Yazar: 17:50 Deneme

Aynaların Mavi Zehri

Bazı şiirler vardır, yerkürenin katmanlarına benzer; içinde kırılan  kabuklar barındırır. Bir girdap gibi seni içine çeker, okudukça ve dinledikçe çatırdar anlam derinliği. Her kabuk kırıldıkça, varsa bir yaran deşer geçer, soluksuz. Şayet yoksa gözlerinde bir kuş tüyü kırılganlığı, şiir hemen açamaz sana kendini…Çetin gözler görmez bunu. Şiirler, insanın içine koca bir hayatı gömdüğü derin bir kuyudur. Şiirde, “Sizin hiç babanız öldü mü?” diyen Cemal Süreya’nın kuyusunu doldurmak için kaç deniz gerekir? Elimde onu doldurmak için yeterli suyum olmayabilir. Fakat anlatmak için zihnimde asılı duran tüm kırılgan cümleleri cömertçe harcayabilirim. İnsan bir şiire hem sevgiyi hem de sevgisizliği nasıl sığdırabilir? Olanın yokluğunu nasıl sığdırabilir? Cemal Süreya, olup da olmayan gibi davranan bir gerçeği, ustaca ve biraz da sitemle yoğrulan acı gerçeğini bize miras olarak bırakmıştır.

Bu şiiri ilk okuduğunda, görünüşte bir babanın kaybıyla yaşam ışığını kaybeden bir evladın haykırışını duyarsın. Oldukça içli ve duygusal bir çöküntü ile yazılmış bir şiirdir. Şiirin kendi mahremini sana açması için kalbine yapışmış tüm sert taşları söküp Cemal Süreya’nın anlam kuyusuna atman gerekir. Önce kalp görür, sonra göz… Önce anlam fısıldar gerçeğini, sonra görüntüdeki ışık. “Sizin hiç babanız öldü mü?” şiirinde şöyle bir kısım geçer: “Siz hiç hamama gittiniz mi? Ben gittim, lambanın biri söndü. Gözümün biri söndü, kör oldum. Tepede bir gökyüzü vardı, yuvarlak. Söylemesine maviydi, kör oldum.

Şiirdeki mavi gökyüzü, bana gökyüzünün mavisini hissettirmedi. Göğün yüzeyinde duran mavi nasıl olur da kaybedilen bir baba gerçeği ile yan yana getirilebilir? Koca yürekli şair, dipte duran bir sızısını maviye boyayıp bize gösteriyor adeta. Siz hiç aynaların mavi zehrini duydunuz mu? Bize tenimizde duran tüm ışıkları eksiksiz gözümüze gönderen ve kendi gerçeğimizi cesurca bizden saklamayan aynaların zehri olduğunu bu şiirde öğrendim.

Cemal Süreya’nın, annesi öldükten sonra, babası tekrar evlenmiştir. Cemal ve kardeşleri için yaşamın acılarla dolu başka bir boyutu kendini hissettirmiştir. Türlü türlü zorbalıklara maruz kalan şair, herhalde en büyük sızısını bu şiire en tılsımlı harflerle kazımıştır. Üstü gökyüzü mavisiyle kaplanan anı, Cemal’in zihnine unutamayacağı bir hadise olarak gömülmüştür.

Üvey annesi, Cemal’i yıkanması için hamama göndermişti. Kötülüğü kendine rehber olarak belirleyen üvey annesi, hamam suyuna zehir katmıştı. Aynaların arkasında yapıştırılan koyu cam filmini sökmüş, yıkanacağı suya koymuştu. Maviyi sadece gökyüzüne yakıştıran ve baktıkça hayatı hisseden Cemal, bu sefer içine aynanın zehri atılınca maviye dönüşen bir hamam suyuyla yıkanmıştı. Suya atılınca gümüş ve bakır sülfata dönüşen aynanın cam filmi, Cemal için bir ölüm tuzağı olmuştu. Bakır sülfat, insanın gözündeki tüm ışığı alabilecek kadar kuvvetli ve kör eden bir zehirdir. Babası yaşadığı halde ölmüş gibi yazan şair, annesinin ölümüyle birlikte üzerine üvey anne getiren babanın da öldüğünü bize işaret etmektedir.

İnsan kendisine ait olmayanı neden sevmez? İnsan sadece kendi laboratuvarında ürettiği şeylerle mi sevgi cennetini yaratır? Cemal’in sevilmeye değer hiçbir yanı yok muydu? İnsan, ürettiğinin bilgisine sahiptir çoğunlukla; içine koyduğu tüm malzemeleri bilir. Yarattığı ne varsa korkusuzca içindekileri ona döker. Bize ait olmayanın bilgisine sahip olursak, sevebiliriz de. Bu sevgi akışına engel ve kalpte taşlaşan kalıpları var insanın. Onları kırarsak, belki bize ait olmayanı da sevebiliriz. Sevginin gücüne inanırsak, sevgiye muhtaç olan ne varsa onları da sevebiliriz. Zihnimizin yarattığı sevmemize engel tüm duvarları, sevgiyle âdeta bir taş kırma makinesi gibi  kırabiliriz. Cemal’in üstünde duran tüylerden yapılmış tüm duvarlar kolaylıkla kırılabilirdi sevilmek için. Fakat üvey annesi tüyleri birer beton bloğu gibi görüp kendine tehdit olarak algılamış. O duvarları aynaların zehri ile kırmaya çalışmıştır, kör edebilme ihtimaline rağmen. İnsanı üzen olaylar değildir; insanı üzen  o olay karşısında hissettikleridir. Hisler ve olaylar çoğu zaman aynı düzlemde olmamıştır.

Dikenli bir gül gören, dikene tutulursa gülün kokusundan mahrum kalır. O halde bize ait olmayanın bilgisine vakıf olduğumuzda, kalbimizde duran sevgi ırmağının yönünü sevgiye muhtaç çorak topraklara çevirebiliriz. Belki sonra o toprak, tüm önyargılarımızı kıran bir ormana dönüşür. Kendisine ait olmayanla çölleri ormana dönüştürmeli insan; sabırla ve emekle…

Bazı bağlaçlar bize sevgi kavramı üzerinden mesajlar verir. Cemal Süreya karşıma gelse ve ona üç bağlaç versem, “Bana bu üç bağlaçla sevgiyi ifade et,” desem, muhtemelen şöyle bir cümle kurardı: “Eğer’lerin olmadığı, “çünkü”’lerin anlaşılabildiği ve “rağmen”’lerin kabul edildiği sevgi ile sevilmek isterdim,” derdi. “Eğer” ile şart koşulan sevgi için karşıdan mutlaka bir şey beklenir. O olmadığı zaman sevgi yağmuru oraya yağmaz, çoraklaşır toprak… “Çünkü” ile kurulan sevgi evinde, “Tavanda çatı var; bu yüzden seviyorum bu evi,” deriz. Sebeplerin varlığında sonuçların doğurduğu hamurla ekmek pişer bu evde. “Rağmen”ler, yapılan sevgi yolunda yol ister; çukur olsun, ister yamuk, her şeye rağmen o yolda sevgi ile yürür insan. Bu sevgi, sürekli, karşılıksız ve bilinçli bir sevgidir. İnsanın ruhunda bulunan tüm çatlaklarına kök salan ağaçların olduğu bir yoldur bu. Cemal Süreya, o yola ömrü boyunca şiirler dikti ve köklerin şimdimize kadar uzanıp bize Cemal’in sevgiye muhtaç kokusunu getirdi. Her şeye rağmen sevilmeyi hak eden bir Cemal Süreya kaldı  bize.

Sevmekten önce sevilme arayışı, insanın uğruna ömürleri harcadığı en derin yanılgısıdır. Sevilmek için önce sevmek. Almak için önce vermek. Vermeden önce almak telaşı, bencilliği içinde yuva yapan insanın kirli yüzüdür. Kim almadan önce verebilir peki? Özgür ve zengin insan, kendi gerçeğini ve sahip olduklarını fark edip onları içinde devleştirendir. Verme gücü, kişiliğinin içinde zenginlik yaşayanın yapabileceği bir eylemdir. İnsanın bozulmamış en doğal gücüdür. Cemal Süreya fakir bir anneye sahip olmuştu, vermeyi bilmeyecek kadar yoksul olan bir anneye…

Sevginin sınırsız yaratım gücünün karşısında, insanın sevgiyi sadece kendisine istemesi, sevgiyi küçülten ve anlamında yoksunluk yaratacak en kirli eylemdir. Sevmek ve sevilmekle başkalaşan insan, içinde ilkel anlamda barındırdığı en vahşi dürtüsünü bile ehlileştirebilir. Bir canavarken, bir kuşa da dönüşebilir insan. Yürürken kuru olan bir yola sevgi serptiğinde, bir daha ki dönüşünde orada çiçekler bulman olasıdır. Aldığın soluğu da kirden arındırır, içtiğin suyu da berraklaştırır. Bir çocuk, en iyi suyla değil, sevgi ile yıkanır. Mavisini aynadan değil, denizin ve göğün mavisinden alan sularda yıkanmalı çocuklar…

Editör: Çisem Arslan

Hüseyin Boğurcu
Latest posts by Hüseyin Boğurcu (see all)
Visited 11 times, 1 visit(s) today
Close