşlık etmiş, yağmurun arkadaşlığından sıkılan
Selma saçak altına sığınmıştı. Yağmur onun en korkulu rüyasıydı. Ne zaman ıslansa bademcikleri şişiyor,
ateşleniyor, günlerce yataktan kalkamıyordu. Naciye ablasının vurduğu iğneler olmasa iyileşemezdi.
“iğneler “diye yüzünü ekşitti. En son hastalandığında vurulduğu iğneler onun canını çok yakmıştı. Her
birinin vücuduna girişinin acısını şimdi bile hatırlıyor, irkiliyordu. Yalvaran gözlerle yağmura bakıp “yağma
artık” dedi. Korkuyla, annesinin ördüğü dizlerine kadar inen kahverengi hırkanın düğmelerini ilikledi.
Yağmurun dinsin derken, saçak altında bekleyiş uzun sürmüş, zaman akıp gitmişti. Okuldan ablası Sevim
ile birlikte çıkmıştı. Sevim akşam karanlığında dükkanların ışıklı camekanlarına bakmayı pek severdi.
Selma’nın seçtiği yolun üzerinde şu an önünde durduğu dükkan dışında ışıklı camekan olmadığı için bu
yoldan yürümeyi sevmiyordu. Okul çıkışında hangi yoldan gideceklerinin kavgasını yapıyorlardı. Bazen
sıraya koyuyorlar, bazen de anlaşamayıp, ayrı yollardan yürüyorlardı. Yine anlaşamamışlar Selma yağmur
korkusuyla onunla yürümek istememiş, kestirmeden gelmişti. “Sevim ne yaptı acaba” diye endişelendi.
“inşallah o da saçak altında bekliyordur” diye düşündü. İncecik yağan yağmurun dinmeye niyeti yoktu,
hava iyice kararmış yağan yağmur sokak lambalarının çevreyi aydınlatmasını engellemiş, etrafı loş bir sis
kaplamıştı.
Beklerken yağmurun oluşturduğu küçük dereciği izlemeye başladı. Derecik yılan gibi önüne gelen küçük
engelleri aşarak kıvrıla kıvrıla akıyordu. Yerden topladığı sararmış otları dereye atarak onların gözden
kayboluncaya kadar takip ediyordu. Bir yandan da yere düşen damlaların su birikintisi üzerinde
oluşturdukları halkaları seyrediyordu. Sonra bu damlaların kar tanelerine dönüştüğünü görünce çok şaşırdı.
İlgiyle bu dönüşümü izlerken, arkasındaki seslerle kendine geldi. Okuldan dönen iki kız dükkanın
camekanına yaslanmış heyecanla konuşuyorlardı. Onları heyecanlandıran şeyi merak etmişti. İki kızın
omuzlarının arasından kafasını uzatıp, camekana baktığında kendisi de çok heyecanlanmıştı. Bu
heyecandan kızların ondan rahatsız olduğunu fark edemedi. Camekanda oturan bebeği görür görmez , kalbi
hızla çarpmaya başlamıştı. O anda tüm kalbiyle bebeğin onun olmasını dilemişti. Kızlardan biri “ babama
söyleyeceğim gelsin bu bebeği bana alsın” dediği an korkuya kapıldı. Kafasını çevirdiğinde Gülden ile göz

göze gelmişti. Gülden bu bebeği babasına aldırırdı. Annesi konuşurken duymuştu, onların çok paralarının
olduğunu…
Gülden’e “Senin bebeğin yok mu?” diye sorduğunda Gülden küçümseyen bir bakışla onunla konuşmak
istememiş, içindeki hava atma isteğini yenemeyip ”var hem de bir sürü” “varsa bu bebeği bırak da başkası
alsın” kendisinin alamayacağını biliyordu yine de belki diye Gülden’i vaz geçirmeye çalışıyordu. “Sana ne
be “ diyen Gülden arkadaşıyla oradan uzaklaştı.
Selma onların arkasından dil çıkardı, tekrar gözlerini bebeğe çevirdi, bez bebek dışında ilk oyuncak
bebeği arkadaşı Emel’in evine ders çalışmaya gittiğinde görmüştü. Ona da dokunamamıştı, çünkü Emel’in
annesi bebeğin ellenmesinden hoşlanmıyordu “kimse ellemesin “ diye kızına tembih etmişti. Bebeği
kucağına almak istediğinde “ annem kızar “ diyen Emel bu isteğini geri çevirmişti. Emel’in dediğine göre
dayısı Almanya’dan getirmişti. Kahverengi saçları taranabiliyormuş. yatırdığı zaman gözlerini
kapatıyormuş. Eve dönerken aklı bebekte kalmıştı. Onların Almanya’da olan hiç akrabaları var mıydı,
annesine sorduğunda “yok kızım bütün akrabalarımız burada yaşıyor “deyince ısrar etmiş” hiç mi?” diye
sormuş. annesi “hiç kimse yok “diyerek umudunu sona erdirmişti.
Artık Almanya’da akrabalarının olmasına gerek yoktu, İstediği bebek karşısında duruyordu. Emel’in
bebeği kadar güzel değildi, yatırınca kapanan gözleri, saçı yoktu, tamamen plastik büyük bir bebekti,
dükkanın camekanında oturmuş, sanki ona bakıyordu. Selma yüzünü camekana dayamış gözlerini bebekten
alamıyordu. Bebeğe bakarak ne kadar beklediğini bilmiyordu. Dükkan sahibinin sesiyle yerinden hopladı.
Adam, onun bu hareketi sonucunda yüzünde oluşan gülümsemeyle “hadi bakalım kapatıyoruz, sende evine
git artık geç oldu.” Camekandan yüzünü çekerek yere koyduğu çantasını kolunun altına aldı. Ayaklarını
sürüyerek oradan ayrıldı. Karanlık sokağa girdi, aslında karanlıktan korkardı ama şimdi başka bir korkusu
vardı ve bu korku tüm diğer korkularını bastırmıştı. Bebeği kim alacaktı. O almak istiyor, “nasıl” diye
düşünüyor, alamayacağını bilmek kalbinin kırılmasına neden oluyordu. Arkasından onu çağıran Sevim’i’
duymamıştı. Ona dokunan el yüreğini hoplatmıştı. Sevim’e “ çok korktum neden yavaş yaklaşıyorsun “
“yoo sana seslendim duymadın, ben de sana yetişmek için arkandan koşup durman için sana dokundum”
“duymamışım, dalmışım” “ ne diye bu kadar geç kaldın, seni arıyordum, annemle, seni merak ettik” Selma
Sevim’in önlüğünü çıkardığını görünce çok fazla oyalandığının farkına vardı. “ ben mi camekana
bakıyordum “ “ sen camekana bakmayı çok sevmezsin, ne gördün camekanda”, Selma Sevim’in elini
tutup, onunla gelmek istemeyen Sevim’e “gel bak sana göstereyim” dükkana doğru çekmeye başladı.
Camekanı işaret ederek “ bak ne kadar güzel “ “ Sevim camekanda gördüğü bebeğe baktı, “evet çok
güzelmiş” Ben bu bebeği istiyorum” artık bez bebekle oynamak istemiyorum” diye yine camekana dayandı.
Sevim, bebeği çok beğenmiş alamayacaklarını bildiğinden Selma’nın sözlerine karşılık vermemişti. “Selma
geç oldu, eve gidelim annem bekliyor” diye onu çekiştirdi. Selma isteksiz bir şekilde onun peşine düştü.
Kar yoğunlaşmış görmelerini engelleyerek iri iri yağıyordu. Sevim kar tanelerini diliyle yakalamaya
çalışıyor bir taraftan da konuşuyordu.

“Bebek gerçekten güzelmiş, geçen bayram aldığımız harçlıkları harcamasaydık belki alabilirdik.
“Ben sana harcamayalım o boyalı yumurtalardan almayalım diye söylemiştim. “
“ Yumurtayı seviyorum, görünce dayanamıyorum. “
Bayramda topladıkları elli kuruş onlar için çok değerliydi, Selma harcamaya kıyamıyordu. Ama Sevim her
okul dönüşünde, satılan renkli yumurtalardan yemek istiyordu. Yine bir okul çıkışı Sevim, yumurtaları
görünce gözlerini renkli yumurtalara dikmiş, ısrarla yemek istediğini söylemişti. Karınları açtı, Selma
dayanamayıp, iki yumurta almıştı. Paraları yetmemiş, yumurta satıcısı “bu sefer de böyle olsun” demişti.
Sevim ile birlikte yumurtaları iştahla yediklerini hatırladı.
“Olsun senin sevdiğin bir şeyi aldık. Zaten bizim bayram harçlıklarımız yetmezdi ki bebeği almaya, iki
yumurtayı zorla aldık.”
“Bebek kaç paraymış. “
“ Bilmem sormak aklıma gelmedi, sadece bebeği seyrettim.” Sustu sorsa ne olacaktı ki paraları mı vardı?
Alamayacaklarını bildiği için bebeğin parasını öğrenmeye cesaret edememişti. “ Gülden var ya, sizin
sınıfta”
“Ne olmuş Gülden’e ?”
“Bebeğe o da baktı, babama söyleyeceğim bu bebeği aldıracağım dedi. O alacak galiba bebeği,” son cümleyi
söylemek onu üzmüştü. Sustu, Sevim kolunu onun omzuna attı, yanağından öptü.
Selma bir yandan soğuktan üşüyen ellerini nefesiyle ısıtmaya çalışıyordu. “Biliyor musun, bebek benimle
konuştu” beni sen al” dedi. Sevim gülmemeye çalıştı ama kendini tutamadı.
“Gülme ya”
“Duyduk duymadık demeyin, naylon bebek canlandı”
Paralarının olmadığını ve soğuğu unutarak, Selma kendisi ile dalga geçen Sevim’i kovalıyor bir yandan
da gülüyorlardı. Selma’nın kayıp düşmesi eğlencelerini sonlandırmıştı. Selma ayağa kalktı, yüzü soldu,
sustu.
Evin tahta merdivenlerinden çıkmaya hazırlanırken annesi süt kabıyla ahırdan çıkıyordu. “Nerede kaldın
sen” diye azarladı. Selma cevap vermedi.” Geç içeriye önlüğünü çıkar, sobanın başına otur ısın biraz”
Selma eve çıkarken Sevim’i kolundan çekip “ ne olmuş buna “ diye sordu. Sevim “bilmiyorum anne”
cevaplamak istemediği soruyu geçiştirerek merdivenlerden eve çıktı. Giysilerini çıkaran Selma’ya yardım
etti. Selma sobanın yanına oturdu ”Üzülme Selma anneme söyleriz, sana onun gibi büyük bir bez bebek
yapar” “ hayır, ben o bebeği istiyorum” Annesi o anda içeriye girip “hangi bebeği “ diye sordu. Sevim
“Nejat’ın dükkanında gördüğü bebek” “hıı “ diyen annesi Selma’nın yüzüne baktı, ona söyleyecek söz
bulamayınca, gaz lambasını alıp, odadan çıktı. Sevim de telaşla annesini takip etti. Selma, karanlıkta bebeği

alamayacaklarını bilmenin üzüntüsü ile kalakaldı. Annesi babasının gelme zamanı yaklaştığı için telaşla
sofrayı hazırlıyor, ara sıra odaya girip çıkıyordu.
İlkel bir çağda yaşamıyorlardı. Kasabadaki evlerde elektrik vardı, onların evinde neden yoktu, bunu hiç
sorgulamamışlar gaz lambasının ışığında yaşamayı kabul etmişlerdi. Ahşap olan evlerine dışarıdan
bakıldığında, yan yana duran iki kapı içerden tahta duvarla birbirinden ayrılmıştı. Sağdaki kapıdan ahıra
giriliyor, soldaki kapı evin giriş kapısıydı. Dik, kısa ahşap gri merdivenlerle, uzun, her zaman loş olan bir
koridora açılıyordu.
Evi, yan cepheleri komşu evlere yakın olduğu için güneş yalnızca ön cepheden aydınlatıyordu. Giriş
kapısının üzerindeki baş büyüklüğündeki küçük kare pencereden. Karanlık, gece ve gündüz bu evin
kaderiydi. Koridorun sağına sıralanmış olan odanın biri gündüz oturup gece kızlara yatak odası olan iki
divan, bir sobadan oluşuyordu. Yerde kalın bir muşamba, üstünde küçük bir kilim. Küçük kare camlardan
oluşan büyük bir pencere, tek manzara salkım söğüt ağacının dalları arasından görünen kenarlarına
sıralanmış evlerin bulunduğu düz uzun sokak. Oturdukları odanın bitişiği yatak odası yanı, evlerindeki tek
çeşmenin bulunduğu mutfaktı. Loş koridorun sonunda banyo ve tuvalet.
Elinde gaz lambası ile odaya giren annesi;
“Bebek ne kadarmış kızım”
Selma kollarını bağlamış, ayaklarını altına almış sobanın arkasında oturuyordu. Üzgün olması hayal
kurmasını engellemiyordu. Hayalinde annesi bebeğe kazak örüyor, o da bebeğin karnını doyuruyor.
Ayağında sallayarak onu uyutuyordu. Öyle dalmıştı ki annesinin sorusunu duymadı.
“Selma, bebek ne kadarmış dedim.”
Daldığı güzel hayalden uyanan Selma;
“Bilmiyorum sormadım. “
O sırada odaya giren Sevim’e annesi.
“nereye gittin sen ?”
“…”
“Bebek kaç para diye sordum. Bilmiyor, insan istediği bebeğin kaç para olduğunu bilmez mi?”
“beş liraymış” diye atıldı Sevim.
“Sen nereden biliyorsun?”
“Öğrendim.”
“Kimden öğrendin?”

“Gülden’den, Ama şunu söyleyeyim Gülden de o bebeği istiyor, babası tamam alırım demiş.”
Bu sözler üzerine Selma ağlamaya başlamış, bebeği alamayacağı artık kesinleşmişti. Sevim’in söylediğini
anlamamış gibi tekrar sordu.
“Kim dedi,”
“Gülden dedi, Alacak babam dedi. “
Bu cevap hıçkırıklarının artmasına neden olmuştu.
“Ağlama Selma ,” diyen annesi onun daha çok ağlamasına neden olmuştu. “Alamayacağımızı biliyorsun,
onun için şimdiden kabullen, ben sana büyük bir bez bebek dikerim, söz bu kez ağzını, burnunu, gözlerini de
işleyeceğim.”
“ Bez bebek istemiyorum, ben o bebeği istiyorum.”
Dış kapının açılma sesiyle Sevim çantasını açıp kitap çıkararak ders çalışıyormuş gibi yaptı. Selma ise
sobanın arkasından kalkıp, divana oturdu.
Babalarının geldiğini anlamışlardı. Eve sessizlik çöktü. Babaları hazırlanmış olan yer sofrasına oturunca,
Sevim de hemen sofraya oturdu. Anneleri yemek koymak için sobanın üzerinden tencereleri indirdi. Selma,
onlara bakmadan oturduğu divanda, sinirle ayaklarını sallamaya devam etti. Üzüntüsünün babası tarafından
fark edilmesini istiyordu. Gözleri ağlamaktan şişmiş ve kızarmıştı. Çok ağlamaktan arada kısa hıçkırıklarına
engel olamıyordu. Annesi;
“Hadi kızım yemeğe otur,”
Selma omuzlarını silkeleyerek, kollarını bağlayıp yüzünü duvara döndü.
“Ne oldu buna” diye sordu babası,
Sevim kendini tutamayarak,
“Bebek istiyormuş “ dedikten sonra susup yemeğine devam etti.
Annesi,
“Nejat’ın dükkanında görmüş, eve geldiğinden beri ağlıyor, “
“Beş liraymış” Sevim yine kendine engel olamamıştı.
Babası hiç sesini çıkarmadı. Yemeğini yedikten sonra geldiği gibi sessizce çıkıp gitmişti.
Sevim hızlı bir hareketle yemekten kalktı, Selma’nın yanına oturdu.
“Ağlama, bak sana gazoz kapaklarımı veririm, tam elli sekiz tane, hadi gel yemek yiyelim.”

Gazoz kapakları Sevim’in en değerli hazinesiydi, onları biriktirmek için yazın iki ay boyunca ilçenin
yollarını gözleriyle radar gibi taramıştı. Soranlara “tam elli sekiz tane “diye gururla söylüyordu. Kimseye
elletmez karşıdan gösterir, evde nereye sakladığını kimse bilmezdi.
Bu teklife rağmen Selma inat etti, yemeğe oturmadı.
Bunun üzerine annesi, “ Ödeviniz yok mu sizin?” diyerek sofrayı kaldırmaya başladı. Sevim “yarın tatil,
ödevleri neden şimdi yapıyoruz? Ben resim yapmak istiyorum” dedikten sonra Selma’ya dönüp,” benimle
resim çizmek ister misin?” Selma hiç konuşmuyordu. Sevim, onun yanağına bir öpücük kondurup, ısrar etti,
”Hadi ama beraber yaparız değil mi?”
Selma isteksiz bir şekilde
“Olur, yaparız.”
Sevim ellerini çırptı, çantasından resim defterini boyalarını çıkardı, yere yaydı ve uzandı. Selma’ya baktı.
“Hadi gelsene,” Bu çağrıya uyan Selma divandan inip, yanına uzandı.
“Ne yapalım? Ne çizmek istersin?”
“Sen ne istersen onu yapalım.”
“Tamam, senin istediğin bebeği çizelim.”
Selma birden heyecanlandı.
“Tamam olur çizelim”
“Ben çizeyim sen boya olur mu?”
“Olur.”
Selma’nın resim yapmak istemesi, annesinin hoşuna gitmişti.
Sofrayı kaldırdıktan sonra onlara kavrulmuş fındık getirdi, örgüsünü alıp divana oturarak onları seyretmeye
başladı.
Yere uzanan kızlar büyük bir zevkle resim yapıyorlardı. Resim bitince kaldırıp baktılar ve annelerine
göstererek,
“Nasıl olmuş” diye onun yorumunu beklediler. Resmi inceleyen annesi “ hımm çok güzel olmuş,”
“Mademki bebeği alamıyoruz, o zaman bu resmi Selma’nın divanının başına asalım”
Annesi Selma’ya bakıp,
“ Selma sen ne dersin ”

“ isterim, asalım”
Annesi “tamam beni bekleyin” diyerek odadan çıktı. Geri geldiğinde çivi çekiç ve ip getirmişti. Duvara
çivi çaktı, resmin üzerinde delik açarak ipi geçirdi ve çiviye astı. Duvarda asılı duran resme bakan kızlar
yaptıkları çalışmanın güzelliği karşısında gülümsediler. Divana oturup, kavrulmuş fındığı yemeye
başladılar. Sevim ”sana bu gece hangi masalı anlatayım,”
“Hani var ya peri fakir kızın istediğini elindeki sihirli çubukla yapıyor işte onu.”
“Aman… sen de bıkmadın o masaldan, bu gece başka anlatayım. “
“ Hayır olmaz. Hadi ne olur onu anlat”
“ Tamam tamam anlatayım hadi “ diyen Sevim anlatmaya başladı.
Selma, Sevim’in anlattığı masalın sonunu duyamadan uyudu.
Evdeki en güzel eğlenceleri masal anlatma zamanıydı. Sevim kitap okumayı çok seviyordu. Arkadaşlarının
kitaplarını ödünç alıp kısa zamanda bitirir, okuduğu kitabı mutlaka Selma’ya anlatırdı. Perili kitabı
okuduktan sonra Selma’ya anlatmış, Selma bu masalı çok sevmişti. Her gece onu anlatması için ısrar ederdi.
Sevim bıkmadan usanmadan anlatırdı.
Sevim, sabah erkenden kalkmış pencereden bakıyordu. Bir taraftan da Selma’ya sesleniyordu. Akşamdan
beri yağan kar boylarını aşmış, tüm evlerin kapılarına kadar dayanmıştı. Saçaklardan uzayan sarkıtlar
neredeyse yere değecekti. Sevim heyecandan yerinde duramıyor, Selma’nın bir an önce kalkması ve
kaymaya gitmek için acele ediyordu. Selma, Sevim’in seslenmelerinden rahatsız olup, gerinerek uyandı,
yataktan hemen çıkamadı. Sevim onun elini tuttu zorla kaldırarak pencerenin yanına getirdi. Dışarıdaki karı
gören Selma’nın neşesi yerine gelmiş, sevinçle Sevim’e sarılıp ”haydi kaymaya gidelim diyerek hoplamaya
başlamıştı. Sobayla uğraşan annesi “ sessiz olun babanızı uyandıracaksınız” bu uyarı çoşkularını sona
erdirmişti. Ses çıkarmadan giyinmeye başladılar. Sevim “anne leğeni alıyoruz” “Alın ama önce kahvaltınızı
yapacaksınız sonra gideceksiniz” Kahvaltıdan sonra Selma parmak ucuna basarak koridoru boydan boya
geçmiş, banyodan leğen alıp yine aynı şekilde geri gelmişti. Sevim lastik çizmelerini çoktan giymiş onu
merdivenin dibinde bekliyordu. Kapıyı açınca onları bekleyen sürpriz neşelerini kaçırmıştı. Selma
merdiveni çıkıp odanın kapısını araladı, kısık bir sesle ” anne kar kapıyı kapatmış çıkamıyoruz “ “ tamam
geldim”. Anneleri gece ineklerin hastalanınca yanına gitmek için merdivenlerin yanındaki sökmüş olduğu
tahtalardan yaptığı geçidi kullanarak ahıra girdi. Kürekle yarım saat süren kar temizliği yaptı. İki kardeş
tahta merdivene oturup, annelerinin bir an önce kapıdaki karı temizlemelerini beklediler. Kar temizlenince
hızlı bir şekilde evden çıktılar, gözlerini yakan karın beyazlığına aldırmadan yokuşu tırmanmaya başladılar.
Bu tırmanışta Sevim kendini karın üzerine atıp vücut izini çıkarıyor ya da Selma’ya kartopu atıyordu. Kimi
zamanda ikisi birlikte kayan çocukların onlara çarpmaması için karın üzerine oturup, sonra yokuşu çıkmaya
devam ediyorlardı. Yukarıya çıktıklarında terlemişlerdi alınlarından akan terleri silip, sevinçle kayacakları

yokuştan aşağıya baktılar leğeni yere koyup üzerine oturdular, cam gibi olan buzun üzerinden savrula
savrula kaymaya başladılar. Dik yokuştan kaymanın verdiği heyecan ve savruldukça tutunması güç olan
leğenden düşme korkusuyla, kahkahalar atıyorlardı. Kışın kasvetli günlerinde onları mutlu eden tek şey
yağan karın sonrasında kaymanın verdiği bu muhteşem duyguydu. Kimi an bağıra çağıra kimi an
kahkahalara boğularak aşağıya indiklerinde, tekrar kayma isteğiyle yanıp tutuşuyorlardı. Selma dik yokuşa
bakarak ” tekrar çıkamam, arkadan dolaşalım” dedi. Sevim “ Hayır yolu uzatmak istemiyorum. Ben yokuşu
çıkacağım sen istersen dolaş” “ arkadan dolaşalım, arkanın yolu daha düz, ne olur bebeğe de bakarız
duruyor mu diye, hadi ama” yüzündeki ifadeyi yalvarmasına uygun olarak değiştirip Sevim’in yüzüne baktı.
“off tamam ya, yürü gidelim” ellerinde leğen ile düz yoldan yürümeye başladılar. Selma gittikçe
hızlanıyor, bir an önce bebeği görmek istiyordu. Dükkanın önünde durdu, camekana baktı, bebek orada
oturuyor, ona bakıyordu. Sevim “ konuşuyor mu seninle al beni mi diyor “diye dalga geçti. Selma ona
aldırmadı rahatlamıştı bebek satılmamıştı. Sevim “ yeter seyrettiğin hadi kaymak istiyorum artık diyerek onu
çekiştirdi, Selma “ benim olsun istiyorum” Sevim onun bu söylediklerini duymamış gibi davrandı. Çünkü
ona verecek bir cevabı yoktu. Leğenin ipinden tutarak yokuşa giden düz yoldan ilerlediler. Kaymak için
leğene oturdular aynı coşkuyla tekrar kayarlarken, Gülden’in babasıyla birlikte neşe ile Nejat’ın dükkanına
doğru gittiğini gördüler. Onları gören Selma leğenden karın üzerine attı kendini. Yuvarlanmaya başladı. En
son bir kar kümesine çarptı ve durdu. Sanki düşmemiş gibi, çabucak kalkarak Sevim’i beklemeden onları
takip etti. Sevim leğeni olduğu yerde bıraktı, Selma’nın peşinden koştu. Gülden ile babası Nejat’ın
dükkanına girdiler. Onlar içeriye girdikten birkaç dakika sonra Nejat Camekandaki bebeği alırken Selma
dışarıdan onu seyrediyordu. Kalbi kırılmıştı. Kısa süre sonra Gülden elinde kocaman bir paket ve yüzünde
de aynı büyüklükte bir gülümseme ile dükkandan çıkınca, bu kez Selma’nın dizleri titredi, olduğu yere
oturdu, uzun süre içini çekerek orada ağladı. Ağlarken “benim olmalıydı “diye tekrarlıyordu. Sevim
kardeşinin yanında durup, gözyaşlarını elleri ile silerek kardeşini seyretti. Onun bir taraftan söylenip bir
yandan ağlaması içini burkmuş, yaşadığı çaresizlik için kendine ve kardeşine acımıştı. Bu bebeği
alamazlardı daha ayaklarına giyecekleri çizmeleri yoktu, yenisini alamayacakları için annesi arkası yırtılan
çizmesinin arkasına ısıttığı plastikle yama yapmıştı. Selma’nın çizmesi ise komşu kızının küçülen
çizmeleriydi. Komşu çizmeleri getirdiğinde Selma giymem diye inat etmiş, sonra giymeye mecbur kalmıştı.
Kardeşine “hasta olursun sonra hadi gidelim” dediğinde Selma omuz silkerek “ olursam olayım, biliyor
musun o iğneler bu kadar canımı yakamaz” Sevim onun sakinleşmesini bekledi, bir müddet sonra tekrar
elinden tutarak onu oturduğu yerden kaldırdı. Selma bu kez itiraz etmedi, Ayağa kalktığında ıslanan
pantolonunun soğuktan donup sertleştiğinin farkına vardı. Pantolon, soğuğun onu daha çok ısırmasını
istiyormuş gibi bacaklarına ve poposuna değdikçe üşümesine, titremesine ve yürümekte zorlanmasına neden
oluyordu. Uzun süre oturduğu için bacakları uyuşmuştu. Sevim’in eline yapışmıştı Sevim onun elini
bırakmadan leğeni koyduğu yerden eğilip aldı. Bir elinde leğen diğer elinde Selma yağan karın altında
kardeşi için üzülerek yürüyordu. Bebeğin satılmasına o da üzülmüştü ama asıl yüreğini yaralayan Selma’nın
kaldırımda oturup ağlarken yüzündeki acının görüntüsüydü. Onu teselli etmek için çabalamıştı, uygun
kelimeleri bir türlü bulamamış susmak zorunda kalmıştı. Keşke o yumurtaları yemek için ısrar etmeseydi

belki biraz para biriktirip bebeği alabilirlerdi. Duyduğu pişmanlığını kendi düşünceleri bozdu. Nasıl para
biriktirebilirlerdi. Yıl boyunca parayı sadece bayramlarda görebiliyorlardı. O para da istedikleri hiçbir şeyi
satın almaya yetmiyordu.
Selma tüm ağırlığını Sevim’e vermiş, yaşadığı hayal kırıklığının acısı gözyaşı olarak gözlerinden
akıyordu. Onu Gülden’in dükkandan çıkarken yaşadığı mutluluk üzmüştü. Bebeği alıp gülerek çıkan
kendisi olmalıydı. Bu büyük bir haksızlıktı, o bebeği Gülden’den daha çok istemişti. Onun yol boyunca
ağlamaya devam etmesi Sevim’in keyfini iyice kaçırmıştı, artık kaymak istemiyor kardeşini eve götürmek
istiyordu.
Selma eve gelir gelmez divana uzandı. Annesi onun neden ağladığını usulca Sevim’e sordu
“neden ağlıyor”

Sevimin cevabı onu huzursuz etmişti. Selma’yı teselli etmek için konuşmak istemiş fakat cümle bile
kuramamıştı. Divanda yatan Selma’nın yanına oturup, onu kucaklamak istemiş sırtına elini koyduğunda
çığlığı basmıştı. “Ay su içinde kalmış bu çocuk “ divanın altına eğilip seleyi çekti ve içinden giysiler
çıkardı. “üzülmeyi bırak ayağa kalk üstünü değiştireyim” Selma annesinin ses tonundan kalkması
gerektiğini hemen anlamış, kalkmaya çalışmıştı ama kalkamamıştı. Tüm vücudu titriyor, buna engel
olamıyordu. “Nerede ıslandın bu kadar çocuğum” Sevim “Gülden’in elindeki büyük paketi görünce, karın
üzerine oturdu, uzun süre dükkanın önünden kalkmadı” “Eh be kızım yine hastalanmak mı istiyorsun sen “
diyerek Selma’nın giysilerini değiştirdi. Sobaya yakın olan divana yatak hazırladı ve Selma’yı oraya
taşıdı. Sevim’e “ kardeşinin yanına gir onu ısıt “ diyerek odadan hızlıca çıktı. Sevim kardeşinin yanına
girdi, ona sarıldı Selma titremeye devam ediyordu tüm vücudunu kaplamaya başlayan ağrıların acısıyla
inlemeye başladı. Gülseren bir koşu komşudan gidip aldığı sıcak su torbası ve dumanı tüten çorba
tenceresi ile içeriye girdi. Zorla da olsa Selma’yı kaldırıp, çorbayı ona içirdi. Sevim’e de “ sende çorbadan
iç kızım hastalanma” diyerek çorba koyduğu tabağı uzattı. Elindeki kötü kokan merhemi Selma’nın tüm
vücuduna sürdü. Ayaklarının altına sıcak su torbasını koyup, üstünü örterek, “terlemelisin yoksa
iyileşemezsin” dedi. Selma artık söylenenleri duymuyordu. Vücuduna sürülen kokulu merhem onu normal
zamana rahatsız ederdi, ağrılarından ve üzüntüsünden merhemin kokusunu almıyor, kimseyi duymuyordu.
Şu an yaşadığı, uyku ile baygınlık arasında bir durumdu. Ertesi gün öğle vaktine kadar uyudu. Gece olanları
hiç hatırlamıyordu. Sabaha kadar “bebeği Gülden aldı” diye ateşler içinde sayıklamış, annesi başından hiç
ayrılmayarak onu teselli etmeye çalışmıştı. Uyandığında annesi başucunda, Sevim ise yerdeki minderin
üzerinde oturmuş ona bakıyordu. Annesi onu kaldırıp arkasına yastık koydu ve çorba içirmeye başladı.
“Seni hemen sağlık ocağına götürüp, doktora göstermeliyim. ”Doktor deyince Selma olacağı iğneleri
düşününce halsiz bir şekilde” yürüyemem” “olsun kızım ben seni sırtımda götürürüm” ”ben çok ağırım anne
beni taşıyamazsın “ “sen öyle san” bu gidişten kurtulamayacağını anlayan Selma kendini annesine teslim
etti. Gülseren kızını sıkıca giydirip kafasını gözünü iyice sarıp, sırtına aldı, sağlık ocağına kadar karda bat

çıka taşıyarak doktora muayene ettirdi. İlaçları almak için önce Selma’yı eve bıraktı. Sonra çarşıya çıkarak
ilaçlarını aldı. Selma yapılan iğnelerin acısını üç gün hissetmedi. Dördüncü günün sabahı komşuları
Naciye’nin kahkaları onu uykusundan uyandırdı. Naciye bir yandan annesi ile sohbet ediyor, bir taraftan da
iğneyi kaynatıyordu. Naciye’nin elindeki iğneyi görünce “olmayacağım” diye ağlamaya başladı. “hiç
acımayacak Selma kızım, ağlarsan daha çok acır ama “ diyen Naciye’yi umursamıyordu. “anne “diye
ağlamasını sürdürdü. Her sene en az on iki iğne oluyordu. Ah şu bademcikleri onu hiç sevmiyorlardı.
Sevseler bu kadar çok şişerler miydi? Gülseren yanına oturdu Sevim elini tuttu. Selma yüz üstü yattığı
yerde gözlerini kapatmış hareket etmeden duruyordu. En son büyük ve tiz bir çığlıkla iğne tamamlandı.
Annesinin kalçasını ovuşturmasıyla rahatladı. Naciye “hadi bakalım, seninle kaldı iki günümüz, bu iğneleri
olduktan sonra turp gibi olacaksın, artık okuluna da gidebileceksin” gülerek Selma’ya baktı “ ben den
kurtuluşun yok Selma böyle hastalanmaya devam edersen iğnelerim ve ben hep senin yanında olacağız”
diye kıkırdadı. Gülseren onu gönderdikten kısa bir süre sonra Selma tekrar uyudu.
Selma hastalık ve üzüntünün etkisiyle yataktan çıkmayalı tam beş gün olmuştu. Tüm ihtiyaçlarını annesi
Sevim’in yardımı ile yapmıştı, çoğunu hatırlamıyordu. Zayıflamış ve solmuştu.
“Benim oldu “ Selma pencereden bakıyor, karşıdan kendine doğru gülümseyerek gelen kadını tanıyordu.
Giydiği uzun beyaz elbise ayaklarını örtüğü için yürüyor mu, uçuyor mu anlamamıştı. Gördüğü tek şey
bembeyaz bir yol ve ona doğru gülümseyerek gelen bir peri. Kalbi hızla çarpmaya başlamıştı. Elindeki
sihirli değneğin ucundaki yıldızın ışığı gözlerini kamaştırıyor, daha iyi görmek için gözlerini kısıyordu. Bu
Sevim’in ona anlattığı masaldaki tüm dilekleri gerçekleştiren iyi periydi. Peri sadece ona bakıyordu. Demek
ki onun için gelmişti. Selma büyülenmiş, kıpırdamadan ona bakıyordu. Peri pencerenin yanına geldiğinde
Selma alel acele pencereyi açtı. Peri onun saçlarını okşayarak karları eritebilecek sıcak gülümsemesiyle, “
Merhaba Selma” “Selma daha da heyecanlanmıştı peri onun adını biliyordu. Yüzünde kocaman bir
gülümseme oluştu. “seni üzüntülerinden kurtaracak güzel bir hediye getirdim.” Selma ellerini ona doğru
uzattı “ne getirdin” merakla vermesini bekledi. “ senin en çok istediğin şeyi” “nereden biliyorsun benim ne
istediğimi” “ben çocukların her şeyini bilirim, üzüntülerini, isteklerini, sevinçlerini” ”nasıl haberin oluyor”
“ağaçlar, onlar benim habercilerimdir” “hangi ağaçlar “ “dünya üzerinde ki tüm ağaçlar” “benim üzüntümü
kim sana anlattı” “pencerenin önünde yapraklarını dökmüş olan salkım söğüt muzipçe ona gülümsedi. “aa
sen mi söyledin” “evet her gün seni bu pencereden izliyorum, konuşmalarınızı dinliyorum seni hiç bu kadar
üzgün görmemiştim, kardeşin ve annen de çok üzgündü ne yapayım diye düşündüm seni mutlu etsin diye
peri hanıma haber verdim.” Bunları söylerken peri onun dallarını okşadı. “evet salkım söğüt haber verince
ben de geldim “ Selma ne diyeceğini bilemeden onları dinledi. Onlar konuştukça içindeki acı azalıyor yerini
sevinç dolduruyordu. Heyecanla “ bebek, Gülden’in aldığı bebekten istiyorum “ “biliyorum, bebeği
getirdim “ elindeki değneğini salladı Selma’ın daha önce hiç duymadığı sözleri sıraladı. “Arkana bakarsan
bebeğini görebilirsin “ Selma arkasına döndüğünde yattığı divanın üzerinde gülümseyerek ona bakan bebeği
görünce, onu almak için yürüdü, bebeğe dokundu, gerçek bu diye onu kucağına aldı. İçi sıcacık olmuştu.
Çok istediği bebeğe kavuşmuştu. Dileğini yerine getiren periye teşekkür etmek, kardeşi ve annesi için başka

dileklerde bulunmak için döndüğünde perinin orada olmadığını gördü, pencereye yaklaştı gitmekte olan
perinin ardından bağırarak “gitme benim başka dileklerimde var” “ peri ona gülümseyerek baktı ve
kayboldu. Selma geri gelmesi için periye bağırıyordu. “gitme”
Rüyasının verdiği heyecanla uyandı, yatağın içinde oturdu. Odanın içine göz gezdirdi, Soba yanıyordu.
Demek ki annesi uyanmıştı. Şimdi ahırda inek sağıyor olmalıydı. Rüyasını hatırlayıp, yorganı üzerinden
atarak pencereye doğru gitti, dışarıya baktığında güneş yeryüzüne tüm ışıklarını salmış karın üzerinde dans
ediyordu. Karın beyaz renginden yansıyan ışık gözlerini kamaştırmıştı. Sevim’in ona anlattığı masalda ki
perinin rüyasında ona söylediklerini hatırladı. “sana hediye getirdim” perinin geldiği yola baktığında kar ve
onun üzerinde yürüyen birkaç kişi dışında kimseyi göremedi “ keşke, şimdi karların arasından peri çıksa
elindeki sihirli değneğini sallayarak bana o bebeği verse” neden böyle olaylar onun başına gelmiyordu.
İmkansızı istediğini biliyordu. Hüzünlenerek salkım söğüte baktı. O da üzgün görünüyordu tüm dallarını
yere doğru sarkıtmış sanki üzüntüden omuzları çökmüştü. Gerçekten geceleri onları dinleyip üzülüyor
muydu?” Salkım söğüde bakarak “Üzülme,” diye başladığı cümlesinin devamında onu teselli etmek
istiyordu. O anda annesi içeriye girdi. “uyanmış mı benim güzel kızım diyerek “yanına yaklaşıp eliyle alnına
dokundu “ateşin düşmüş. İyileştin artık. Yine de yataktan çıkma iyice dinlen .” Yatağa yatarken annesine
dönüp “anne peri diye bir şey var mı? Ağaçlar bizi dinler mi?” Annesi ona “ neden sordun kızım” “Olsaydı
sihirli değneğiyle tüm isteklerimizi yapıverirdi.” Annesi gülümsedi” masallarda olur böyle şeyler, “ diyerek
odadan çıktı. Selma annesi gidince tekrar kalkıp, yatağın kenarına oturdu. Oturduğu yerde onu rahatsız
eden şeyin ne olduğunu anlamak için yorganı kaldırdı, onu gördü, bez bebek bu daha farklı, annesinin dediği
gibi ağzı burnu gözleri daha önce yaptığı bebeklerden daha gerçek, onu aldı. Pencereye yürüdü, kayan
çocukları seyretmeye başladı. Pencerede kırılan camların yerine annesinin yapıştırdığı naylonlara,
tıkıştırdığı minderlere gözü takıldı. Paraları olsa camları değiştirirlerdi. Kendini kötü hissetti. Üzülerek,
bebeği alamayacak olan annesini de üzmüştü. Süt satarak evin geçimine destek olmaya çalışan annesi onun
bu isteği olmadığı için çok üzülmüş onunla birlikte ağlamıştı. Ya Sevim o iyileşsin diye her gece yanında
oturmuş ona masallar anlatmıştı. Kucağında tuttuğu bebekle pencereden baktı gülümsedi. Peri annesi,
salkım söğüt Sevim olmalıydı. Annesi ona verebileceği en güzel bebeği yapmış Sevim ise onun
yaşadıklarını üzülerek izleyip, annesine bebeği yaparken yardım etmişti. Selma bunların hiç birini
hatırlamıyordu ama onların da üzüldüğünü biliyordu. “Tamam artık üzülmeyeceğim, bez bebekle oynarım”
diye bebeğe sarıldı.
Annesi sıcak tarhana çorbasıyla içeriye girdiğinde, annesine sarılıp ağladı. “ anne Sevim nerede?” “okula
gitti kızım” “Bu gün günlerden ne “ Cuma annem” “ben kaç gündür yatıyorum” “ beş gündür yatıyorsun”
“babam nerde “ “baban Tokat’a gitti, o gittikten sonra çok kar yağdığı için yollar kapandı, gelemedi bir iki
güne gelir” “ anne benim canım portakal istedi” Gülseren durdu düşündü. Naciye’nin içeriye girmesi
konuşmalarını böldü.
“ Evet Selmacığım son iğneni olmaya hazır mısın?” Selma zaten çok iri olan gözlerini iyice açarak
annesine baktı. Annesi ” korkma kızım bu son, sen gözlerini kapat ben senin yanındayım gelip geçecek ”

annesinin elini tutan Selma itiraz etmedi. İğne yapılırken ağlamadı ve tepinmedi sessizce bitmesini bekledi.
Bu acı geçecek ve unutacaktı, hastalandığında bu iğneler olmadan iyileşemeyeceğini artık kabul etmişti.
Naciye’yi geçiren annesi usulca “canı portakal çekmiş sizde var mı ? “diye sordu. Naciye “yok Gülseren
abla ne gezer portakal biz de “ diye cevap verdi. “ Köprü başındaki manavda varmış “ Annesi “ ya nasıl
yapmalı, canı çekmiş” elini çenesine koyup “ Sen de biraz para var mı? bana versen elime geçince sana
öderim ” “ valla yanımda yetmiş beş kuruş var inşallah işine yarar” diye cebinden çıkardığı bozuk paraları
Gülseren’in eline verdi. “Sağ ol Naciye ben bakayım bir tane de olsa portakal alayım, ” diye konuştukların
duyduğunda, gözlerini kapattı, başını yastığına gömüp, yorganı tepesinden aşırdı. Artık uyumak istiyordu.
İğnenin acısı ve portakal almak için bile paralarının olmaması, mutsuzluğunu artırmış uyuyarak bu duyguyu
unutmak istemişti.
Sevim’in seslenmesiyle gözlerini açtığında onun elindeki kocaman portakal gülümsemesine neden oldu,
hemen yatakta doğruldu . “nereden buldunuz” “annem almış manavdan” Selma pencereden baktığında
karanlık olduğunu fark etti “ annem nerede “ “ahırda şimdi gelir” ikisi de portakal yiyecekleri için
heyecanlanmışlardı.
Anneleri portakalı soyarken sabırsızlıkla onu beklemişler ağızları sulanmıştı. Gülseren tek portakalı soymuş
ve iki kızına paylaştırmıştı. İştahla portakalı yemişler kabuklarını sobanın üzerine koymuşlardı. Odanın mis
gibi portakal kokmasını sağlamışlardı. Bu gün gerçekten peri onları ziyaret etmiş olabilir miydi? Bir gün de
olsa dilekleri olmuştu.
Artık Selma iyileşmişti. Karın aralıksız yağması evden çıkmalarına izin vermiyordu. Okul kardan dolayı
tatil olmuştu. Kaymak için annelerine çok yalvarmışlar ama izin alamamışlardı. Evin içinde resim yaparak
ve oyun oynayarak zaman geçirmeye çalışıyorlar ve bir türlü Tokat’tan gelemeyen babalarını merak
ediyorlardı. Babaları gideli tam on gün olmuş ve bu on gün içinde kar hiç durmamıştı. Anneleri evden ahıra
, ahırdan eve gidip geliyordu. İnekler, üşümesinler diye evdeki yorganlar ahıra indirilmiş ve iki ineğin
kaldıkları ahırın duvarlarına çivilenmişti. Dışarıdaki ayaz ve rüzgar penceredeki naylonların hareket
etmesine ve ses çıkarmasına neden oluyor. Selma ile Sevim naylonları seyredip eğlenip gülüyorlardı. Artık
kimsenin aklında Gülden’in aldığı bebek yoktu. Unutmuşlar bazen Selma içindeki var olan sızıyı hatırlıyor,
mutsuz olmamak için “hayır” diyerek onu engelliyordu.
Kar yağışı durmuş yerdeki karlar erimeye başlamıştı. İki güne kalmaz kaymak hayal olurdu. Selma
hastalandığı için yeterince kayamamışlardı. Kışın en güzel eğlencesinden mahrum kalmıştı. Selma ona “kar
yine yağacak neden böyle yapıyorsun “dediğinde “ya bir daha yağmazsa” demiş bu söz Selma’yı bile
kaymak için plan yapmaya itmişti. Leğeni ahıra indirecekler, Sevim ders çalışmaya arkadaşına gitmek
isteyecek ve Selma onun arkasından ağlayacak böylece izin alıp dışarı çıkacaklar ve akşama kadar
kayacaklardı. Annesinin fırına gitmesinden yararlanarak Sevim leğeni merdivenlerden indirip, ahıra sakladı.
Aralarında kurdukları planı uyguladılar, anne önce itiraz etti ama sonra evin içinde hapsolan çocuklarının
yalvarmalarına dayanamadı. O gün akşama kadar kaydılar oyun oynadılar gezdiler dolaştılar.

Akşam eve geldiklerinde ikisi de gözlerine inanamadılar, babaları gelmişti. Babalarına hasretle sarıldılar on
gündür onu görmemişlerdi. Odanın içinde bir farklılık vardı. Bu farklılık divanın üzerinde gazete kağıdına
sarılmış olan paketti.” Babanız size hediye getirmiş” diyen annelerinin gözlerine bakıp açmaları için onay
bekliyorlardı. “hadi açın bakalım” onayını aldıktan sonra iki kardeş paketi yırtıp içinden çıkan bebeği
görünce donup kaldılar. Selma bebeği görünce kalbi duracak sandı. “Rüya görüyorum galiba “ diye geçirdi
aklından ama rüya olamazdı odada yanan sobanın sıcaklığını ve annesinin gülüşündeki sevgiyi
hissedebiliyordu. Sevim’in mutlulukla attığı kahkaha onu kendine getirmişti. Sevim’e baktı,” benim
gördüğümü sen de görüyor musun ?“ diye sordu. Sevim ona cevap vermedi, sadece başını salladı. Selma
vücuduna yayılan sıcaklıkla Sevim’in kahkahalarına eşlik ederek zıplamaya başladı. Sevim ile beraber
sevinç çığlıkları atıyorlardı. Annelerinin uyarısı durmalarını sağladı. Divana oturdular bebeği aralarına
alarak elini tuttular. “babanız getirdi. İkinize beğendiniz mi?” diyen annelerinin sözünü tamamlamasıyla,
ayağa kalkıp tekrar babalarını kucakladılar.
Bebek nasıl alınmıştı? Gülden’in aldığını gözleriyle görmüşlerdi. Sonra babaları ne zamandır Tokat’tan
gelememişti. Bebeği nasıl almıştı? Gülseren anlamış gibi sorularına cevap vermişti.
“ Nejat’ta iki bebek varmış babanız, senin ağladığın akşam bebeği almış tam getirecekken Tokat’a yük
götürmesi için onu aramışlar. Baban da hemen gider geri dönerim diye önce yükü götürmüş, kar yağınca
orada kalmış.
Kızlar sevinçten ne yapacaklarını, ne diyeceklerini şaşırdılar. Bebeği kucaktan kucağa alarak yüzüne bakıp
gülüşüyorlardı. Selma “anne ona kazak örebilir miyiz?” diye sordu. Gülseren olur anlamında başını salladı.
O günden sonra Selma ile Sevim tam beş yıl boyunca o bebekle oynadılar, isim verdiler, ”Gülden”. Gülden
onların küçük kardeşleri olmuştu. kazaklar ördüler, gezmelere götürdüler.Beş yıl boyunca ondan hiç
ayrılmadılar. Başka bir şehre taşınmaları bebekten ayrılmalarına neden oldu. O taşınma sırasında bebek
kayboldu. Ama Selma ile Sevim o bebeğin kendilerine verdiği mutluluğu içlerinde hiç kaybetmediler.
Umutların kaybolduğu anda, yeni umutlar doğar. Bu yüzden asla karamsarlığa kapılıp, hayal kurmaktan
vazgeçmemeliyiz. Elimizden kayanları yakalamaya çalışıp, yakalayabildiklerimizle mutlu olmalıyız.

Ayşe Tunca
Latest posts by Ayşe Tunca (see all)
Visited 10 times, 1 visit(s) today
Close