Elinde duvağı, üzerinde gelinliği ile ne kadar hızlı koşabilirse o kadar hızlı koşuyordu. Caddenin karşısındaki ormana daldı. Epey ıssız ve sessiz olay bu yerde arkasına bakmadan kaçıyordu. Zemin çok kavisli ve yağmurdan dolayı kaygandı. Ara ara dökülmüş yapraklara basmak dengesini kaydırsa da dağ tepe dinlemeden koşuyordu. Hava kararmaya başladığından içindeki korku giderek artıyordu. Ne yapacağından gram fikri yoktu. Bildiği tek bir şey varsa, o da kaçması gerektiğiydi. Henüz 17 yaşındaydı ve hayalleri vardı. Sınıf öğretmeni olmak istiyordu. Çocuklarla arası çok iyiydi, ama bu demek değildi ki çocuk doğurmak için artık hazırdı. Ağlamaktan kanlanmış gözlerinden akan yaşlar yağmurla birleşip yanaklarını sırılsıklam etmişti. Bir eliyle gelinliğin eteğini tutup bir eliyle de yaşlarını siliyordu. Koşmaktan nefessiz kalmıştı. Ortalığın durulmasını fırsat bilip bir ağaç dibine çöktü. Soluklanması için bir fırsattı. İki gündür hiç uyku uyumamıştı. Şimdi ise, bu yorgunlukla kilometrelerce koşmuş olduğundan göz kapakları hafiften kapanmaya başlamıştı. O ara bütün bu olanları düşündü. Ailesinin gözünde hayatı bu kadar değersiz miydi? Annesi hayatta olsa bunları engellemek için elinden gelen her şeyi yapardı, biliyordu. Ama değildi işte. Babası ve iki abisi ile bu ev denilen kapana sıkışmıştı. Okula gitmesini yasaklamışlardı. Çünkü evde yıkaması gerek çamaşırlar, hazırlaması gereken yemekler vardı. Liseyi gizlice açıktan okumaya çalışıyordu. Bitirir bitirmez üniversite sınavına girecek ve nereyi kazanırsa kazansın o evden gidecekti. Tek çaresi buydu. Ancak babası ikinci evliliğini yapınca, artık evde ona ihtiyaçları kalmamıştı. Bu yüzden onun evlenmesine karar getirmişlerdi. Bir kez bile olsun onun fikrini almamışlardı. Uzaktan akrabaları olan, ondan 30 yaş büyük birisiyle evlendireceklerdi. Adamın durumu iyiydi. Bu sayede malına ortak olabileceklerdi. Çoktan kızlarını satmaya hazırlardı. Düşüncesi bile ne kadar da kötüydü! Başı ağrıdan çatlamak üzereydi. Yağmur şiddetini iyice arttırmış, hava kararmıştı. Biraz sakinleşmeye çalıştı.

Tam kendini uykunun derin kollarına teslim edecekken bir silah sesi duydu. Daha yeni ritmine girmiş kalbi tekrardan deli gibi çarpmaya başladı. Hemen ayaklandı. Var gücü ile koşmaya başladı. Ağlamasını durduramıyordu. Giderek yaklaşan silah seslerinin ardı arkası gelmemeye başladı. Yolun sonu muydu bu? Henüz daha hiçbir hayalini gerçekleştiremeden, 20’li yaşların güzelliğini yaşayamadan çekip gidecek miydi bu dünyadan? Hayır, böyle olmamalıydı. Kafasının içini susturmaya çalışırken bacaklarının artık onu taşıyamamaya başladığını fark etti. Ama duramazdı. Gerekirse sürünürdü, yine de duramazdı. Koşuyordu, şayet buna koşmak denilirse. Ayakları vücudundan bağımsız, biraz daha hayatta kalabilmek için kendini sağa sola savuruyordu. Bir an silah sesleri durdu ve şöyle bir ses geldi:

-Buldum, onu buldum! Burada koşun!

Büyük abisinin sesiydi bu. Bir kaç metre ötesindeydi ve onu görmüştü. Ne yapacağını bilmiyordu. Bir yandan hala koşmaya çalışıyor, bir yandan yalvarıyordu:

-Lütfen, ölmek istemiyorum beni öldürmeyin lütfen! 

Bağırıyordu, ama acaba duyuyorlar mı diye kafasını çeviremiyordu. Yapamazdı bunu. Fakat duyduklarının kanıtı olarak bir ses geldi:

-Aileni herkese rezil ettin yüz karası! Sen ölmeyi hak ediyorsun, kendi ellerimle öldüreceğim seni! 

Bu sefer babasıydı. Yolun sonunun geldiğini hissetmeye başlamıştı. Nereye kadar koşabilirdi ki. Hava iyice karadığından etrafta ne olduğunu zar zor seçebiliyordu. Yağmurdan ve saatlerdir koşuyor olmasından dolayı da çok üşümüştü. Soğuktan titriyordu. Ancak bir an, bir sıcaklık hissetti. Bu sıcaklığın etkisiyle durdu. Ne olduğunu anlamaya çalıştı. Elini göğsüne götürdü. Sonra göz hizasına kaldırıp titreyen kanlı eline baktı. Vurulmuştu. Olayın şoku ile bir an gülmeye başladı. Dizlerinin üstüne yığıldı. Gülerek kafasını kaldırdı. Annesini gördü. 11 yaşında ağır hastalıktan kaybettiği annesini yıllar sonra karşısında gördü. Hiç yaşlanmamıştı annesi, hala çok güzeldi. Üzerinde krem rengi uzun bol bir elbise vardı. Saçlarındaki yemeniyi çıkarmıştı. Kınalı uzun saçları rüzgârla beraber dalgalanıyordu. Tıpkı kendisin ki gibi olan siyah büyük gözlerine bakarak “Anne!”

dedi. Bu sözcüğün ağızdan nasıl bir sesle çıktığını bile unutmuştu. Sonra ayağa kalktı. Yıllardır tutamadığı annesinin eline ince uzun parmaklarını doladı. Annesi:

-Hazır mısın? dedi.

Hiç olmadığı kadar hazırdı. Yorgunluğu geçmiş, bacakları tekrardan eskisi gibi sakin adımlar atmaya başlamıştı. Bu bir başlangıçtı. Yeni hayatının başlangıcı. Yağmur dinmiş, güneş açmıştı. Yukarı baktı. Hiç görmediği kadar güzel bir gökkuşağı gördü. Etrafta çeşit çeşit çiçekler vardı. Derin bir nefes alıp çiçeklerin bu güzel kokusunu ciğerlerine doldurdu. Annesi ile ellerini birbirlerinin eline sıkıca kenetlediler. Ve yürümeye başladılar. Ormanın bir sonu yoktu belki, ama gittiği yere kadar gideceklerdi…

Visited 5 times, 1 visit(s) today
Close